TAĞUTA MUHAKEME İLE İLGİLİ ALİMLERDEN NAKİLLER




 TAĞUTA MUHAKEME İLE İLGİLİ ALİMLERDEN NAKİLLER


1.NAKİL


İbn Hazm (r.a.)  Tağuta Muhakeme Meselesi Hakkında şöyle demektedir:


 فَيُمْكِنُ أَنْ يَكُونَ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَرَادُوا التَّحَاكُمَ إِلَى الطَّاغُوتِ لَا إِلَى النَّبِيِّ مُظْهِرِينَ لِطَاعَةِ رَسُولِ اللهِ ﷺ عُصَاةٌ بِطَلَبِ الرُّجُوعِ فِي الْحُكْمِ إِلَى غَيْرِهِ غَيْرَ مُعْتَقِدِينَ لِصِحَّةِ ذَلِكَ، لَكِنْ رَغْبَةً فِي اتَّبَاعِ الْهَوَى فَلَمْ يَكُونُوا بِذَلِكَ كُفَّارًا بَلْ عُضاةً


فَنَحْنُ نَجِدُ هَذَا عَيَانًا عِنْدَنَا فَقَدْ نَدْعُو نَحْنُ عِنْدَ الْحَاكِمِ إِلَى الْقُرْآنِ وَإِلَى سُنَّةِ رَسُولِ اللهِ ﷺ الثَّابِتِ عَنْهُمْ بِإِقْرَارِهِمْ فَيَأْبَوْنَ ذَلِكَ وَيَرْضَوْنَ بِرَأْي أَبِي حَنِيفَةَ وَمَالِكِ وَالشَّافِعِي، هَذَا أَمْرٌ لَا يُنْكِرُهُ أَحَدٌ، فَلَا يَكُونُونَ بِذَلِكَ كُفَّارًا


"Şu, Rasûle itaati izhar ettikleri halde Nebi'ye değil de tağuta muhakeme olmak isteyen kişilerin, yaptıklarının sıhhatine itikat etmeden hükümde başkasına rücu etmelerine rağmen, hevâlarına uymakla ;


______________


***KAFİR OLMAMALARI MÜMKÜNDÜR 

 BİLAKİS BUNLAR SADECE ASİ OLURLAR, KAFİR DEĞİL.***


__________________


Nitekim bu gibi durumlara biz, yanımızda da çokça şahit olmaktayız. 


Mesela bazı kişileri, sâbit olduklarını kendilerinin de kabul ettikleri Kuran'dan ve Rasûlullah'ın sünnetinden sâbit olan şeylere davet ettiğimizde, yüzçevirerek Ebu Hanife'nin, Mâlik'in ve Şafiî'nin sözlerine râzı oluyorlar. 


Bu, kimsenin inkar edemeyeceği kadar çokça karşılaştığımız bir şeydir. 


BUNUNLA BİRLİKTE BÖYLE YAPANLAR KAFİR OLMAZLAR.


(Kaynak İbn Hazm El  Muhalla, 6/58)


==========================================


2.NAKİL


Bu fetva hicri 9.yüzyılda yaşamış büyük Maliki Fakihi Ebü'l-Kasım el-Burzüli'ye (rha) ait bir fetva.|


للنظر في الأحكام أن لا يجوز حكم الولاة، وإن لم يكن لها قاض أن يجوز حكمهم لما للناس في ذلك من الرفق، وهو أحسن الأقوال إذ تولية القاضي مع القائد دليل على أنه حجر عليه النظر في الأحكام (2). و انا يول معه سين اكم


وجب


قلت: انظر ما يقع اليوم بتونس يقدم فيها حاكم الليل (3) وصاحب الحسبة وأمناء الأسواق وحكام الفحص، هل يجري حكمهم على هذا الخلاف المتقدم أو لا يجري؟ لأن أكثرهم معروفون بالجور والظلم والتسبب في أخذ أموال الناس بغير حق، ولا يحكمون بحق ولا تجري أحكامهم على شرع بل على فراسات وتأويلات وأهوية. وهذا هو الظاهر أنها مردودة مطلقاً. ولهذا جرت العادة في من ثبت أنه دعاه إليهم أن القاضي يؤدبه لأنه عرض بظلمه عند هذا الجائر، لا سيما إذا دعاه خصمه للقاضي فيدعوه هو لهؤلاء الحكام.


وكان بعض من لقيناه ممن يقتدى به يأمر بعض من ثبت له حق بأن يوصله


(1) سقط العلم في أ و ب وثبت في ج .


(2) خمس جمل سقطت من ب .


(3) كذا بجميع الأصول، ولعل صوابها : حاكم البلد.


إلى هؤلاء الحكام يقول لأنه أخبر في القضية وهم أهيب من القاضي لا سيما إذا كان يعسر الوصول إلى القاضي إلا بمشقة، وإن بلغ إليه فلا يخلص عن قرب وربما وقعت عليه الشدة منه، وربما جزع منه صاحب الحق لقوة طريقة القاضي وكثرة أعوانه فيتخلط الأمر عليه وينسى حجته وتدحض من شدة ما يلاقي .


وإذا ثبتت هذه الأشياء وكان يعلم أن خصمه لا يظلم عند العالم بل يتوصل إلى حقه بسطوة الوالي فيكون حينئذ مندوحة. وهذا كله قد جرب ووقع


وارتضاه شيخنا الإمام، وربما فعله في بعض حقوقه .


ات في إمام وتغلب على بس


فقضى ثم ظهر عليه فأقضيته ماضية إن كان عدلاً إلا خطأ لا اختلاف فيه. وكل


قضاء يحق لا يحل فسخه .


قال شيخنا : لم يجعلوا قبوله الولاية للمتغلب المخالف على الإمام جرحة


لخوف تعطيل الأحكام .


قلت : حكى القاضي في المدارك اختلاف الرواية عن مالك في من ولاه سلطان جائر فأظن أنه حكى من رواية ابن فروخ عدم مضي أحكامه، وحكى من رواية ابن غانم مضي أحكامه وكذا أحفظ في أهل الرجل أو من هو تحت ولايته. ابن حفصون: إنه لا تجوز شهادتهم ولا خطاب قضاتهم.


وكذا عندنا في قوصرة (1) كانوا لا يجيزون خطاب قاضيها ولا شهادة أهلها لأنهم رضوا أن يكونوا تحت إيالة النصارى. وقد مر في الجهاد خلاف في استباحة أموالهم حكماً لها بحكم الدار أو احترامها بحكم إسلامهم، والأول


أصح كمن خرج من دار الحرب وترك أهله وولده.


وسئل المازري عن أحكام تأتي من صقلية من عند قاضيها وشهادة عدول فيها، هل يقبل ذلك أم لا ؟ مع أنها ضرورة ولا يدري إقامتهم هناك تحت أهل


الكفر هل هو اضطرار أو اختيار ؟


(1) جزيرة قرب الشواطيء الشمالية للبلاد التونسية .


Eğer bu durumlar sabit olursa ve hakimin karşı tarafa zulmetmeyeceğini biliyorsa, YALNIZCA


VALİNİN ELİNDEKİ GÜÇTEN YARARLANARAK KENDİ HAKKINA ULAŞACAĞINI


BİLİYORSA, bu halde bunu yapmak için ona ruhsat vardır. Bunların hepsi sınanmıştır.


Şeyhimiz el-Imam (ibn Arafe) de bu görüştedir, ve hatta kendisi de bazı durumlarda kendi hakları için böyle yapmıştır."


Kaynak: [Fetava el-Burzüli, 4/48-49]


==========================================


Hükümlerle ilgili olarak, valilerin hüküm vermesinin caiz olmadığı görüşü bulunmaktadır. Ancak, eğer bir yerde kadı (yargıç) bulunmuyorsa, insanların işlerinin kolaylaştırılması için valilerin hüküm vermesinin caiz olduğu da söylenmiştir. Bu görüş, en güzel görüşlerden biri olup, kadının vali ile birlikte atanmasının, valinin hüküm verme yetkisinin kısıtlandığının bir delili olduğu ifade edilmiştir.


Ben de diyorum ki: Bugün Tunus’ta olanlara bir bakın! Orada "gece hakimi" (hâkimü'l-leyl), hisbe görevlisi (ahlâk zabıtası), çarşı ve pazar güvenlik sorumluları ile denetleyici hakimler görevlendirilmektedir. Acaba onların hükümleri, önceki ihtilaflı görüşler çerçevesinde değerlendirilir mi, yoksa edilmez mi? Çünkü onların çoğu zulüm ve haksızlıklarıyla tanınmakta, insanların mallarını haksız yere almalarına sebep olmakta, adaletle hükmetmemekte ve hükümleri şeriata değil, kişisel tahminlere, yorumlara ve arzulara dayanmaktadır. Görünen odur ki, bu tür hükümler kesin olarak reddedilir.


Bu yüzden, bir kimse bir davayı böyle zalim yöneticilere götürdüğü tespit edilirse, kadı onu cezalandırır. Çünkü bu kişi, kendisine yapılan zulmü bu zalim yöneticiler huzurunda şikâyet etmekle, kendini onların adaletine teslim etmiş olmaktadır. Hele ki, hasmı onu kadıya çağırdığı hâlde, o gidip bu tür yöneticilere başvurursa, durum daha da vahimdir.


Görüştüğümüz ve örnek aldığımız bazı âlimler, hak sahibi olan birine, davasını bu tür yöneticilere götürmesini tavsiye ediyorlardı. Çünkü bu yöneticiler meseleleri daha hızlı çözüyor ve onların önünde konuşmak, kadının huzurunda konuşmaktan daha az ürkütücü olabiliyordu. Hele ki, kadıya ulaşmak zor ve zahmetli olduğunda, oraya ulaşan kişi bile kadının karşısında zor durumda kalabiliyor, kadının heybetinden ve güçlü yardımcılarından etkilenerek şaşırıyor, delillerini unutuyor ve davasını gerektiği gibi savunamıyordu.


Bu durum kesinleştiğinde ve bir kimse, hasmının âlim bir kadının huzurunda zulme uğramayacağını, sadece valinin otoritesiyle hakkına kavuşacağını biliyorsa, bu durumda mesele farklı değerlendirilebilir. Bu tür olaylar yaşanmış ve büyük âlimlerimiz tarafından kabul edilmiş, hatta bazıları kendi alacaklarını bu yolla tahsil etmiştir.


Eğer bir kimse imam olarak ortaya çıkar ve bir bölgeye hâkim olur, ardından bir başkası gelip onu devrerse, onun hâkimiyet dönemindeki hükümleri geçerli olur. Ancak, yanlış bir karar vermişse bu farklıdır. Ve her adil hüküm geçerlidir; onun bozulması caiz değildir.


Şeyhimiz şöyle demiştir: Bir kimsenin, zalim bir yönetici tarafından görevlendirilmesini, onun yargı yetkisini kabul etmesini bir kusur (cerh) olarak değerlendirmemişlerdir. Çünkü bu, hükümlerin uygulanmasının sekteye uğramaması içindir.


Ben de diyorum ki: Kadı, el-Medârik adlı eserinde, zalim bir sultanın atadığı kişinin hükümlerinin geçerliliği konusunda İmam Mâlik’ten farklı rivayetler aktarmıştır. Sanırım İbn Ferûh'un rivayetinde bu hükümlerin geçerli olmadığı belirtilirken, İbn Ganem’in rivayetinde geçerli olduğu söylenmiştir. Aynı şekilde, bir adamın ailesi veya velayeti altındaki kişiler hakkında hüküm vermesi meselesinde de ihtilaf edilmiştir.


İbn Hafsûn, onların şahitliklerinin kabul edilmediğini ve kadılarının hükümlerinin geçersiz olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde, Kavsara bölgesinde de kadılarının hükümleri ve halkının şahitlikleri kabul edilmezdi. Çünkü onlar, Hristiyanların yönetimi altında yaşamayı kabul etmişlerdi.


Bu konuda cihad kitaplarında farklı görüşler bulunur: Onların mallarının, yaşadıkları bölgenin dârü’l-harb (İslam hukuku açısından düşman bölgesi) kabul edilmesi sebebiyle helal olduğu görüşü mü tercih edilir, yoksa Müslüman oldukları için mallarının korunması gerektiği mi? Birinci görüş daha güçlüdür. Nitekim bir kimse, dârü’l-harb’den çıkıp ailesini ve çocuklarını orada bırakırsa, onların mallarının hükmü de tartışmalıdır.


İmam el-Mâzirî'ye, Sicilya’daki kadıdan gelen hükümler ve oradaki adil şahitler tarafından verilen ifadeler hakkında soru sorulmuştur: Acaba bunlar kabul edilir mi, edilmez mi? Çünkü orada yaşayanların, kâfirlerin idaresi altında olmalarının zorunluluktan mı yoksa kendi seçimlerinden mi kaynaklandığı bilinmemektedir.


Kaynak: [Fetava el-Burzüli, 4/48-49]


==========================================


3.NAKİL


Şeybani Şöyle Demiştir:


وأما الرضا بنبيه رسولا : فيتضمن كمال الانقياد له والتسليم المطلق إليه، بحيث يكون أولى به من نفسه. فلا يتلقى الهدى إلا من مواقع كلماته. ولا يحاكم إلا إليه. ولا يحكم عليه غيره، ولا يرضى بحكم غيره ألبتة. لا في شيء من أسماء الرب وصفاته وأفعاله. ولا في شيء من أذواق حقائق الإيمان ومقاماته. ولا في شيء من أحكام ظاهره وباطنه. لا


يرضى في ذلك بحكم غيره. ولا يرضى إلا بحكمه. فإن عجز عنه كان تحكيمه غيره من


باب غذاء المضطر إذا لم يجد ما يقيته إلا من الميتة والدم. وأحسن أحواله: أن يكون من


باب التراب الذي إنما يتيمم به عند العجز عن استعمال الماء الطهور


 "Bir Müslüman, diğerine bir emanet verirse, emaneti alan kişiye sefere çıktığında emaneti yanında götüremesine izin verirse, bundan sonra emaneti alan kişi mürted olur ve darulharbe kaçarsa, emanetin sahibi de peşine takılır ve mali ondan isterse, sonra ikisi de o ülkenin sultânına muhasame olurlarsa, Müslüman kişi de ona sahip olamazsa, sonra o ülkedekiler Müslüman olurlarsa, o emanet, emaneti veren kişinindir, diğeri o emanete sahip olamaz.


