CEHALET ÖZRÜNÜN DELİLLERİ

 CEHALET ÖZRÜNÜN DELİLLERİ





Cehalet özrünün delilleri şunlardır:


1- Cehaletin özür olmaması durumunda güç yetirilemeyen şeylerin teklif edilmesi söz konusu olur ki bu ittifaken câiz değildir. Zira  Allah Teala şöyle buyurur:


لَا يُكَلِّفُ اللَّهُ نَفْسًا إِلَّا وُسْعَهَا


"Allah sadece kaldırabilecekleri şeyleri kula yükler." (Bakara, 286)


Kişi için, kendisine teklif bile edildiğini aslen bilmediği bir şeyin kendisinden talep edilmesinden daha büyük bir zorluk olmaz. İşte bu husus, cahilin sorumlu tutulmayacağını göstermektedir.


2- Yine Allah Teala şöyle demektedir:


رَبَّنَا وَلَا تُحَمِّلْنَا مَا لَا طَاقَةَ لَنَا بِهِ


"Rabbimiz, takat (güç) yetiremeyeceğimiz şeyi bize yükleme." (Bakara, 286)


Kişinin aslen bilmediği bir şeyle sorumlu tutulmasından daha büyük bir yük olamayacağına göre, takati aşan durumların içine cehalet ve hata olgusunun da dâhil olduğu anlaşılmış olur.


İbnu'l-Vezir el-Yemâni şöyle der:


الْوَجْهُ الرَّابِعُ أَنَّ مُؤَاخَذَةَ الْمُخْطِي لَا تَخْلُو إِمَّا أَنْ تَكُونَ مِنْ تَكْلِيفِ مَا لَا يُطَاقُ أَوْ مِنْ أَعْظَمِ الْمَشَاقٌ فَإِنْ كَانَتْ مِنَ الْأَوَّلِ فَهُوَ لَا يَجُوزُ عَلَى اللهِ تَعَالَى كَمَا تَقَدَّمَ الْقَوْلُ فِيهِ مَبْسُوطَا بَسْطَا شَافِيًا وَإِنْ لَمْ تَكُنْ مِنْهُ كَانَتْ مِنْ أَعْظَمِ الْمَشَاقُ وَقَدْنَفَى اللَّهُ تَعَالَى وُجُودَ ذَلِكَ فِي دِينِهِ، أَمَّا أَنَّهُ قَدْ نَفَى ذَلِكَ فِي دِينِهِ فَالْمَنْصُوصُ فِيهِ كَثِيرَةٌ قَالَ اللهُ تَعَالَى: مَا جَعَلَ عَلَيْكُمْ فِي الدِّينِ مِنْ حَرَجٍ وَقَالَ: يُرِيدُ اللهُ بِكُمُ الْيُسْرَ وَلَا يُرِيدُ بِكُمُ الْعُسْرَ وَتَوَاتَرَ هَذَا الْمَعْنَى فِي السُّنَّةِ


"Dördüncü vech: Rasûle ittibâ kastı güden tevilcinin hatası sebebiyle hesaba çekilmesi iki konuyu gündeme getirir: Birincisi; takatin üzerinde bir şeyle teklif edilmesi, ikincisi ise meşakkatli zor bir şeyle teklif olunmasıdır. Eğer birincisi olursa, Allah Teala'nın böyle bir şeyi yapması daha önce genişçe geçtiği üzere câiz olmaz.


Eğer değilse, bu durumda meşakkatli ve zor bir şeyle imtihan edilmesi anlamına gelir. Ki bunun da dinde varlığını Allah Teala birçok yerde nefyetmektedir. Nitekim bu hususta birçok açık nas vardır. Allah Teala şöyle buyurur: "O, dinde size bir zorluk kılmadı." Yine şöyle der: "Allah sizin için kolaylık diler, zorluk dilemez.” Bu anlamı ifade eden deliller Sünnette de tevâtüren vardır."