Kaynak İmam Muhammed 2.Cilt Sayfa 171


==========================================


4.NAKİL


İz Bin Abdüsselam Bir Fetvasında Diyor Ki 


قاعدة في تعذر العدالة في الولايات


قاعدة: إذا تعذرت العدالة في الولاية العامة والخاصة بحيث لا يوجد عدل، ولينا أقلهم فسوقا وله أمثلة: - أحدها: إذا تعذر في الأئمة فيقدم أقلهم فسوقا عند الإمكان، فإذا كان الأقل فسوقا يفرط في عشر المصالح العامة مثلا وغيره يفرط في خمسها لم تجز تولية من يفرط في الخمس فما زاد عليه، ويجوز تولية من يفرط في العشر، وإنما جوزنا ذلك لأن حفظ تسعة الأعشار بتضييع العشر أصلح للأيتام ولأهل الإسلام من تضييع الجميع، ومن تضييع الخمس أيضا، فيكون هذا من باب دفع أشد المفسدتين بأخفهما، ولو تولى الأموال العامة محجور عليه بالتبذير نفذت تصرفاته العامة إذا وافقت الحق للضرورة، ولا ينفذ تصرفه لنفسه، إذ لا موجب لإنقاذه مع خصوص مصلحته، ولو ابتلي الناس بتولية امرأة أو صبي مميز يرجع إلى رأي العقلاء فهل ينفذ تصرفهما العام فيما يوافق الحق


ر الأجناد وتولية القضاة والولاة؟ ففى ذلك وقفة.


ولو الكفار على إقليم عظيم فولوا القضاء لمن يقوم بمصالح المسلمين العامة، فالذي يظهر إنفاذ ذلك كله جلبا للمصالح العامة ودفعا للمفاسد الشاملة، إذ يبعد عن رحمة الشرع ورعايته لمصالح عباده تعطيل


Adaletin Yönetimlerde Gerçekleşmesinin İmkânsızlığı Üzerine Bir Kural


Kural: Eğer genel veya özel yönetimde adaletin sağlanması imkânsız hâle gelirse ve adil bir yönetici bulunamazsa, en az günahkâr olanı yönetici olarak tayin ederiz. Bu kuralın bazı örnekleri şunlardır:


Birinci örnek: Eğer devlet başkanları arasında tamamen adil bir kişi bulunamazsa, mümkün olduğunca en az günahkâr olanı öne çıkarılır. Mesela, en az günahkâr olan kişi kamu yararına yönelik on meseleyi ihmal ediyorsa, fakat diğer bir aday bu türden beş meseleyi ihmal ediyorsa, o zaman beş meseleyi ihmal eden kişiyi yönetici yapmak caiz olmaz. Ancak on meseleyi ihmal edenin yönetici yapılması caizdir. Çünkü kamu yararına yönelik dokuz meselenin korunması, tamamının kaybedilmesinden veya beş meselenin kaybedilmesinden daha faydalıdır. Bu durum, daha büyük zararı önlemek için daha küçük zararın göze alınması kaidesine dayanır.


İkinci örnek: Eğer kamu mallarını yönetmekle görevli kişi israf etme alışkanlığı sebebiyle kısıtlanmış (mahcur) biri olsa bile, yaptığı işlemler zaruret gereği ve hakkaniyete uygun olduğu sürece geçerli sayılır. Ancak kendi şahsı için yaptığı tasarruflar geçerli olmaz, çünkü bu durumda sadece kendi özel menfaati söz konusudur ve bunu geçerli saymayı gerektiren bir zaruret yoktur.


Üçüncü örnek: Eğer insanlar, yönetici olarak bir kadın veya temyiz gücüne sahip bir çocuğun atanması gibi bir durumla karşı karşıya kalırlarsa, bu kişilerin genel kamu yararına yönelik tasarruflarının geçerli olup olmayacağı konusunda akil insanların görüşüne başvurulmalıdır. Özellikle askerlerin yönetimi, kadıların (hâkimlerin) ve valilerin atanması gibi hususlarda bu durum tartışmalıdır.


==========================================


Dördüncü örnek: 


****Eğer kâfirler büyük bir bölgeyi ele geçirip Müslümanların kamu yararını koruyacak bir hâkim atarlarsa, görünen odur ki, kamu menfaatlerini gözetmek ve büyük zararları önlemek amacıyla bu atamaların geçerli sayılması gerekir.****


 ===Çünkü şeriatın rahmet ve hikmeti, kullarının maslahatını gözetmeyi gerektirir ve bu maslahatın tamamen ortadan kaldırılması düşünülemez.===


Kaynak =Kavaidul Ahkam Kitabı 1.Cilt Sayfa 85


==========================================


5.NAKİL


İbn Kayyım Diyor Ki 


وأما الرضى بنبيه رسولاً : فيتضمن كمال الانقياد له والتسليم المطلق إليه، بحيث يكون أولى به من نفسه فلا يتلقى الهدى إلا من مواقع كلماته. ولا يحاكم إلا إليه. ولا يحكم عليه غيره، ولا يرضى بحكم غيره البتة. لا في شيء من أسماء الرب وصفاته وأفعاله. ولا في شيء من أذواق حقائق الإيمان ومقاماته. ولا في شيء من أحكام ظاهره وباطنه لا يرضى في ذلك بحكم غيره. ولا يرضى إلا بحكمه. فإن عجز عنه كان تحكيمه غيره من باب غذاء المضطر إذا لم يجد ما يقيته إلا من الميتة والدم وأحسن أحواله : أن يكون من باب التراب الذي إنما يتيمم به عند العجز عن استعمال الماء


الطهور


O'nun nebisinden elçi olarak razı olmaya gelince bunun mahiyeti ona kamil bir şekilde boyun eğmek ve mutlak bir şekilde ona teslim olmaktır.


Öyle ki Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendine nefsinden daha sevimli olsun, hidayeti ancak onun sözlerinde anlasın, ANCAK ONA MAHUKEME OLSUN VE BAŞKASINI ONUN ÜZERİNE HAKİM ETMESİN.Ne Allah'ın adları, sıfatları ve fiillerinde, ne imanın hakikatinin tadı ve makamlarından bir şey hakkında ne de zahiri ve batini hükümlerinden herhangi birşey hakkında başkasının hükmüne hiçbir şekilde razı olmasın. Bütün bunlarda ancak onun hükmüne razı olsun.


KİM BUNDAN ACİZ KALIP BAŞKASINA MUHAKEME OLMAK DURUMUNDA KALIRSA


O SANKİ MECBUR KALIP LEŞ VE KANDAN BAŞKA BİR ERZAK YAPAMAYANIN HALİ GİBİDİR.


En güzel durum ise temiz sudan istifade edemediği zaman teyyemüm edilen toprak gibi olmasıdır. (KAYNAK MEDARİCU'S-SALİKİN:C:2-S:171)


==========================================


6.NAKİL


İbn Teymiyye Minhacı Sünnede Örf Ve Adetler İle Hükmeden Aşiret Büyüklerine Muhakeme Olanlar Hakkında Diyor Ki :


ولا ريب أن من لم يعتقد وجوب الحكم بما أنزل الله على رسوله (٢) فهو كافر، فمن استحل أن يحكم بين الناس بما يراه هو عدلا من غير اتباع لما أنزل (۳) الله فهو كافر : فإنه ما من أمة إلا وهي تأمر بالحكم بالعدل، وقد يكون العدل في دينها ما رآه أكابرهم، بل كثير من المنتسبين إلى الإسلام يحكمون بعاداتهم التي لم ينزلها الله سبحانه وتعالى، كسوالف البادية، وكأوامر المطاعين فيهم (٤) ، ويرون أن هذا هو الذي ينبغي


الحكم به دون الكتاب والسنة.


وهذا هو الكفر، فإن كثيرا من الناس أسلموا، ولكن مع هذا لا يحكمون إلا بالعادات


الجارية لهم التي يأمر بها المطاعون، فهؤلاء إذا عرفوا أنه لا يجوز الحكم إلا بما أنزل الله


فلم يلتزموا ذلك، بل استحلوا أن يحكموا بخلاف ما أنزل الله فهم كفار، وإلا كانوا


جهالا، كمن تقدم أمرهم (ه) .


وقد أمر الله المسلمين كلهم إذا تنازعوا في شيء أن يردوه إلى الله


والرسول، فقال تعالى: {يا أيها الذين آمنوا أطيعوا الله وأطيعوا الرسول وأولي الأمر منكم


فإن تنازعتم في شيء فردوه إلى الله والرسول إن كنتم تؤمنون بالله واليوم الآخر ذلك خير وأحسن تأويلا} [سورة النساء ٥٩] . وقال تعالى: {فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم ثم لا يجدوا في أنفسهم حرجا مما قضيت ويسلموا تسليما} [سورة النساء ٦٥] فمن لم يلتزم تحكيم (١) الله ورسوله فيما شجر بينهم فقد أقسم الله بنفسه أنه لا يؤمن، وأما من كان ملتزما لحكم الله ورسوله باطنا وظاهرا ، لكن عصى واتبع هواه، فهذا بمنزلة أمثاله من العصاة.


وهذه الآية مما يحتج بها الخوارج على تكفير ولاة الأمر الذين لا يحكمون بما أنزل الله


ثم يزعمون أن اعتقادهم هو حكم الله. وقد تكلم الناس بما يطول ذكره هنا، وما


Yüce Allah Nebî sallallahu aleyhi ve sellem için Kur'ân'da bir şerîat ve minhâc belirlemiş, ona Allah'ın indirdikleriyle hükmetmesini emretmiş, Allah'ın indirdiklerinin bir kısmında kâfirlerin kendisini fitneye düşürmelerinden sakındırmış, bunun Allah'ın hükmü olduğunu ve ondan başkasına yönelenin câhiliyye hükmüne yönelmiş olacağını haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir." [Mâide, 44]


Şüphe yok ki Allah'ın, Rasûlüne indirdikleriyle hükmetmenin vâcibliğine i'tikâd etmeyen kâfirdir. Her kim Allah'ın indirdiğine tâbi olmaksızın kendi görüşüyle adâlet olarak değerlendirdiği şeyle hükmetmeyi istihlâl ederse (helâl görürse) kâfirdir. Şüphesiz ki her ümmete adâlet ile hükmetmesi emrolunmuştur ve o dînde adâlet, büyüklerinin görüşünde olabilir.


Hatta İslâm'a müntesib olan pek çok kimse Allah subhânehu'nun indirmediği adetlerle meselâ gelenek ve törelerle ya da içlerindeki aşiret büyüklerinin emri ile hükmetmekte; Kitâb ve Sünnet ile değil, onlarla hükmetmeyi uygun görmektedirler. İşte küfür olan budur! Şüphesiz ki insanlardan bir çoğu müslüman oldukları hâlde ancak aşîret büyüklerinin kendilerine emrettiği cârî âdetlerle hükmetmektedirler. Eğer onlar Allah'ın indirdiğinden başkası ile hükmetmenin câiz olmadığını bilmelerine rağmen ona iltizâm etmiyor tam aksine ona muhâlif olanla hükmetmeyi istihlâl ediyorlarsa kâfirdirler. Yok böyle değilse -daha önce de geçtiği gibi- câhildirler.


Allah müslümanların tümüne her hangi bir şeyde ihtilâfa düştüklerinde onu Allah'a ve Rasûlü'ne döndürmeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey îmân edenler! Allah'a itaat edin, Rasûle de itaat edin, sizden olan yöneticilere de (itaat edin). Eğer bir hususta ayrılığa düşerseniz, eğer Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız onu Allah'a ve Rasûlü'ne götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de sonuç olarak daha güzeldir." [Nisâ, 59]


Yine şöyle buyurur: "Hayır! Rabbine yemîn olsun ki aralarındaki ihtilâflarda seni hakem kılmadıkça  ve sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar." [Nisâ, 65]


O hâlde her kim aralarındaki ihtilâfta Allah'ın ve Rasûlü'nün hüküm vermesine iltizâm etmezse muhakkak ki Allah onun mü'min olmadığına dâir kendi zâtına yemîn etmiştir. Allah'ın ve Rasûlü'nün hükmüne bâtınen ve zâhiren iltizâm eden ancak isyân edip hevâsına tâbi olana gelince, bunun konumu diğer günahkarların konumuyla aynıdır.


Bu âyet, Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyen yöneticilerin tekfîr edilmesi hakkında Hâricîlerin öne sürdüğü delîllerden biridir. Sonra da onlar, (yöneticilerin tekfîrine dâir) bu inançlarının Allah'ın hükmü olduğu iddia etmişlerdir.»


Kaynak Minhacı Sünne Cild 5 sayfa 131


7.NAKİL


İmam Buharinin Nkalettiği Bir Hadiste Allahın İndirdiği Hükmü Dışında Bir Hüküm İle Muhakeme Olan Ve Hükümden Rücu Eden Adam Hakkında Allah Rasülünün Muamelesi Şu Şekilde Naklediliyor 


حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ، أَنْبَا سُفْيَانُ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، عَنْ عُتْبَةَ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، وَزَيْدِ بْنِ خَالِدٍ، وَشِبْلِ بْنِ مَعْبَدٍ، قَالُوا : كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَامَ رَجُلٌ فَقَالَ : أَنْشُدُكَ اللَّهَ أَلَّا قَضَيْتَ بَيْنَنَا بِكِتَابِ اللَّهِ فَقَامَ خَصْمُهُ وَكَانَ أَفْقَهَ مِنْهُ فَقَالَ : صَدَقَ اقْضِ بَيْنَنَا بِكِتَابِ اللَّهِ وَائْذَنْ لِي فَقَالَ : قُلْ، فَقَالَ : إِنَّ ابْنِي كَانَ عَسِيفًا عَلَى هَذَا وَإِنَّهُ زَنَى بِامْرَأَتِهِ فَافْتَدَيْتُ مِنْهُ بِمِائَةِ شَاةٍ وَخَادِمٍ، ثُمَّ سَأَلْتُ رِجَالًا مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ، فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى ابْنِكَ جَلْدَ مِائَةٍ وَتَغْرِيبَ عَامٍ، وَعَلَى امْرَأَةِ هَذَا الرَّجْمَ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَأَقْضِيَنَّ بَيْنَكُمَا بِكِتَابِ اللَّهِ الْمِائَةُ شَاةٍ وَالْخَادِمُ رَدُّ عَلَيْكَ، وَعَلَى ابْنِكَ جَلْدُ مِائَةٍ وَتَغْرِيبُ عَامٍ ، وَاغْدُ يَا أُنَيْسُ عَلَى امْرَأَةِ هَذَا فَإِنِ اعْتَرَفَتْ فَارْجُمْهَا، فَغَدَا عَلَيْهَا فَاعْتَرَفَتْ فَرَجَمَهَا


315- Ebu Hureyre, Zeyd b. Hâlid ve Şibl b. Ma'bed (radiyallahu anhum) dediler ki:


"Biz Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanındaydık. Bir adam kalkıp dedi ki:


"Allah için aramızda Allah'ın kitabıyla hükmetmeni istiyorum." Bunun üzeri-ne onun kendisinden daha fakih olan hasmı da kalktı, dedi ki:


"Doğru söyledi! Aramızda Allah'ın kitabıyla hükmet ve konuşmama izin ver."


Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):


"Konuş" buyurdu. Dedi ki: "Benim oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zina etti. Bu hasmım oğlumun cezasının taşlanarak öldürülme olduğunu barna haber verince, ben yüz koyun ve bir hizmetçi vererek oğlumu kurtardım. Sonra bunu ilim ehlinden bir adama sordum. O bana oğlumun cezasının yüz sopayla bir yıl sürgün olduğunu, bu adamın karısının cezasının ise recm olduğunu haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:


"Nefsim elinde olana yemin ederim ki, aranızda elbette Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim. Yüz koyunla hizmetçiyi sana iade edecek, oğluna da yüz so-payla bir yıl sürgün cezası verilecektir. Ey Uneys! Kadına git, eğer itiraf ederse onu recmet." Uneys gitti, kadın itiraf edince onu recmetti."


8.NAKİL


İmam Malik’in miras konusundaki bir fetvası ve İbn Hazm’ın yorumu:


İbni Hazm dedi ki:


وقال أبو حنيفة : مَوَارِيتُ أهْل الدَّمَّةِ مَقْسُومَة عَلى أحْكَامٍ دِينِهِمْ ، إِلَّا أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَيْنَا .


وقال مالك : تَقْسِيمُ مَوَارِيثِ أَهْلِ الْكِتَابِ عَلَى حُكْمِ دِينِهِمْ ، سَوَاءٌ أَسْلَمَ أَحَدُ الْوَرَثَةِ قَبْلَ القِسْمِ ، أَوْ لَمْ يُسْلِمْ . وَأَمَّا غَيْرُ أهْلِ الْكِتَابِ : فَمَنْ أَسْلَمَ مِنْهُمْ مِنْ الْوَرَثَةِ بَعْدَ القِسْمَةِ فَلَيْسَ لَهُ غَيْرُ مَا أَحَدٌ ، وَمَنْ أَسْلَمَ مِنْهُمْ قَبْلَ القِسْمَةِ : قَسَمَ عَلَى حُكْمِ الإسلام ، وقال الشافعي وَأَبُو سُلَيْمَانَ كَقَوْلِنَا


قال أبو محمد : أمَّا تَفْسِيمُ مَالِكَ : فَفِي غَايَةِ الفَسَادِ ، لأَنَّهُ لمْ يُوجِبُ الفَرْقَ الَّذِي ذُكِرَ قُرْآنٌ ، وَلَا سُنَّة ، وَلا روَايَة سَقِيمَةٌ ، وَلا دَلِيلٌ ، وَلا إِجْمَاعٌ ، وَلا قَوْلُ صَاحِبٍ ، وَلَا قِيَاسٌ ، وَلَا رَأَيِّ لَهُ وَجْهٌ ، وَمَا تَعْلَمُهُ ، عَنْ أَحَدٍ قَبْلَ مَالِكٍ


وَأَمَّا قَوْلُ أَبِي حَنِيفَة وَمَا وَافِقهُ فِيهِ مَالِكٌ : فقد ذكرنا إبطالهُ ، وَمَا فِي الشَّيْعَةِ أَعْظُمُ مِنْ تَحْكِيمٍ الكُفْرِ وَالْيَهُودِ وَالنَّصَارَى عَلَى مُسلِم ، إِنَّ هَذَا لَعَجَبٌ . وَمَا عَهِدْنَا قَوْلَهُمْ فِي حُكْمِ بَيْنَ مُسْلِمٍ وَذِمِّي إِلَّا أَنَّهُ يُحْكَمُ فِيهِ ، وَلا بُدَّ بِحُكْم الإسلام إلا هَاهُنَا ، فَإِنَّهُمْ أَوْجَبُوا أَنْ يُحْكَمَ عَلَى الْمُسْلِمِ وَهُوَ كَمَا بحكم الشَّيْطَانِ فِي دِينِ الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى ، لَا سِيمَا إِنْ أَسْلَمَ الْوَرَثَةَ كُلُّهُمْ ، فَلَعَمْرِي إِنَّ اقْتِسَامَهُمْ مِيرَاثُهُمْ يقول دكريز) القوطي) و (هلال اليَهُودِي لَعَجَبٌ ، نَعُودُ بِاللَّهِ مِنْهُ ، عَلَى أَنَّهُ قدْ جَاءَ فِي هَذَا أَتْرَانِ يَحْتَجُّونَ بِأَضْعَفَ مِنْهُمَا ، وَبِاسْنَادِهِمَا نَفْسِهِ ، إِذَا وَافَقَ تَقْلِيدَهُمْ ، وَهُوَ رُوِّينَا مِن طريق أبي دَاوُدَ ، حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ يَعْقُوبَ ، حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ دَاوُدَ ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ مُحَمَّدُ بْنُ مُسْلِمِ الطَّائِفِيُّ ، عَنْ عَمْرو بن دينار ، عَنْ أَبِي الشَّعْتَاءِ ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، قَالَ : قَالَ النَّبِيِّ مِ : كُلِّ قسم قَسمَ فِي الجَاهِلِيَّةِ فَهُوَ عَلَى قِسْمَةِ الْجَاهِلِيَّةِ ، وَإِنَّ مَا أَدْرَكَ إِسْلَامٌ وَلَمْ يُقْسَمْ فَهُوَ عَلَى قسم الإسلام » .


“Ebu Hanife dedi ki:  “Bize muhakeme olmadıkları sürece zimmet ehlinin miras taksimatı kendi dinlerine göredir.”


Malik dedi ki: (Müdevvene, 2/599)

“Kitap ehlinin miras taksimatı, ister varislerden biri taksimattan önce müslüman olsun ister olmasın dinlerine göredir.”


Ebu Muhammed İbni Hazm dedi ki: 


Ebu Hanife’nin ve ona muvafık olan Malik’in sözlerini daha önce reddetmiştik. 

Küfrü, Yahudi ve Hristiyanları müslümanın üzerine hakem yapmaktan daha çirkin bir şey yoktur.


Bunlar (Ebu Hanife ve Malik) müslüman hakkında Yahudi ve Hristiyanların dinindeki şeytanın hükmüyle hükmedilmesini vacip yaptılar.”


 (Muhalla, 9/308) 


==========================================


Soru şu: 


İmam Malik gerçekten de muharref mensuh bir şeriatın tağuti hükmüne muhakeme olup tabi olmasını bir müslümana vacip kıldığı halde neden tekfir edilmiyor? 


İbni Hazm olayı tağuta muhakeme olarak vasıflayıp Malik’in fetvasını kötülemesine rağmen şahsını neden tekfir etmiyor?


İmam Malik’in fetvası orada durduğu halde neden şimdiye kadar hiç tekfirini tasrih eden bir tane sözü dinlenilir alim çıkmadı? 


Bu dinin taşıyıcı alimleri şirk gibi dinin en önemli konusunda suskun kalıp beyan etmemeleri aklen ve nakil açısından caiz olur mu?


Bu gerçekler küfür olan muhakemenin ancak inkarla olabileceğini göstermiyor mu?


9.NAKİL


İmam Şafinin İhtilaf Eden Ehli Kitap'tan Kimseleri Kendi Mahkemelerine Muhakeme Olmaya Yönlendirmesi Ve Kendisine Yapılan İtiraza Cevabı


فقال لي بعض الناس: فإنك إذا أبيت الحكم بينهم رجعوا إلى حكامهم فحكموا  بينهم بغير الحق عندك (قال الشافعي): فقلت له: وأنا إذا أبيت الحكم فحكم حاكمهم بينهم بغير الحق ولم أكن أنا حاكما فما أنا من حكم حكامهم أترى تركي أن أحكم بينهم في درهم لو تظالموا فيه وقد أعلمتك ما جعل الله لنبيه - صلى الله عليه وسلم - من الخيار في الحكم بينهم أو الترك لهم وما أوجدتك من الدلائل على أن الخيار ثابت بأن لم يحكم رسول الله - صلى الله عليه وسلم - ولا من جاء بعده من أئمة الهدى أو ترى تركي الحكم بينهم أعظم أم تركهم على الشرك بالله تبارك وتعالى؟ فإن قلت فقد أذن الله عز وجل بأخذ الجزية منهم وقد علم أنهم مقيمون على الشرك به معونة لأهل دينه فإقرارهم على ما هو أقل من الشرك أحرى أن لا يعرض في نفسك منه شيء إذا أقررناهم على أعظم الأمور فأصغرها أقل من أعظمها (قال الشافعي): فقال لي قائل فإن امتنعوا أن يأتوا حكامهم قلت أخيرهم بين أن يرجعوا إليهم أو يفسخوا الذمة، قال فإذا خيرتهم فرجعوا وأنت تعلم أنهم يحكمون بينهم بالباطل عندك فأراك قد شركتهم في حكمهم (قال الشافعي): فقلت له لست شريكهم في حكمهم وإنما وفيت لهم بذمتهم، وذمتهم أن يأمنوا في بلاد المسلمين لا يجبرون على غير دينهم ولم يزالوا يتحاكمون إلى حكامهم برضاهم فإذا امتنعوا من حكامهم قلت لهم لم تعطوا الأمان على الامتناع والظلم فاختاروا أن تفسخوا الذمة أو ترجعوا إلى من لم يزل يعلم أنه كان يحكم بينكم منذ كنتم فإن اختاروا فسخ الذمة فسخناها وإن لم يفعلوا ورجعوا إلى حكامهم فكذلك لم يزالوا لا يمنعهم منه إمام قبلنا ورجوعهم إليهم شيء رضوا به لم نشركهم نحن فيه (قال الشافعي): ولو رددناهم إلى حكامهم لم يكن ردنا لهم مما يشركهم ولكنه منع لهم من الامتناع (قال): وقلت لبعض من يقول هذا القول أرأيت لو أغار عليهم العدو فسبوهم فمنعوهم من الشرك وشرب الخمر وأكل الخنزير أكان علي أن أستنقذهم إن قويت لذمتهم؟ قال: نعم قلت: فإن قال قائل إذا استنقذتهم ورجعوا آمنين أشركوا وشربوا الخمر وأكلوا الخنزير فلا تستنقذهم فتشركهم في ذلك ما الحجة؟ قال الحجة أن نقول أستنقذهم لذمتهم قلت: فإن قال في أي ذمتهم وجدت أن تستنقذهم؟ هل تجد بذلك خبرا؟ قال لا ولكن معقول إذا تركتهم آمنين في بلاد المسلمين أن عليك الدفع عمن في بلاد المسلمين قلت فإن قلت أدفع عما في بلاد المسلمين للمسلمين فأما لغيرهم فلا قال إذا جعلت لغيرهم الأمان فيها كان عليك الدفع عنهم قلت وحالهم حال المسلمين؟ قال لا، قلت فكيف جعلت على الدفع عنهم وحالهم مخالفة حال المسلمين، هم وإن استووا في أن لهم المقام بدار المسلمين مختلفون فيما يلزم لهم المسلمين؟ (قال الشافعي): وإن جاز لنا القتال عنهم ونحن نعلم ما هم عليه من الشرك واستنقاذهم لو أسروا فردهم إلى حكامهم وإن حكموا بما لا نرى أخف وأولى أن يكون لنا -


El Umm 6/152


____

> İmam Şafi şöyle demiştir:


 "Bazı insanlar bana şöyle dedi: Eğer onların arasında hüküm vermeyi reddedersen, onlar kendi Hakimlerine başvurur ve senin doğru bulmadığın şekilde hüküm verirler." 


Şafi şöyle cevapladı: 


"Eğer onların arasında hüküm vermeyi reddedersem ve kendi Hakimleri onlara doğru olmayan bir şekilde hüküm verirse, ben hâkim olmadığım için onların hükmünden sorumlu olmam. 


Bir dinar (küçük bir miktar) konusunda bile haksızlık edecek olsalar, onlara hükmetmeyi bırakmam mı, yoksa onları Allah'a şirk koşmak üzere bırakmam mı daha kötüdür?


Şayet, Allah onların şirk içinde olmalarına rağmen onlardan cizye (koruma vergisi) almayı kabul etmişse, onlara kendi dinlerine yardımcı olmaları için izin verilmiş olur. 


Öyleyse, onların şirk koşmaları gibi büyük bir günahı kabul ettiğimizde, bunun dışında kalan küçük meselelerde onları kendi hâllerine bırakmamızda bir sakınca bulunmaz.