(Kaynak Îsâru'l-Hak, 1/397)


3- Aynı ayetin içinde yine Allah Teala şöyle demektedir: Rabbimiz! Unutur ya da hata“ / رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِن نَّسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا edersek bizi sorumlu tutma!" (Bakara, 286)


Yukarıda hatanın da cehalet sebebiyle vuku bulduğunu söylemiştik. Bu açıdan kendisine nas ulaşıp da tevil eden hatalının bağışlanması mümkün oluyorsa, aslen nassı işitmemiş olanın bağışlanmasının daha öncelikli olduğu anlaşılmaktadır.


Bakara suresinin 286. ayetinden naklettiğimiz bu duaların tamamına hadiste(Müslim hadisi) geçtiği üzere Allah Teala / "Tamam, duanızı kabul ettim" diye karşılık vermiştir. Buna göre cehalet sebebiyle vâki olan hataların, bağışlanan hataların içine dâhil olduğu anlaşılmaktadır. Öyle ki bu hususta icmâ vardır.


İbnu'l-Vezir el-Yemâni şöyle der: 


وَقَدْ أَجْمَعَتِ الْأُمَّةُ عَلَى الْعَمَلِ بِمُقْتَضَى النُّصُوصِ فِي الْإِكْرَاءِ وَالنِّسْيَانِ فَكَذَلِكَ أَخُوهُمَا وَثَالِثُهُمَا وَهُوَ الْخَطَأُ إِنْ شَاءَ اللهُ تَعَالَى بَلْ هُوَ أَكْثَرُ مِنْهُمَا ذِكْرًا وَشَوَاهِدَ فِي الْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ وَالْبَلْوَى بِهِ أَشَدُّ وَالرُّحْصَةُ إِنَّمَا تَكُونُ عَلَى قَدَرِ شِدَّةِ الْبَلْوَى


"Ümmet, nasların gereği olarak ikrah ve unutma konusunda ve üçüncüleri olan hatanın özür olarak kabul edilmesi konusun da icmâ etmiştir. Hatta hata özrü, Kitap ve Sünnette diğerlerine oranla daha çok delili olan ve zikri geçen bir özürdür. (Bu açıdan inkar edilemez.)


Nitekim ruhsatların geçerli oluşunun sıhhati, naslardaki yaygınlık ve şöhretinin oranına göredir."


(Kaynak Îsâru'l-Hak, 1/397)


4- Allah Teala şöyle buyurur:


وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَّا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ


"Hata ile yaptığınız bir işte size hiçbir günah yoktur. Sadece kasten yaptığınız şeylerde size günah vardır." (Ahzab, 5)


Bu ayetteki hatanın, bilerek günah işleme hatası olmadığı âşikârdır. Çünkü bilerek işlenenlerde kasıt olduğundan ittifaken günah vardır. Demek oluyor ki burada nefyedilen hatalar, cehalet sonucu kasıtsızca işlenen hatalardır. Zaten ayetin deva- mındaki "Sadece kasten yaptığınız şeylerde size günah vardır" ifadesi de bağışlanan hatanın kasıtsızca yapılan, yani muhalefet kastı olmadan yapılan hatalar olduğunu açıkça ortaya koymak- tadır.


5- Keza mükellef olmanın şartı olarak akıl sağlığının tam olması gerektiği hakikati de cehalet özrünün varlığı konusunda delil olmaktadır. 


Şöyle ki: Teklifin bağlı olduğu nokta teklifi idrak etmektir. Cahil ise kendisine ulaşmadığı için idrak etmemiş olmaktadır. Bu açıdan söz konusu cahiller, deliler ve çocuklarla teklifi idrak edememe hususunda ortak olmuş olurlar.


6- Aynı şekilde küfür işleme hususunda ikrahın özür olmasında da cehalet özrüne delil vardır.


Allah Teala şöyle buyurur:


مَن كَفَرَ بِاللَّهِ مِن بَعْدِ إِيمَانِهِ إِلَّا مَنْ أُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنَّ بِالإِيمَانِ


 "Kalbi imanla dolu olduğu hâlde zorlanan kimse hariç." (Nahl, 106)


Kişinin ikrah altında mazur olması, ameli yapma anında iradesi ortadan kalktığından dolayıdır. Yukarıda iradenin ancak ilimle olacağını, dolayısıyla ilimsiz iradenin olmayacağını bir nebze izah etmiştik. Bu durumda çocuk, deli, cahil ve ikrah altındaki (zorlanan) kişilerin tümü iradelerinin olmayışı konusunda aynı kategoride olmuş olurlar.