> İmam Şafi'ye biri şöyle dedi:


Eğer onların kendi Hakimlerine gitmelerini reddederlerse ne olacak?' 


Şafi cevapladı: 


"Onları kendi Hakimlerine başvurmaları veya koruma antlaşmasını feshetmeleri arasında seçim yapmaya zorlardım." Şayet kendi Hakimlerine başvurmalarını teklif edip, onlar da geri dönerler ve sen onların senin doğru bulmadığın şekilde hüküm vereceklerini biliyorsan, o zaman onların hükmüne ortaklık etmiş gibi olmaz mısın? 


İmam Şafi şöyle cevap verdi: 


"Onların hükmüne ortak değilim; yalnızca antlaşma gereğince verdikleri güvenceleri yerine getiriyorum. Bu güvence, İslam topraklarında emniyet içinde olmaları, dinlerine zorlanmamalarıdır. Kendi Hakimlerine başvurmayı kabul ettiklerinde biz de onları bu konuda serbest bırakırız; onlar bu konuda gönüllü oldular, biz bu karara ortak değiliz.


> İmam Şafi:


 "Eğer onları kendi Hakimlerine geri gönderirsek, bu onların hükmüne ortak olduğumuz anlamına gelmez. Bu, onların kaçınmasını önlemektir." 


Yine şöyle dedim: 'Bu görüşü savunan bazılarına sordum: 


Onlara düşman saldırsa ve onları köleleştirip şirkten, içki içmekten, domuz eti yemekten alıkoysa, onların koruma antlaşması gereğince kurtarmam gerekir mi?' '


Evet,' dediler.


Eğer onlara yardım ettiğimde tekrar şirk koşacaklarını, içki içeceklerini ve domuz yiyeceklerini bilsem yine de kurtarırım, ancak bu durumda onların şirkinin ortağı olmaktan mı korkmalıyım? 


Bunun için ne gerekçemiz var?' diye sordum. 


Onlar da dedi ki: '


Onları koruma antlaşması gereğince kurtarırız.'


 Şafi devam etti:


 'Onları kurtarma gerekçesi olarak hangi koruma antlaşmasını buluyorsunuz? 


Bununla ilgili bir delil var mı?' 'Hayır, ama Müslüman topraklarında güvende kalmalarına izin verilmişse onları korumamız gerekir' dediler. 


'Müslümanlar için Müslüman topraklarını savunmam gerekir ama diğerleri için değil' dedim. Onlar ise 'Eğer diğerleri için güven sağlarsan onları da savunman gerekir' dediler. 


Şafi: 'Durumları Müslümanlarla aynı mı?' dedim.


 Hayır,' dediler. Şafi: 'O hâlde neden Müslümanlardan farklı bir durumda oldukları hâlde onları koruma sorumluluğum olsun? 


Onlar Müslüman topraklarında kalmalarına rağmen, Müslümanlar için geçerli olan yükümlülüklerden farklı bir konumda kalırlar.'


> Şafi şöyle devam etti:


 "Eğer onlarla savaşmamız gerekirse ve onların şirk içinde olduğunu bilsek bile, düşmanın esir alması durumunda onları kurtarırız. Dolayısıyla onları kendi yargıçlarına bırakmak, onların şirki karşısında bile daha hafif bir yükümlülüktür."

______________


(Kaynak :İmam Şafi El Umm 6 Cilt /Sayfa 152)


10.NAKİL


İMAM KURTUBİ NİSA SURESİ 65. AYETİ KERİMENİN TEFSİRİNDE NAKLEN DİYOR Kİ ;


İbnül-Arabî der ki: Sahih olan da budur.


Hüküm konusunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı itham eden her kimse kâfirdir. 


Fakat ensardan olan o şahıs yanılmıştı. 


Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'da ondan yüz çevirmiş ve yakininin doğruluğunu bildiği için bu

yanlışlığını affetmişti. 


Ensari'nin gösterdiği bu davranış elinde olmadan olmuştu. Böyle bir özellik ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan başka herhangi bir kimse için sözkonusu değildir.


Hakimin verdiği hükme RAZI OLMAYIP ONU RED VE TENKİD EDENbir kimsenin bu durumu bir irtidattır.


Ve onun tevbe etmesi istenir. 


***Fakat verdiği hükümde değil de bizzat hakimin kendisini tenkîd edecek olursa, hakim onu ta'zir de edebilir, af da edebilir.


(Kaynak Kurtubi Nisa 65. Ayetin Tefsiri )


11.NAKİL


İmam Şafi Hüküm Meselesi İle Alakalı Dedi Ki ;


قال الشافعي : 

"فعلم أن الحق كتاب الله ثم سنة نبيه صلى الله عليه وسلم فليس لمفت ولا لحاكم أن يفتى ولا يحكم حتى يكون عالما بهما ولا أن يخالفهما ولا واحدا منهما بحال فإذا خالفهما فهو عاص لله عز وجل وحكمه مردود."


"işte, hakkın Allah'ın kitabı ve sonra da Peygamberinin sünneti olduğunu bilinir. 


Ne müftü, ne de HAKİM bunları bilmeden fetva veremez, hüküm veremez. 


Hiçbir şekilde onlara aykırı davranmamalıdır. 


Eğer bunlara aykırı davranırsa, Allah'a İSYAN ETMİŞ olur ve hükmü reddedilir."


El'Umm İmam Şafii


========================================


MUASSIR ALİMLERİN KONUYA DAİR NAKİLLERİ


1.NAKİL


Şeyh İbn Useymin (rahimehullah) Şöyle Dedi ;


قال الشيخ ابن عثيمين رحمه الله: وبقي أن يقال إذا كنت في بلد لا يحكم إلا بالقوانين كبلد الكفار. ومن اخذ بقوانين. وانت الآن بين امرين.اما أن يضيع حقك واما أن تلجئك الضرورة الى التحاكم الى هؤلاء.فهل يجوز لك أن تتحاكم الى هؤلاء؟قد يظهر للإنسان اول وهلة انه لا يجوز أن تتحاكم.لان هذا تحاكم الى الطاغوت.ولكن نقول:لك أن تتحاكم لا باعتقاد أن ذلك حكم ملزم ولكن لاجل الوصول الى حقك الذي لا يمكن ان تصل اليه الا عن هذه الطريق ثم إذا حكموا بما يوافق الشرع فخذ به لإنه شرع الله وان حكموا لك بخلاف ذلك فلا تأخذ منه.وهذا هو الذي يحفظ الناس حقوقه. يعنى ما المشكل إذا كنت في بلد لا يحكم إلا بالقانون.وقد اشار الى هذا ابن القيم رحمه الله في أول كتابه "الطرق الحكمية"


 


Şimdi şu mesele kalıyor: 


Eğer yalnızca kanunlarla hükmedilen bir ülkede bulunuyorsan ki bu, kâfirlerin ülkesi gibi bir yer olabilir ve bu kanunlara başvuranlar varsa, sen de iki durum arasında kalıyorsun: 


Ya hakkın zayi olacak ya da zorunluluk seni bu mercilere başvurmaya mecbur bırakacak. 


Peki, bu durumda bu mercilere başvurman caiz olur mu?


İlk bakışta, böyle bir başvurunun caiz olmadığı düşünülebilir; çünkü bu, tağuta (Allah’ın indirdiği hükümlere aykırı hüküm veren bir merciye) başvurmak olur. 


Ancak şöyle deriz: 


***Senin bu mercilere başvurman caizdir; fakat bunu, onların hükmünü bağlayıcı ve meşru bir otorite olarak kabul ettiğin için değil, yalnızca başka hiçbir şekilde ulaşamayacağın hakkını elde etmek için yaparsın.***


***Eğer bu merciler, İslam’ın hükümlerine uygun bir şekilde hüküm verirse, bunu kabul edebilirsin; çünkü bu, zaten Allah’ın şeriatıdır.***


Ancak eğer sana şeriata aykırı bir şekilde hüküm verirlerse, bunu kabul etmezsin. İşte bu, insanların haklarını koruma yöntemlerinden biridir.


İbn Kayyim (rahimehullah) da bu konuya "Et-Turuk’ul-Hukmiyye" adlı kitabının başında işaret etmiştir.


Kaynak

 https://youtu.be/adVQ8ggOPzo?si=cY1qEAvJElDAuF--


2.NAKİL


Abdullah bin Muhammed bin Abdilvehhaba Allah'ın kitabından başkasına muhakeme olmak hakkında soruldu?


وسئل: هل يجوز التحاكم إلى غير كتاب الله؟ 

فأجاب: لا يجوز ذلك، ومن اعتقد حله فقد كفر، وهو من أعظم المنكرات، ويجب

على كل مسلم الإنكار على من فعل ذلك؛ ولا يستريب في هذا من له أدنى علم


(Muhammed bin Abdulvehhab'ın oğlu Abdullah) Cevaben dedi ki; Bu caiz değildir. 


Her kim helalliğine itikat ederse küfretmiş olur. 


İşte bu en büyük münkerlerdendir. Her Müslüman'a bunu işleyeni inkâr etmek vaciptir. İşte bu ilimden en az nasibi olanlara dahi kapalı değildir." 


(Ed Durerus Seniyye 10/ 252)


3.NAKİL


Abdurrezzâk Afîfî rahimehullâh'a soruldu:


Soru: Beşerî kanunlarla hükmeden mahkemelere başvurmanın hükmü nedir?


س ٥٠ : سئل الشيخ : ما حكم التحاكم إلى المحاكم التي تحكم بالقوانين الوضعية ؟


فقال الشيخ - رحمه الله - : ( بقدر الإمكان لا يتحاكم إليها ، أما إذا كان لا يمكن أن يستخلص حقه إلا عن طريقها فلا حرج عليه » .


Cevâp: Bu mahkemelere -imkân nisbetince- başvuramaz. Hakkını almasının oralara gitme dışında bir yolu yoksa, bunda onun için bir beis yoktur.


Fetâvâ ve Resâil, 1/166


==========================================


4.NAKİL


"Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz'dan, değerli kardeş .........'ya -Allah ona selâmet versin-Selâmun aleykum berakatuh ve ba'd: 


Ve rahmetullahi 6/6/1407 hicrî tarihli 2151 sayılı olarak kaydedilmiş İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Komisyonuna yönelttiğiniz soruda, 


---ülkesindeki bütün mahkemeler beşerî kanûnlarla hükmeden ve onların hükmüne başvurmadıkça hakkı olan şeye ulaşamayan kişinin kâfir olup olmayacağını soruyorsunuz. ve


Size cevabımız şudur: 


***Eğer bunu yapmak zorunda kaldıysa kâfir olmaz.***


***Lâkin, onlara başvurması ancak zarûret anında ve hakkı olan şeyi ancak bu yolla elde edebilecekse olabilir.***


Ancak tertemiz şerîatın helâl kıldığının hilâfına bir şeyi alma hakkı yoktur. 


Allah cümlemizi rızâsına muvaffak kılsın. Vesselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh.'


Mecmû'u Fatâvâ ve Makâlât Mutenevvia(23/214)


5.NAKİL


BEŞERÎ KANUNLARLA HÜKMETMENİN CÂİZLİĞİNE İ'TİKÂD EDEN KÂFİR OLUR


'İnsanların koyduğu kanun ve nizamların, İslâm şerîatından daha üstün olduğuna veya onunla eşit olduğuna veya –isterse şerîat ile hükmetmenin daha fazîletli olduğuna inansın- onlar ile hükmetmenin câiz olduğuna veya İslâm nizâmının yirminci asırda uygulanmaya elverişli olmadığına veya onun, Müslümanların gerilemesinin sebebi olduğuna veya İslam'ın, kişi ile rabbi arasındaki bir ilişkiden ibâret olduğuna ve hayatın diğer şubelerine dâhil edilemeyeceğine i'tikâd eden de (kâfirdir ve bu, İslâm'dan çıkaran şeylerin) dördüncü kısmına dâhildir.


Yine, hırsızın elini kesmek ve evli olduğu halde zinâ eden kişiyi taşlayarak öldürmek hakkındaki Allah'ın hükmünü tatbik etmeyi bu çağa uygun görmeyen de (kâfirdir ve bu da, İslâm'dan çıkaran şeylerin) dördüncü kısmına dâhildir.


Yine, cezâî müeyyideler ve muamelât hakkında Allah'ın şerîatından başkası ile hükmetmenin câiz olduğuna i'tikâd eden her kişi –söz konusu hükmün şerîatın hükmünden daha üstün olduğuna inanmasa bile- (kâfirdir ve bu da, İslâm'dan çıkaran şeylerin) dördüncü kısmına dâhildir.[1] Çünkü o böylelikle, icma ile sâbit olan Allah'ın haram kıldığı bir şeyi mübah kabul etmiştir. Her kim; zinâ, içki, faiz, Allah'ın şerîatından başkası ile hükmetmek gibi dînen zorunlu olarak bilinen Allah'ın haram kıldığı hususları mübah kabul ederse Müslümanların icması ile kâfir olur.'


İmâm Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz (vefâtı: 1420 hicrî)


Nevâkıdu'l-İslâm Risâlesi


Mecmû'u Fetâvâ ve Makâlât Mutenevvia (1/132)


=============


NOT 


Nevakıdu'l-İslâm Risâlesi'nin Suudi Arabistan Dînî İşler Bakanlığı tarafından tercüme ettirilerek dağıtılan baskısında bu kısım yanlış tercüme edilmiştir. Bu tercüme hatası, Şeyh'in sözlerinin altını üstüne çeviren oldukça önemli bir hata olmasaydı ve bu kitapçıktan binlerce basılıp dağıtılmasaydı, asla onu zikretmezdik. Çünkü bu hatanın kasıtlı işlenmediğini zannediyoruz. İbarenin orijinali şöyledir:


 أيضا كل من اعتقد أنه يجوز الحكم بغير شريعة الله في المعاملات أو الحدود أو غيرهما، وإن لم يعتقد أن ذلك أفضل من حكم الشريعة...


Tercümesi yukarıda olduğu gibi yapılması gerekirken şöyle yapılmıştır:


'Şer'î muâmelelerle cezâî meselelerde veya başka konularda Allah'ın indirdiği hükümlerden başka hükümleri uygulamanın câiz olduğuna inanmak. Başka hükümlerin şeriat hükmünden daha üstün olduğuna inanmasa bile uygulayan kimse de kâfirdir.' (Bkz. Doğru İnanç ve Bu İnanca Aykırı Olan Şeyler, Çeviren: Muhammed Şahin, 1423 hicrî tarihli baskı, sayfa: 69) Bu tercüme, aslında tek bir cümleden ibaret olması gerekirken iki ayrı cümle kurulmuş, asılda bulunmayan 'uygulayan kimse' ibaresi metne sokulmuş, 'uygulayan kimse' ibaresine 'de bağlacı' eklenerek 'caiz olduğuna inanan gibi, o da kafirdir.' anlamı verilmiştir. Hâlbuki Şeyh böyle bir şey söylememektedir.


6.NAKİL


Şeyh, allâme Abdullatif bin Abdurrahman Âl-i Şeyh (rahimehullah) Minhâc et-Te’sîs adlı eserinde (s. 71) şöyle demektedir:


وقال الشيخ العلامة عبد اللطيف بن عبد الرحمن آل الشيخ -رحمه الله- كما في منهاج التأسيس [ص 71]:وإنَّما يحرم التحكيم إذا كان المستند إلى شريعة باطلة تخالف الكتاب والسنة، كأحكام اليونان والإفرنج والتَّتَر، وقوانينهم التي مصدرها آراؤهم وأهواؤهم، وكذلك سوالف البادية وعاداتُهم الجارية فمن استحل الحكم بِهذا في الدماء أو غيرها فهو كافر؛ قال تعالى: ﴿وَمَن لَّمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ﴾[المائدة:44] .. وهذه الآية ذكر فيها بعض المفسرين: أن الكفر المراد هنا: كفر دون الكفر الأكبر، لأنَّهم فهموا أنَّها تتناول من حكم بغير ما أنزل الله، وهو غير مستحل لذلك، لكنهم لا ينازعون في عمومها للمستحل، وأن كفره مخرج عن الملة.اهـ 

Sayfa 71 kitap minhacu tésis


"Hakemlik (yargılama) ancak, dayanağı kitap ve sünnete aykırı olan batıl bir şeriata dayanıyorsa haram olur. Mesela, Yunanlıların, Frenklerin ve Tatarların hükümleri ve kanunları gibi; ki bunların kaynağı kendi görüşleri ve hevâlarıdır. Aynı şekilde bedevîlerin eski gelenekleri ve mevcut örfleri de böyledir.


Kim, bu tür hükümlerle –ister kan dökme meselelerinde ister başka hususlarda– hükmetmeyi helal kabul ederse, işte o kâfirdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:


‘Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.’ (Mâide, 44)


Bu âyet hakkında bazı müfessirler şöyle demiştir: Burada kastedilen küfür, büyük küfürden aşağı olan bir küfürdür. Çünkü onlar, bu âyetin, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen, ancak bunu helal görmeyen kimseleri kapsadığını anlamışlardır. Ancak, bunlar (bu âlimler), hükmetmeyi helal gören kimsenin bu âyetin genelliğine dahil olduğu ve onun küfrünün dinden çıkarıcı olduğu konusunda ihtilaf etmemişlerdir."


Allah en doğrusunu bilir.


Minhâc et-Te’sîs adlı eserinde (s. 71)


7.NAKİL


Süleyman bin Sehman Diyor Ki 


أو حكم بغير ما أنزل الله، واعتقد أن حكمهم أكمل وأحسن من حكم الله ورسوله ، فهذا ملحق الكفر الاعتقادي المخرج عن الملة كما هو مذكور في نواقض الإسلام العشرة ولما من لم يعتقد ذلك لكن تحلكم إلى الطاعوت وهو يعتقد أن حكمه باطل فهذا من الكفر العملي لكن ينبغي أن يعلم أن من تحاكم إلى الطوا


Bilinmesi gerekir ki, kim Tağuta mühakeme olup veya Allahın indirdiğinden başkasıyla hükmedip, onların hükmünün (yani islami olmayan kanunların) Allah ve Resulünün hükmünden daha kamil ve daha güzel olduğuna inanırsa, bu dinden çıkaran büyük küfürden sayılır. Nasıl ki islamı bozan 10 madde'de zikredilmiştir.


***Fakat böyle bir inançta olmadan Taguta mühakeme olup ve aynı zamanda onun hükmünün batıl olmasına itikad ederse bu dinden çıkarmayan küçük küfürdür."***


[Süleyman bin Sehman, İrşadut Talib: 9.


2.FETVASI


Şeyh Süleyman bin Sehman rahmetullahi aleyh  şöyle demiştir:


“Allah  sana  rahmet  etsin. Alimlerin nasıl  da  küfrü  iki  kısma ayırdıklarına bir bak. İtikat küfrü, yani inkar ve inat küfrüne gelince birinin  Resulün Allah katından getirdiğini bildiği Rabbinin  isim  ve sıfatlarına, fiillerini, ahkamını  -ki o ahkamın aslı  ona  hiçbir  şeyi  ortak koşmadan  ibadet etmektir-  işte bunları  inat ederek  inkar etmektir. İşte bu çeşit bir küfür her yönden imanı bozan bir unsurdur. İkinci kısma yani ameli küfre gelince; bu da dinden çıkaran ve dinden çıkarmayan olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci çeşidi, puta secde etmek, mushafı küçümsemek ve Nebiyi öldürmek gibi ameli küfürlerdir. Bunlar dinden çıkartır. İkincisi ise dinden çıkarmaz. Bunlar da Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek, namazı terk etmek gibi şeylerdir. Bu ameli küfürdür, itikadi küfür değildir. Nebi sallahu aleyhi ve sellem’in dediği gibi; “ Benden sonra birbirlerini boyunlarını vuran kafirlere dönmeyin.” “ Kim kahine gider veya hanımına arkasından yaklaşırsa Muhammed’e indirileni inkar etmiştir.” İşte bunlar ameli küfürlerdir kesinlikle puta secde etmek veya mushafı küçümsemek gibi ameli küfürler değillerdir. (İla ahir İbn Kayyım’dan alıntı burada sona ermiştir.) Ancak şuraya dikkat gerekir ki hepsine küfür lafzı kullanılmıştır. Ancak şunu iyi bilmek gerekir ki tağutlara muhakeme olup, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedip, onların hükümlerinin Allah’ın  ve Resulünün  hükmünden  güzel  olduğuna  itikat  edenler işte bunlar itikadi küfre ulaşan insanlardır ki bu İslamı bozan on unsur arasında zikredilen küfürdür. Ancak kim buna itikat etmez ise ancak tağutlara muhakeme olursa ve onun hükmünün de batıl olduğuna  itikat  ederse  işte  bu  da  ameli küfürdür…” 


(Keşfu Geyahib’iz Zellam, 314)


8.NAKİL


Şeyh Binbaz Kanun Koyma Hükmetme Meselesi Hakkında Diyor Ki 


Soru:


Kanun koymak (beşeri yasalar çıkarmak) caiz midir? Bu kanunlarla hükmetmek mümkün müdür? Böyle bir kanun koyan yönetici küfre girer mi?


السُّؤَالُ]

ـ[ما حكم سن القوانين الوضعية؟ وهل يجوز العمل بها؟ وهل يكفر الحاكم بسنة هذه القوانين؟]ـ


[الْجَوَابُ]

الحمد لله

«إذا كان القانون يوافق الشرع فلا بأس به، مثل أن يسن قانونا للطرق ينفع المسلمين، وغير ذلك من الأشياء التي تنفع المسلمين، وليس فيها مخالفة للشرع، ولكن لتسهيل أمور المسلمين فلا بأس بها.

أما القوانين التي تخالف الشرع فلا يجوز سنها، فإذا سن قانونا يتضمن أنه لا حد على الزاني، أو لا حد على السارق، أو لا حد على شارب الخمر، فهذا قانون باطل، وإذا استحله الوالي كفر، لكونه استحل ما يخالف النص والإجماع، وهكذا كل من استحل ما حرم الله من المحرمات المجمع عليها فهو يكفر بذلك» انتهى.

«مجموع فتاوى ومقالات متنوعة لابن باز» (٧/‏١٠٦) .

والله أعلم


Cevap:


Hamd, Allah’a mahsustur.


Eğer bir kanun, şeriata uygun ise bunda bir sakınca yoktur. Örneğin, yollarla ilgili Müslümanlara fayda sağlayan bir yasa çıkarmak gibi. Veya Müslümanların işlerini kolaylaştıran ve şeriata aykırı olmayan başka düzenlemeler yapmak gibi. Bunlarda bir sakınca yoktur.


Ancak, şeriata aykırı yasalar çıkarmak caiz değildir. Eğer bir yönetici zina eden kişiye had cezası uygulanmayacağını, hırsızın elinin kesilmeyeceğini veya içki içenin cezalandırılmayacağını öngören bir yasa çıkarırsa, bu yasa batıldır. Şayet bu yöneticinin, Allah’ın haram kıldığı ve üzerinde icma (alimlerin oybirliği) bulunan bir hükmü helal kabul ettiği sabit olursa, bu onu küfre götürür. Aynı şekilde, Allah’ın haram kıldığı ve ümmetin üzerinde ittifak ettiği herhangi bir haramı helal kabul eden herkes bu fiiliyle küfre girer.


Kaynak:

"İbn Bâz’ın Fetvaları ve Çeşitli Makaleleri" (7/106).


Allah en iyisini bilendir.


9.NAKİL


Fetâvâ el-Lecne ed-Dâime 1/782) Fetvayı veren âlimler: Bin Baz -Abdullah bin Kuud0-Abdullah bin Ğadyan Diyor Ki 


والتحاكم يكون إلى كتاب الله تعالى وإلى سنة الرسول صلى الله عليه وسلم، فإن لم يتحاكم إليهما مستحلا التحاكم إلى غيرهما فهو كافر وإن كان لم يستحل التحاكم إلى غيرهما ولكنه يتحاكم إلى غيرهما من القوانين الوضعية بدافع طمع في مال أو جاه أو منصب فهو مرتكب معصية وفاسق فسقا دون فسق ولا يخرج من دائرة الإيمان. 


Hüküm vermek, Allah Teâlâ’nın Kitabına ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in Sünnetine göre olmalıdır. 


Kim bunlara göre hüküm vermez ve bunun yerine başka bir kaynağa başvurmayı helal görürse, kâfir olur. Ancak, şayet başka bir kaynağa başvurmayı helal saymaksızın, mal, makam veya mevki gibi dünyevi bir menfaat elde etmek amacıyla beşerî kanunlarla hüküm verirse, bu kişi büyük bir günah işlemiş olur ve fasık sayılır. Fakat bu tür bir günah, onu büyük küfre sokmaz ve iman dairesinden çıkarmaz.


(Fetâvâ el-Lecne ed-Dâime 1/782)


Fetvayı veren âlimler:


Bin Baz


Abdullah bin Kuud


Abdullah bin Ğadyan


10.NAKİL


Şeyh Abdurrahman es- Sa'di Rahimehullah şöyle dedi:


 Muhakeme İslam makamı, nefislerde sıkıntının olmaması İman makamı, Teslimiyet ise İhsan makamıdır.  Her kim bu üç aşamayı tamamlarsa dinin tüm aşamalarını yerine getirmiş olur. Her kim bu söz konusu tahkimi terk eder ve kabul etmezse kafirdir. Her kim bunu kabul ederek terk ederse asidir.


📖 Tefsirussadi s.184 Nisa 65 Tefsiri


11.NAKİL


İmâm Muhammed b. Abdilvehhâb'ın torunu, allâme Abdulazîz b. Bâz'ın hocası büyük âlim, Suud müftüsü allâme Şeyh Muhammed b. İbrâhîm Âlu’ş-Şeyh der ki:


أنواع الشرك الأصغر . وهذا هو تحقيق معنى لا إله إلا الله . وكذلك تحقيق معنى محمد رسول الله : من تحكيم شريعته ، والتقيد بها ، ونبذ ما خالفها من القوانين والأوضاع وسائر الأشياء التي ما أنزل الله بها من سلطان ، والتي من حكم بها أو حاكم إليها معتقداً صحة ذلك وجوازه فهو كافر الكفر الناقل عن الملة ، وإن فعل ذلك بدون اعتقاد ذلك وجوازه فهو كافر الكفر العملي الذي لا ينقل عن الملة . (۱) ( ص - ف ٦٢ - ١ في ٩ - ١ - ١٣٨٥ هـ )


Küçük Şirkin Çeşitleri


Bu, Lâ ilâhe illallah ifadesinin gerçek anlamını gerçekleştirmektir. Aynı şekilde, Muhammedün Resûlullah ifadesinin anlamını da gerçekleştirmek, yani onun şeriatını hakem kılmak, ona bağlı kalmak ve ona aykırı olan tüm kanunları, düzenlemeleri ve Allah’ın hiçbir delil indirmediği diğer şeyleri reddetmektir.


Kim bunlarla hükmeder veya onlara başvurur ve bunu doğru ve caiz görerek yaparsa, o dinden çıkaran küfre girer. Eğer bunu bu inanç olmaksızın yaparsa, bu, küçük küfür olup dinden çıkarmayan bir ameli küfürdür.