Bir illet sebebiyle herhangi bir meselede verilen hüküm, illet birliği sebebiyle başka bir meselede de bulununca söz konusu meselelerin araları hükümde eşit kılınır. Zira illetin birliği söz konusu olunca hükümlerin farklılaşması düşünülemez. Bu açıdan cahili, iradesizlik sebebiyle haklarında teklifin düştüğü diğer mazurlardan ayırmak doğru olmaz.


7- Cehalet özrü konusunda en sarih delillerden biri de belki Allah Teala'nın şu ayetidir:


وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولا.


"Biz, bir Peygamber göndermedikçe azap edici değiliz." (İsra, 15)


Günümüzde ayetin cehalet özrüne delil olması konusunda birbirinden ilginç itirazlar yapılmaktadır. Onlara göre azaptan kasıt, sadece dünyevî helaktir! Oysa gözden kaçırmamak gerekir ki geçici olan dünyevî helak bile ilmin ulaşmasına bağlı oluyorsa, ebedî olan uhrevî azabın ilmin ulaşmasına bağlı olmasının daha öncelikli olması gerekir.


İbnu'l-Kayyım (r.a.) şöyle demektedir:


فَإِذا كانَ سُبْحانَهُ لا يُهْلِكُ الْقُرَى فِي الدُّنْيا وَيُعَذِّبُ أَهْلَهَا إِلَّا بِظُلْمِهِمْ فَكَيْفَ يُعَذِّبُ فِي الْآخِرَةِ الْعَذابَ الدَّائِمَ مَنْ لَمْ يَصْدُرُ مِنْهُ ظُلْمٌ


"Madem Allah subhanehu ve teala zulmetmeleri dışında bel- de halklarına geçici olmasına rağmen dünyada azap etmiyorsa, o halde kendilerinden zulüm sadır olmadığı müddetçe âhirette daimi olan azabı nasıl etsin?"


(Kaynak Tariku'l-Hicreteyn, s. 838)


Görüldüğü gibi İbnu'l-Kayyım bu görüşün aklen doğru bir tefsir olmadığını beyan etmektedir. Üstelik ayetin lafzında azap ifadesi kayıtlanmadan mutlak olarak gelmiştir. Buradan da azap kelimesinin hem dünyevî helakı, hem de uhrevî azabı birden içerdiği anlaşılır.


Bununla ilgili olarak;


Musayere şarihlerinden Kemal İbn Ebi Şerif, İbn Hümam'ın konuyla ilgili sözlerininin şerhi sadedinde şöyle demektedir:


وَمَا كُنَّا مُعَذِّبِينَ حَتَّى نَبْعَثَ رَسُولاً وجه الإستدلال أنه نفى العذاب مطلقا في الدنيا والآخرة وذلك نفي للازم الوجوب والحرمة وانتفاء اللازم يقتضي انتفاء الملزوم وما تشبث بعضالمخالفين بحمل العذاب في الآية على عذاب الدنيا نبه على دفعه بأنه تخصيص بغير دليل بقوله: فتصيصه أي العذاب في الآية بعذاب الدنيا خلاف الفظ أى خلاف مقتضى إطلاق الفظ العذاب بلا مو


"Allah Teala şöyle buyurur: 'Biz, bir Peygamber göndermedikçe azap edici değiliz.


Ayetteki delil yaptığımız yön şudur: Allah Teala bu ayette azabı mutlak olarak ayırmadan tümünü nefyetmektedir. Bu ise vücubiyet ve haramlık bildiren gerektirici lazımı nefyetmek anlamına gelmektedir. Lazımın nefyi ise melzumun da nefyini gerektirmektedir.


(Buradaki söz konusu lazım, hüccet; melzum ise onun karşılığı olan ceza veya mükafâttır.)