(1) (S – F 62 – 1, 9/1/1385 H)


12.NAKİL


Muhammed bin Abdilvehhab’ın tasdik ederek kendisinden naklettiği İbn Teymiyye’nin kavli:


Şüphe yok ki Allah'ın indirdikleriyle hükmetmenin vâcibliğine i'tikâd etmeyen kâfirdir. Her kim Allah'ın indirdiğine tâbi olmaksızın kendi görüşüyle adâlet olarak değerlendirdiği şeyle hükmetmeyi istihlâl ederse (helâl görürse) kâfirdir…


Hatta İslâm'a müntesib olan pek çok kimse gelenek ve törelerle, aşiret büyüklerinin emri ile hükmetmektedirler. Kitâb ve Sünnet ile değil, onlarla hükmetmeyi uygun görüyorlar. Allah'ın indirdiğini bilmelerine rağmen ona iltizâm etmiyorlarsa bu küfrün ta kendisidir. Tam aksine ondan başkasıyla hükmetmeyi istihlâl ediyorlar ki bu durumda onlar kâfirdirler. Yok böyle değilse -daha önce de geçtiği gibi- câhildirler.


Allah'ın hükmüne bâtınen ve zâhiren iltizâm eden ancak isyân edip hevâsına tâbi olana gelince, bunun konumu diğer günahkarların konumuyla aynıdır.


Bu âyet, Allah'ın indirdiklerinden başkası ile hükmeden yöneticilerin tekfîr edilmesi hakkında Hâricîlerin öne sürdüğü delîllerden biridir. Sonra da onlar, (yöneticilerin tekfîrine dâir) bu inançlarının Allah'ın hükmü olduğu iddia etmişlerdir.»


Muellefâtu'ş-Şeyh (2/2/88-89)


_______


13. NAKİL


Şimdi aktaracağımız nakilde Müfessir Ebu'l Hasan el-Vâhidî (468 H) Rahimehullâh, tefsirinde Nisâ 60 ayetinin bir münafık ve Yahudi'nin tartışması ve münafığın Ka'b İbn'ul Eşraf'a muhakeme olmayı istemesi üzerine indiğini söylemiştir. Devamında da münafıkların Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in huzuruna gelip Rasûl'den başkasına muhakeme olmayı istemelerine bahaneler uydurduklarını söylemiştir. Hasan Basrî ve Zeccâc'dan da münafıkların nifakı açığa çıkarsa öldürülecekleri nakledilmiştir. Yani bu kişiler tağuta muhakeme olmayı istemişler, sonra peygambere gelip bunu itiraf etmiş ve türlü mazeretler sunmuşlar, ama tağuta muhakeme isteği, nifaklarının açığa çıkması olarak sayılmamıştır.


Ebu'l Hasan el-Vâhidî (468 H) Rahimehullâh tefsirinde şöyle der:


«{ثُمَّ جَاءُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ} [النساء: 62] ، وذلك أن المنافقين أتوا نبي الله صلى الله عليه وسلم: وحلفوا أنهم ما أرادوا بالعدول عنه في المحاكمة، {إِلا إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا} [النساء: 62] أي: إلا توفيقا بين الخصوم أي: جمعا وتأليفا، وإحسانا بالتقريب في الحكم دون الحمل على مر الحق.

وكل ذلك كذب منهم، لأن الله تعالى قال: {أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللَّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ} [النساء: 63] من الكذب والخيانة والشرك والنفاق، فأعرض عنهم أي: لا تعاقبهم، وعظهم: بلسانك {وَقُلْ لَهُمْ فِي أَنْفُسِهِمْ قَوْلا بَلِيغًا} [النساء: 63] قال ابن عباس: خوفهم بالله.

وقال الحسن: قل لهم: إن أظهرتم ما في قلوبكم من النفاق قتلتم، فهذا القول البليغ، لأنه يبلغ من نفوسهم كل مبلغ.

وقال الزجاج: أعلمهم أنهم إن ظهر منهم رد لحكمك وكفر فالقتل.»


"Sonra Allâh'a yemin ederek sana geldikleri zaman." (en-Nisâ, 4/62)


Zira münafıklar, Allâh'ın Nebîsi Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e geldiler ve muhakeme hususunda ondan yüz çevirmelerinde, "iyilik etmek ve uzlaştırmaktan" başka bir şey istemediklerine dair yemin ettiler. Yani hasımlar arasında bir uzlaştırma hariç, yani onları bir araya getirmek, birleştirmek ve acı olan hakka zorlamaktansa hükmü muhalif için yaklaştırarak iyilik yapmak hariç başka bir şey istemediklerine dair yemin ettiler.


Bu, onlardan sadır olan bir yalandı, çünkü Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Onlar, Allâh'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir." Kalplerinde bulunan yalanı, ihaneti, şirki ve nifağı. "Öyleyse onlara aldırma." Yani onları cezalandırma. "Onlara," dilinle "öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili söz söyle." (en-Nisâ, 4/63)


İbnu Abbâs dedi ki: Onları Allâh ile korkut.


Hasan dedi ki: Onlara de ki: Eğer kalplerinizde bulunan nifağı açığa vurursanız öldürüleceksiniz! İşte bu etkili sözdür. Zira bu, onların ruhlarının derinliklerine işleyen etkili bir sözdür.


Zeccâc şöyle dedi: Onlara bildir ki eğer onların senin hükmünü reddettikleri ve küfrettikleri zahir olursa öldürülecekler!"


_____


14. NAKİL 


Hafız İmâd'ud Dîn İbnu Kesîr (774 H) Rahimehullâh şöyle demiştir:


«هذا إنكار من الله عز وجل على من يدعي الإيمان بما أنزل الله على رسوله وعلى الأنبياء الأقدمين، وهو مع ذلك يريد أن يتحاكم في فصل الخصومات إلى غير كتاب الله وسنة رسوله، كما ذكر في سبب نزول هذه الآية أنها في رجل من الأنصار ورجل من اليهود تخاصما، فجعل اليهودي يقول: بيني وبينك محمد، وذاك يقول: بيني وبينك كعب بن الأشرف. وقيل: في جماعة من المنافقين ممن أظهروا الإسلام، أرادوا أن يتحاكموا إلى حكام الجاهلية، وقيل غير ذلك، والآية أعم من ذلك كله، فإنها ذامة لمن عدل عن الكتاب والسنة. وتحاكموا إلى ما سواهما من الباطل، وهو المراد بالطاغوت ههنا، ولهذا قال: {يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ ... } إلى آخرها.»


"Bu, Allâh Azze ve Celle'nin, Allâh'ın Rasûlü'ne ve daha evvelki nebilere indirdiğine iman ettiğini iddia eden, ancak bununla beraber husumet güttükleri şeylerde Allâh'ın kitabı ve Rasûlü'nün sünnetinden başkasına muhakeme olmak isteyenleri kınamasıdır. Nitekim bu ayetin sebeb-i nüzulünde ensardan bir adam ile Yahudilerden bir adamın husumetleştiği Yahudi'nin "Muhammed aramızda hüküm versin!" dediği, ensardan olan adamın da "Ka'b İbn'ul Eşref aramızda hükmetsin" dediği zikredilmiştir. Yine denilmiştir ki bu, İslam'ı izhar eden münafıklardan bir grup hakkında nazil olmuştur. Onlar cahiliyye hükmüyle muhakeme olmak istediler. Bunun dışında başka şeyler de zikredilmiştir. Ancak ayet, bunların hepsinden daha geneldir. Zira bu ayet, Kitap ve Sünnet'ten yüz çevirip de diğer batıl olan şeylere muhakeme olanların kınanmasını içerir. İşte ayette tağuttan kastedilen şey de budur. Bu yüzden ayette şöyle denilir: "Tâğût'u inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor. Münafıklara, "Allâh'ın indirdiğine (Kuran'a) ve Rasûl'e gelin" dendiği zaman, onların senden büsbütün uzaklaştıklarını görürsün." 

(İbn Kesir en-Nisâ, 4/60-61)




İbn Kesir'in "Yine denilmiştir ki bu, İslam'ı izhar eden münafıklardan bir grup hakkında nazil olmuştur." Sözüne dikkat edin. Tağuta muhakeme puta tapmak gibi açık bir küfür ise bu münafıkların izhar ettiği şey İslam değil küfür olması gerekirdi. Burada "Münafıkların zahirde müslüman gözükmesinden bahsediyor" şeklinde ki bir itiraz safsatadan ve göz göre göre alimin sözünü tahrifata sokmaktan başka bir şey değildir.


Bunun böyle olmadığını gösteren bir çok karine vardır. Bunun izahını yapmak bile abesle iştigaldir. İbn Kesir genel olarak münafıkların zahiren müslüman olmasından durduk yere niye bahsetsin ki? Konu münafıkların zahiren müslüman olması mı? Bilakis İbn Kesir tağuta muhakeme olmalarına rağmen ayetin kendileri üzerine indiği durumu ifade etmek için söylemiştir. Şayet iddia edildiği gibi olsaydı İbn Kesir "Bu ayet küfürleri açığa çıkan münafıklar hakkında inmiştir" demesi gerekirdi. Alimlerin sözlerini yerlerinden oynatmayın! İbn Kesir'in sözleri Zeccac ve Hasan el-Basri gibi müfessirlerin sözlerine muvafıktır. Yani İbn Kesir'e göre de, Kab b. Eşref'e muhakeme olan kişiler bu fiili icra ederlerken zahiren müslümandı. Küfürleri hatta nifakları ortaya çıkmamıştı...


15.NAKİL


Hafız İmâd'ud Dîn İbnu Kesîr (774 H) Rahimehullâh, Nisâ 60 ayetinin Ka'b İbn'ul Eşraf'a yahut da cahiliyye hakimlerine muhakeme olmak isteyenler hakkında indiğini söyledikten sonra şöyle demiştir:


«ثم قال تعالى في ذم المنافقين: {فَكَيْفَ إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ} أي: فكيف بهم إذا ساقتهم المقادير إليك في مصائب تطرقهم بسبب ذنوبهم، واحتاجوا إليك في ذلك {ثُمَّ جَاءُوكَ يَحْلِفُونَ بِاللَّهِ إِنْ أَرَدْنَا إِلَّا إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا} أي: يعتذرون إليك ويحلفون ما أردنا بذهابنا إلى غيرك، وتحاكمنا إلى أعدائك إلا الإحسان والتوفيق؛ أي: المداراة والمصانعة لا اعتقادًا منا صحة تلك الحكومة، كما أخبرنا تعالى عنهم في قوله: {فَتَرَى الَّذِينَ فِي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌ يُسَارِعُونَ فِيهِمْ يَقُولُونَ نَخْشَى} إلى قوله: {فَيُصْبِحُوا عَلَى مَا أَسَرُّوا فِي أَنْفُسِهِمْ نَادِمِينَ} [المائدة: 52].»

...

«ثم قال تعالى: {أُولَئِكَ الَّذِينَ يَعْلَمُ اللَّهُ مَا فِي قُلُوبِهِمْ} هذا الضرب من الناس هم المنافقون، والله يعلم ما في قلوبهم وسيجزيهم على ذلك، فإنه لا تخفى عليه خافية، فاكتف به يا محمد فيهم، فإنه عالم بظواهرهم وبواطنهم. ولهذا قال له: {فَأَعْرِضْ عَنْهُمْ} أي: لا تعنفهم على ما في قلوبهم {وَعِظْهُمْ} أي: وانههم عما في قلوبهم من النفاق وسرائر الشر، {وَقُلْ لَهُمْ فِي أَنْفُسِهِمْ قَوْلًا بَلِيغًا} أي: وانصحهم فيما بينك وبينهم بكلام بليغ رادع لهم.»



"Sonra Allâh Teâlâ, münafıkları kınama sadedinde şöyle buyurdu: "Kendi işledikleri yüzünden başlarına bir musibet geldiğinde hâlleri nasıl olur?" Yani, günahları sebebiyle kader, başlarına gelen musibetler konusunda onları sana sevk edince ve bu hususta sana muhtaç kaldıklarında onların hâli nice olur? "Sonra da 'Biz iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka bir şey istememiştik,' diye Allah'a yemin ederek sana gelirler." Yani senden özür dileyerek şöyle yemin ederler: "Senden başkasına giderek ve düşmanlarına muhakeme olarak sadece iyilik etmek ve uzlaştırmayı dilemiştik!" Yani bunu, o hükmün sıhhatine itikat ettiğimizden değil, sırf idare ve dalkavukluk kabilinden yaptık. Nitekim Allâhu Teâlâ buyruğunda bize onlar hakkında şunları bildirdi: "İşte kalplerinde bir hastalık (nifak) bulunanların, "Başımıza bir felaketin gelmesinden korkuyoruz" diyerek onların arasında koşup durduklarını görürsün. Ama Allâh, yakın bir fetih veya katından bir emir getirir ve onlar içlerinde gizledikleri şeye (nifaka) pişman olurlar."


 (el-Mâ'ide, 5/52)


Sonra Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onlar, Allâh'ın kalplerindekini bildiği kimselerdir." Yani, insanlar arasındaki bu sınıf münafıklardır ve Allâh, onların kalplerindekini bilir ve kalplerinde bulunan şeylerden dolayı onları cezalandıracaktır. Zira, en küçük şey dahi O'na gizli kalmaz. Öyleyse ey Muhammed! Onlar hakkında bununla yetin! Çünkü Allâh, onların zahirlerini ve batınlarını bilendir. Bunun içindir ki, Allâh, Rasûlü'ne şöyle buyurdu: "Öyleyse onlara aldırma," yani kalplerinde olanlardan ötürü onları azarlama, "Onlara öğüt ver," yani kalplerindeki nifak ve gizli kötülüklerden onları nehyet! "Ve onlara, kendileri hakkında etkili söz söyle!" Seninle onlar arasındaki konularda onları caydıracak etkili sözlerle onlara nasihat et."


(Kaynak İbn Kesir Nisa 60 Tefsiri)


_________________________


İşte tağuta muhakemenin tıpkı puta tapmak gibi açık bir küfür olmasına dair biz ve başkaları tarafından sıkça referans alınan İbn Kesir'in sözleri!

 

Yine dikkat edin diyor ki: <<"Öyleyse onlara aldırma," yani kalplerinde olanlardan ötürü onları azarlama, "Onlara öğüt ver," yani kalplerindeki nifak ve gizli kötülüklerden onları nehyet!">>


Şimdi tağuta muhakeme puta tapmak gibi açık bir küfürse İbn Kesir'e göre bu azarlanma, tevbeye çağırma sebebi değil mi? Tağuta muhakeme olmaları süreti ile kalplerindeki küfür/nifak nasıl oluyorda gizli kalıyor, açığa çıkmıyor?