 Bazı kişilerin ayetteki azabın dünyevî azap olduğuna tutunmalarına cevaben İbn Hümam bunun ayetteki mutlak ifadeyi delilsiz bir şekilde tahsis etmek olduğuna şöyle diyerek tenbihte bulunmuştur: Azabın delilsiz bir şekilde dünya azabı olarak tahsis edilmesi lafzın hilafınadır.' Yani ayetteki mutlak lafzın muktedasının delilsiz olarak hilafınadır."


(Kaynak El-Musamera, el-Museyera'nın Şerhi, s. 161)


Görüldüğü gibi oradaki azabın dünyadaki helak olarak alınmasının usul kaideleri açısından lafzen de mümkün olmadığı beyan edilmektedir.


8- Allah Teala yine şöyle der:


وَمَا كَانَ اللهُ لِيُضِلَّ قَوْمًا بَعْدَ إِذْ هَدَاهُمْ حَتَّى يُبَيِّنَ لَهُم مَّا يَتَّقُونَ إِنَّ اللَّهَ بِكُلِّ


شَيْءٍ عَلِيمٌ


"Doğru yola ilettikten sonra, sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe, Allah bir toplumu saptıracak değildir. Şüphesiz Allah her şeyi hakkıyla bilendir." (Tevbe, 115)


Âyetteki “sakınacakları şeyleri kendilerine apaçık bildirmedikçe” ifadesinde cehalet özrüne delil vardır. Çünkü cehalet, sakınılacak şeyleri aslen bilmemek demektir. Esasen Kuran ve Sünnette cehalet özrüne delâlet eden nasların sayısı, sayılamayacak kadar çoktur. Örneğin cehennem ehline uyarıcı olarak geldiğini ifade eden nasların tümü, istisnasız cehalet özrüne delil olan naslardır. 


Şu ayetlerde olduğu gibi: 


“Peygamberlerden sonra insanların Allah’a karşı bir bahaneleri olmasın.” (Nisa, 165) 


“Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran Peygamberler gelmedi mi?” (En’am, 130)


 “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti.” (Furkan, 37) 


“Size, içinizden, Rabbinizin ayetlerini size okuyan ve bu gününüzle karşılaşacağınız hakkında sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” (Zümer, 71) 


“Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine ayetlerimizi okuyan bir Peygamber göndermedikçe oraları helâk edici değildir.” (Kasas, 59)


 “Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, ‘Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?’ diye sorarlar.” (Mülk, 8) 


“Onlar da şöyle derler: ‘Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve Allah hiçbir şey indirmemiştir’ dedik.” (Mülk, 9)


Eğer biz onlara, Kuran’ı indirmeden önce, onları bir azapla yok etmiş olsaydık, kıyamet günü onlar, ‘Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber gönderseydin de alçalıp zillete uğramadan, ayetlerine uysaydık ne iyi olurdu!’ diyeceklerdi.” (Tâhâ, 134) 


“Kendi yaptıkları sebebiyle başlarına bir musibet gelip de, ‘Ey Rabbimiz! Bize bir Peygamber gönderseydin de âyetlerine uysaydık ve müminlerden olsaydık’ diyecek olmasalardı, seni peygamber olarak göndermezdik” (Kasas, 47)


Tüm bu ayetler de aynı şekilde azabı hak eden kişilere uyarıcı geldiğini, uyarıcının gelmemesi durumunda ise Allah Teala’nın huzurunda bunu bir bahane/koz olarak sürmek suretiyle mazur olacaklarını göstermektedirler. Kendisine uyarıcı gelmediği halde azabı hak eden birinin olacağına delâlet eden bir tanecik bile açık nas yoktur. Biz, cehalet özrü konusunda delil olabilecek naslardan sadece bu kadarını getirmekle yetiniyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cengiz Han'ın "El-Yasek" adlı kanun kitabı ile hükmedip tekfir edilişi'nin tahlili

TAĞUTA MUHAKEME İLE İLGİLİ ALİMLERDEN NAKİLLER

Ölüler ile İstiğase'nin Hükmü