Yine İbn Kesir'in sözlerinde şu sonuç ortaya çıkmaktadır: Kab B. Eşref'in yani tağutun hükümlerinin sıhhatine inanmadan, dünyevi maksatlar ile zahiren tağuta muhakeme olmak fiili "nifak" bile değildir. Bilakis nifak; münafıkların kalplerinde dillerinin söylediğinin aksine olan şeylerdir. İşte bu da tağuta muhakemenin ancak itikatten kaynaklanan bir durum ile küfür olduğunu, aksi halde küfür olmadığı hatta nifak bile sayılmadığını gösterir.


O halde şunu kesin olarak ifade edebiliriz: Nisa: 60. Ayeti münafıkların tağuta muhakeme olma amellerine değil itikatlerine göre inen ve itikati sapmalarına hüküm veren bir ayettir. İbn Kesir'in ve diğer müfessirlerin ifadelerinden ortaya çıkan budur.



Bütün bunlar tağuta muhakemenin puta tapmak gibi açık bir küfür olduğu görüşü noktasında en çok referans alınan İbn Kesir'in bile anlaşılmadığını gösterir. 

__________________________

16.NAKİL

Müfessir Muhammed bin Abd'ir Rahmân el-Îcî (905 H) Rahimehullâh şöyle demiştir:



«(أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ) الطاغوت ههنا ما سوى كتاب الله وسنة رسوله من الباطل، نزلت في يهودي ومنافق اختصما فقال اليهودي: بيني وبينك محمد،»

«وقال المنافق بيننا كعب بن الأشرف، أو في جماعة من المنافقين أرادوا أن يتحاكموا إلى حكام الجاهلية (وَقَدْ أُمِرُوا أَن يَكْفُرُوا بِهِ) بالطاغوت (وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا) لا يمكن لهم الرجوع إلى الحق أبدًا. (وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْا إِلَى مَا أَنْزَلَ اللهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ) حال كونهم (يَصُدُّونَ) يعرضون (عَنْكَ صُدُودًا فَكَيْفَ) يكون حالهم (إِذَا أَصَابَتْهُمْ مُصِيبَةٌ) احتاجوا إليك في دفعها (بِمَا قَدَّمَتْ أَيْدِيهِمْ) بسبب شؤم ذنوهم (ثُمَّ جَاءوكَ) حين يصابون للعذر، عطف على إصابتهم (يَحْلِفُونَ) حال (بِاللهِ إِنْ أَرَدْنَا) ما أردنا من تحاكمنا إلى غيرك (إِلَّا إِحْسَانًا وَتَوْفِيقًا) مداراة ومصانعة لا اعتقادًا منا تلك الحكومة، أو إحسانًا لخصومنا وتوفيقًا بين الخصمين لا مخالفتك


"(Ey Muhammed!) Sana indirilen Kur'an'a ve senden önce indirilene inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tâğût'un önünde muhakeme olmak istiyorlar." Burada tağut, Allâh'ın Kitabı ve Rasûlü'nün sünneti dışındaki batıl olan her şeydir. Bu ayet, husumet sahibi olan bir Yahudi ve bir münafık hakkında nazil olmuştu. Yahudi, 'Seninle benim aramda Muhammed vardır!' demişti. Münafık da dedi ki: 'Ka'b İbn'ul Eşraf'a gidelim!' Veya cahiliyye hakimlerine muhakeme olmak isteyen münafıklardan bir grup hakkında nazil oldu.


"Onu," yani tağutu "inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu hâlde. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor." (en-Nisâ, 4/60) Onları ebediyete dek hakka dönmeleri mümkün olmayacak bir şekilde sapıklığa düşürmek istiyor.


"Onlara: Allâh'ın indirdiğine ve Rasûl'e gelin, dendiği zaman, münafıkları görürsün," yani onları şu hâlde görürsün, "senden büsbütün uzaklaşırken." (en-Nisâ, 4/61) Yani yüz çevirirken.


"Nasıl olur," onların hâli, "başlarına bir musibet geldiğinde," ve onu def etme hususunda sana muhtaç kaldıklarında "kendi işledikleri yüzünden," yani günahlarının uğursuzluğu sebebiyle. "Sonra da sana gelirler," başlarına musibet geldiğinde özür beyan etmek için. Bu ibare, isabet ibaresine atfedilmiştir. "Allah'a yemin ederek," yani bu hâlde "(Derler ki:) Biz bir şey istememiştik." (en-Nisâ, 4/63) yani senden başkasına muhakeme olurken "iyilik etmek ve uzlaştırmaktan başka." Yani idare etme ve dalkavukluk yapmak içindi. 


***Yoksa biz bu hükümlere itikat ettiğimiz için değil!***



 Ya da hasımlarımıza iyilik etme ve hasımların arasını uzlaştırmak içindi, yoksa sana muhalefet etmek için değil!"


 (Îcî, Tefsir, 1/370-371)



_____________


Müfessir Îcî (905 H) Rahimehullâh da İmâd'ud Dîn İbnu Kesîr (774 H) Rahimehullâh'ın söylediklerini söylemiştir: Bu münafıklar, Ka'b İbn'ul Eşraf'a ya da cahiliyye hakimlerine muhakeme olmak istemişler, sonra da Rasûl'den başkasına muhakeme olurken Ka'b İbn'ul Eşraf'ın ya da cahiliyye hakimlerinin hükümlerinin sahih olduğuna itikat etmeksizin yalnızca hasımlarını idare etmek ve onlara dalkavukluk yapmak için bunu yaptıklarını ve Rasûl'e muhalefet etmeyi kastetmediklerini söylemişlerdir.


Bu minvalde açıklamalar, başka tefsir kitaplarında da geçmektedir. Açıklamalarda da görüleceği üzere batıl bir şekilde mücerred küfür olduğuna itikat ettiğimiz fiili işleyen münafıkların bile yaptıkları sebebiyle nifakları açığa çıkmamış, küfürlerine hükmedilmemiş, İrtidat'tan İslam'a tekrar çağrılmamışlardır. Hatta görüleceği üzere nakillerde itikat ve istihlal şartlarıda zikredilmiştir.


O halde bu açıdan baktığımızda itikatlerinin haricinde amel itibari ile tağuta muhakeme olan kişilerden nefyedilen iman; imanın sıhhati değil kemalidir. Şayet zannedildiği gibi tağuta muhakeme olmak puta tapmak gibi açık bir küfür olsaydı, alimler bu kişilerin nifağının açığa çıkmadığını söylemezler, bunun yerine onların o an kafir olduklarını, tevbeye çağrıldıklarını zikrederlerdi.


_______


17. NAKİL


Müfessir Ebu'l Muzaffer es-Sem'ânî (489 H) Rahimehullâh şöyle demiştir:



قَوْله تَعَالَى : ﴿فَلَا رَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ قَوْله : فَلَا : رد القَوْل


الْمُنَافِقِين وعذرهمْ ، ثمَّ ابْتِدَاء بقوله : ﴿وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ وَالْمَرَاد



بِهِ : الْإِيمَانِ الْكَامِل ، أي : لا يكمل إيمانهم، حَتَّى يُحَكِّمُوك


"Allâhu Teâlâ'nın şu kavli: "Hayır! Rabbine yemin olsun ki iman etmezler." Burada münafıkların sözü ve özürlerine reddiye verilmektedir. Sonra da cümle şöyle başlamıştır: "Rabbine yemin olsun ki iman etmezler," buradaki kasıt kâmil imandır. Yani "Aralarında çıkan" yani ihtilaf ettikleri "şeylerde seni hakem tayin etmedikçe" imanları kemale ermez...


Ayetin manası şudur: Onlar, senin hükmüne razı gelmedikçe ve boyun eğmedikçe imanları kemale ermez. Denilmiştir ki bu ayet, tehdit bakımından Allâhu Teâlâ'nın Kitabında bulunan en ağır ayettir.


Ayetin sebebi nüzulu hakkında ihtilaf edildi. Ata ve Mücahid dedi ki bu ayet, tağuta muhakeme olan münafıklar hakkında indi."


 [Özetle Sem'ânî,. Tefsîr, 1/444.]

İhtilaf anında rasülü yani şeriati hakem tayin etmemek, Allah'ın hükümlerine muhakeme olmamaktır. Aksine bu tağutu hakem tayin edip, tağuta muhakeme olmanın ta kendisidir. Şayet salt olarak tağuta muhakeme olmak puta tapmak gibi açık bir küfür olsaydı burada İman'ın kemalinden değil sıhhatinden ve aslından bahsedilirdi.


Ata ve Mücahid'in "bu ayet, tağuta muhakeme olan münafıklar hakkında indi." Demelerine de ayrıca dikkat edilmesi gerekir. Bu açıklamalara binaen diyebiliriz ki; rasülü hakem tayin edip ona muhakeme olmayanlar veya onunla beraber başkasını da yani tağutları hakem tayin edip ona muhakeme olanlar İman'ın aslını ve sıhhatini ortadan kaldıracak bir şey yapmamışlar, fakat İman'ın kemaline aykırı olup, İman'ı eksilten bir şeyler yapmışlardır.

_________

18.NAKİL


Şeyh'ul İslam İbnu Teymiyye (728 H) Rahimehullâh şöyle demiştir:


"Allâhu Teâlâ'nın şu kavli de bu kapsamdadır:


"Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar." (en-Nisâ, 4/65)


Allâh bu raddeye gelinceye kadar imanı nefyettiğinde bu, bu raddeye ulaşmanın insanlar için farz olduğuna delalet eder. Herkim bu raddeyi terk ederse azapsız cennete girmeyi vaat ettiği vacip imana sahip olmayan tehdit edilenlerden olur. Zira Allâh, ancak Kendisinin emrettiği şeyi işleyenlere bunu vaat etmiştir. Vaciplerin bir kısmını yerine getirip de bir kısmını terk edenlere gelince, onlar tehdide maruz kalırlar." 


[Mecmû'ul Fetâvâ 7/37.]


"Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:


"Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe iman etmiş olmazlar." (en-Nisâ, 4/65)


Herkim aralarında çıkan ihtilaflarda Allâh ve Rasûlü'nün hakemliğine boyun eğmezse, Allâh Kendi nefsine yemin etmiştir ki bu kişi iman etmemiştir. Ancak batında ve zahirde Allâh'ın ve Rasûlü'nün hükmüne boyun eğen ancak asilik yapıp hevasına tabi olan kişiye gelince o, kendi benzeri olan asilerin mesabesindedir."


[Minhâc'us Sunne, 5/131.]



Şeyhulislam'ın sözleri de bu noktada sadra şifa olacak cinstendir. Onun sözleri rasülü yani şeriati hakem tayin edip, ona muhakeme olmayan, aksine hareket edip, şeriatin dışındakileri hakem tayin edip, bunlara muhakeme olan herkes için geçerlidir. Bilhassa onun şu sözü bu konuda takip etmemiz gereken usulü ortaya koymaktadır :"Ancak batında ve zahirde Allâh'ın ve Rasûlü'nün hükmüne boyun eğen ancak asilik yapıp hevasına tabi olan kişiye gelince o, kendi benzeri olan asilerin mesabesindedir."


Her kim batınen ve zahiren Allah'ın ve rasülünün hükmüne boyun eğiyor, ona iman ediyor bununla birlikte bu kişi sırf nefsine, heva ve hevesine uyduğu için şeriati hakem tayin etmeyip, ona muhakeme olmuyor, şeriatın dışındakilere, tağutlara muhakeme olup onları hakem tayin ediyorsa, bu kişi tıpkı diğer günahları işleyenler gibidir. İşte bu vacip olan İman'ın kemaline aykırı olan bir durumdur. Bu ise kişinin ebedi cehennemde kalmasını gerektiren bir amel değildir. Bilakis şirkin ve küfrün altındaki bir ameldir. Allahu Teala dilerse ona azap eder, dilerse onu affeder.

____

19.NAKİL


Şihâb'ud Dîn İbnu Hacer el-Askelânî (852 H) Rahimehullâh kadar büyük bir alim olduğu söylenen Nizâm'ud Dîn en-Neysâbûrî (850 H) Rahimehullâh'ın tefsirinde şöyle geçer:


"Sonra, tağut, zikredilen şeylerden hangisi olursa olsun, Allâhu Teâlâ bu tağuta muhakeme olmayı ona küfretmeyle karşı karşıya kılmıştır. Lakin, tağuta küfretmek Allâh'a ve Rasûlü'ne iman etmektir. Dolayısıyla bu ayet, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hükmünden -ister şüphesinden dolayı ister küstahlığından dolayı olsun- razı olmayanların tekfir edilmesine dair bir nas olmuştur."

 [Neysâbûrî, Garâ'ib'ul Kur'ân, 2/437.]


Dikkat edin! Alim sözlerinde tekfiri nasılda itikade, rızaya bağlıyor. Mücerred küfür olan bir fiili illetlere bağlamanın ne anlamı var? Halbuki alim tağuta muhakeme olmanın küfür olmasını illetlerden ve nedenlerden bağımsız değerlendirip, mücerret bir amele hüküm vermiyor.


20.NAKİL

Fahr'ud Dîn er-Râzî Rahimehullâh diyor ki:


Sonra Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Onlara: Allâh'ın indirdiğine ve Rasûl'e gelin, dendiği zaman, münafıkları senden büsbütün uzaklaşırken görürsün." (en-Nisâ, 4/61) Bu ayette iki mesele vardır.


Birinci Mesele: Allâhu Teâlâ önceki ayette, münafıkların tağuta muhakeme olma hususundaki isteklerini beyan buyurmuştur, bu ayetle de onların, Rasûl Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in huzurunda muhakeme olmaktan nefret ettiklerini beyan etmiştir. Müfessirler şöyle demişlerdir: O münafıklar, zalim oldukları ve Rasûl Aleyh'is Salâtu ve's Selâm'ın rüşvet almayacağını ve acı bir hüküm vereceğini bildikleri için, Rasûl'ün hükmünden yüz çevirmişlerdir. Ve yine denmiştir ki bu yüz çevirme, onların dine olan düşmanlıkları sebebiyle olmuştur. (...)


Üçüncü sınıf: Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu: "Ve onlara, kendileri hakkında etkili söz söyle!" (en-Nisâ, 4/63) Bu ayette de iki mesele bulunmaktadır. (...)


İkinci Mesele: Bu ayet hakkında iki görüş bulunmaktadır:


Birincisi: Öğüt vermeden murad, ahiret cezasıyla korkutmaktır. Beliğ sözden murad ise, dünya cezasıyla korkutarak, onlara şöyle denilmesidir: Kalplerinizdeki nifak ve hilekârlıklar, Allâh katında malumdur. Sizinle diğer kâfirler arasında herhangi bir fark yoktur; Allâh, imanı izhar ettiğiniz için, kılıcı (öldürülme hükmünü) sizden kaldırmıştır. Binâenaleyh, bu kötü fiillerinize devam ederseniz, hepinizin küfürde devam ettiği herkes için zahir olacak olur. Bu durumda da size kılıç gerekir." 

[Râzî, Mefâtîh'ul Gayb, 10/121-124.]


Dikkat edin! Razi önce Rasul'e muhakeme olmaktan nefret etme, yüz çevirme ve dine olan düşmanlıklar gibi çeşitli illetleri zikretmiştir. Bu hususların hepsi zahirde ortaya çıkmayan kalbi itikatle alakalı meselelerdir. Bu sözümüze işaret edecek en büyük husus yine Razi'nin Birinci görüş olarak zikrettikleridir.


Razi münafıkların kalplerin de ki nifağın Allah katında malum olduğunu ve diğer kafirlerle aralarında bir fark olmadığını söylemektedir. Lakin bunu sadece itikatleri ile alakalı duruma bağlamakta, insanlar arasında izhar ettikleri itikatlerini ise ayrı tutmaktaydı. Ve bu tağuta muhakeme olma fiillerine rağmen zahirde izhar ettikleri imani hal dolayısıyla üzerlerinden kılıcın kalktığını söylemektedir.


Devamla işledikleri bu "kötü" fiillere devam ederlerse kalplerinde sakladıkları nifağın bir gün açığa çıkacağını, riddet ve küfür ahkamına muhatap olacaklarını söylemiştir.


Tagut'a muhakeme olmak ve benzeri fiiller Razi'ye göre mücerred küfür olan fiillerden ise neden münafıkların halinde tafsilata gitmiştir? Apaçık küfür olan muhakeme fiili Razi'ye göre nasıl "kötü" fiil olarak zikrediliyor?


Razi'nin eserin de bu konunun siyakında geçen mutlak sözlerini bayraklaştırıp, sibakında gelen bu sözlerini ise hasır altı edip gizlemek, iki meselenin arasını cem etmemek, bu konuda ki tafsilatı örtbas etmek ilme ihanet etmekten başka bir şey değildir.


Kaldı ki Razi birinci görüşte dünya ve ahiret azabıyla korkutmayı kapsayan sert bir uyarıdan bahsetmiştir. İkinci görüş olarak ise biraz daha belagatli, güzel sözler ve güzel lafızlarla teşvik ve sakındırmayı amaçlayan sözlerden bahsetmiştir. 


Şimdi Razi'nin bu sözlerini/yaptığı bu tafsilatı, zahirde iman/kalpte nifak ayrımını göz ardı edeceğiz ve şöyle mi diyeceğiz: "Razi burada tamamen tağuta mücerred muhakeme olarak küfür fiilini işleyen Mürtedleri, Kafirleri küfürlerinden tevbe etmeye çağırırken kullanılacak usluptan bahsediyor."


İşte bu alimin yaptığı tafsilata yapılacak en büyük ihanet ve sözünün başında ki mutlak ifadelere sarılıp sonunda ki tafsilata ise gizlemektir.


Razi'nin açıkça tağuta muhakeme olmayı puta tapmak gibi apaçık mücerret bir küfür görmediği bilakis tağuta muhakeme olma fiilini gerçekleştirenlerin küfürlerini değil, İslam'larını izhar ettiğini ifade etmesi ortadadır. Buna rağmen onun sözlerini tahrif etmeye yeltenenlerin hilesi bir kez daha ortaya çıkmıştır.

_________

21.NAKİL


Ömer Radıyallahu Anh'ın bu münafığı öldürmesinin nedeni ile alakalı Kadı İbnu Atiyye (542 H) Rahimehullâh şöyle demiştir:


"Sahih görüşe göre, ki bu Buhârî'de geçer, bu kişi Ensâr'dan bir adamdı ve Zubeyr şöyle dedi: Bu ayetin ancak bu hususta nazil olduğunu sanıyorum! Bir grup ise şöyle dedi: Ömer Radiyallâhu Anh, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hükmünden razı olmayan münafığı öldürdüğünde, bu durum Nebî'ye ulaştı ve bunu büyük bir mesele olarak gördü. Ve şöyle buyurdu: "Ben, Ömer'in bir mümini öldürmeye cesaret edeceğini düşünmemiştim!" Bunun üzerine ayet, Nebî'nin hükmünü reddeden o adamın imanını nefyederek ve Ömer İbn'ul Hattâb'ın onu öldürmesi için mazeretini ortaya koyarak nazil oldu."[el-Muharrar'ul Vecîz, 2/75.]


Şeyh İbnu Hacer el-Heytemî (974 H) Rahimehullâh şöyle demiştir:


"Bu ayetin sebeb-i nüzulü, yukarıda adı geçen ve sıyakın gerektirdiği üzere Tağuta muhakeme olmak isteyenlerdir. Veya Ömer'in Radiyallâhu Anh'ın, Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hükmünden razı olmayıp da hükmü Ömer'e döndürmeyi talep eden kişiyi öldürmesi, bunun üzerine Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in, Ömer'i bir mümini öldürdüğü için azarlamasıdır. Bunun üzerine bu ayet, Ömer Radiyallâhu Teâlâ Anh'ı temize çıkarmak için nazil olmuştur." [el-Feth'ul Mubîn, sf. 622.]


Lügatçi Ebû İshâk ez-Zeccâc (311 H) Rahimehullâh'ın tefsirinde geçen rivayete göre münafığın ailesi, Ömer bin Hattâb Radiyallâhu Anh'ı şikâyet etmek üzere Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'e geldiklerinde Ömer bin Hattâb Radiyallâhu Anh, kendisini "Ey Allâh'ın Rasûl'ü! Bu adam, senin hükmünü reddetmişti!" diyerek savunmuştur, bunun üzerine Rasûlullâh, Ömer'e "Sen Faruk'sun!" demiştir. 

[Me'âni'l Kur'ân, 2/69.]


____

Bütün bunlar gösteriyor ki, zannedildiği gibi Ömer Radıyallahu Anh münafığı sırf rasülü hakem tayin etmeyip tağuta muhakeme olduğu için değil, bilakis rasülün hükmünü sevmediği, reddettiği için öldürmüştür.


Yine bu durum gösteriyor ki; rivayetleri ister bizzat tağuta muhakeme olan kişiyi öldürdü şeklinde ele alalım yada ister "Önce Rasul sallallahu aleyhi ve sellem'e, sonra Ebu Bekir radiyallahu anha sonra da Ömer radiyallahu anha davasını arz etti" şeklinde ele alalım hepsinin vardığı ortak nokta öldürülme sebebinin hükümden nefret etmek ve inkar etmek olduğu aşikardır.


Bu bakış açısına göre ayet ise Ömer radiyallahu anh'ın bu ictihadini desteklemek ve temize çıkarmış olmak için nazil olmuştur.


22.NAKİL


Konumuzun bizzat kendisiyle ilgili kendisine yöneltilen bir soruya Abdullâh bin Abd'il Bârî el-Ehdel tarafından nasıl cevap verilmiş gelin birlikte bakalım:


قال السائل: (وما قولكم فيمن يمدحهم ويقول: إنهم أهل عدل ويحبون العدل، ومع هذا إنه يكثر مدحهم في المجالس، ويهين ذكر سلطان المسلمين وينسب إلى الكفار العدل وعدم الظلم).

الجواب: (...) وأما من يقول أنهم أهل عدل فإن أراد أن الأمور الكفرية التي منها أحكامهم القانونية عدل فقد كفر (...) وقال تعالى: يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَن يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا [النساء: ٦٠] فهؤلاء سموا ما أمرهم الله تعالى بالكفر به عدلاً فقد غالوا في ضلالهم، ويريد الشيطان أن يضلهم ضلالاً بعيداً، وإن أراد العدل المجازي الذي هو عمارة الدنيا بترك الظلم الذي يخرب الدنيا فلا يلزم منه الكفر لكنه يزجر عن ذلك الزجر البليغ


Soruyu soran kişi şöyle dedi:


"Hristiyanları öven ve şöyle diyen kişiler hakkında ne dersiniz: "Onlar adalet ehlidir ve adaleti severler." Bunu söyleyenler bununla beraber meclislerinde onları çokça överler ve Müslümanların sultanından bahsederken onu hor görmekle beraber kâfirleri adalete ve zulmetmemeye isnat ederler!"


Cevap: Onların adalet ehli olduğunu söyleyenlere gelince, eğer kâfirlerin kanunî hükümleri de dahil olmak üzere küfrî işlerinin adalet olduğunu kastediyorsa bunu söyleyen küfre girmiştir.


Allâhu Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Tâğût'u inkâr etmeleri kendilerine emrolunduğu hâlde, onun önünde muhakeme olmak istiyorlar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor." 


(en-Nisâ, 4/60)


Bu insanlar, Allâhu Teâlâ'nın kendisine küfretmelerini emrettiği şeylere adalet ismini verip dalaletlerinde aşırıya kaçtılar. Şeytan da onları derin bir sapıklığa düşürmek istiyor. Ancak bunu söyleyen kişi, mecazi adaleti kastetmişse, yani dünyayı harabe edecek zulmü terk ederek dünyayı imar etmelerini kastediyorsa bu, bu sözü söyleyenin küfrünü gerektirmez, lakin bu kişi, bundan şiddetli bir şekilde caydırılır.


______


El-Ehdel'e sorulan ilk soru kafirleri adaletle vasfedip öven kişilerin hükmüyle alakalıdır. Görüldüğü üzere El-Ehdel bu soruya da cevap verirken menheci olarak doğru bir usül ortaya koyarak sözü söyleyenin haline göre tafsilata gitmiş ve hükmü ona göre vermiştir. Birilerinin yaptığı gibi sözün ihtimallerini araştırmadan acele ile tekfire yeltenmemiş, bir ihtimale yer vermiştir. Alimlerin ve ilim talebelerinin yapması gereken zaten budur. 


__________



Devamla yine eserde şöyle geçmektedir.


قال: (وما قولكم فيمن خوصم وطلب حكم الشريعة وحكمت عليه الشريعة وقال الآخر: أنا من رعية النصارى وأريد حكم النصارى فما تقولون ماله حلال؟ وهل هو مرتد أم لا؟).

الجواب: إن قال الرعوي للنصارى ذلك كارهاً لحكم الشريعة مستحلاً حكم النصرانية كفر، وصار مرتداً تجري عليه أحكام الردة المقررة في بابها، وإن قال ذلك من غير قصد ولا استحلال كان فاسقاً يجب تعزيره بما يراه حاكم الشريعة المطهرة، وعلى هذا يحمل قوله تعالى: فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا [النساء: ٦٥]


Dedi ki:


"Şu kişi hakkında ne dersiniz? Bir kişiyle ihtilaf etti, sonra da şeriat hükmünü istedi ve kendisine Şeriat ile hükmedildi. Sonra ihtilaf ettiği diğer kişi de şöyle dedi: Ben Hıristiyan tebaasındanım ve ben, Hıristiyanların hükmünü istiyorum! Öyleyse ne dersiniz, bu kişinin malı helal midir? Mürted midir değil midir?"


Cevap: Eğer Hıristiyanların tebaasından olan bu kişi, bu sözü şeriat hükmünü kerih görerek ve Hıristiyanların hükmünü helal addederek söylediyse küfre girer ve kendisine -riddet babında geçen- riddet hükümlerinin uygulandığı bir mürted olur. Ancak bunu kastetmeden ve helal addetmeden söylemişse, bu kişi fasık olur ve temiz kılınmış şeriat hakiminin uygun gördüğü şekilde tazir edilmelidir. Allâhu Teâlâ'nın şu buyruğu da buna hamledilir: "Hayır! Rabbine and olsun ki aralarında meydana gelen anlaşmazlıklarda seni hakem kılmadıkları, sonra da verdiğin hükümden dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan sana tam bir teslimiyet göstermedikleri sürece iman etmiş olmazlar." 


(en-Nisâ, 4/65)


_____________________________________________



Allah'u alem kendi dönemlerinde işgalci ordular tarafından ele geçirilmiş topraklar da, Hristiyanlar'ın belki de İngilizler'in hükmü altında yaşayan onlara tebaa yani vatandaş olan kimselerin kendi yanlarında şahit oldukları bir takım olayları içeren bir soru görmekteyiz. Dikkat edin iki kişi ihtilaf ediyor, birisi Hristiyan tebaası yani vatandaşı olduğu için onların hükmünü istiyor. Böyle bir kişinin Mürted olup olmadığı hakkında can alıcı bir soru yöneltiliyor. Dikkat ederseniz burada tahrif ehlinin yapacağı "Mezhebler arasında ki ihtilaftan bahsediliyor" gibi saptırmaların yeri kesinlikle yoktur. Ya da o ikinci kişi "Allah'u alem Hristiyan'dır" gibi bir safsatayı içerecek durumda gözükmemektedir. Bizzat o kişinin dinden irtidap edip etmediğinden, kanının malının helal olup olmadığından bahsedilmekte ve soru kayıtlı bir şekilde sorulmaktadır.


Soruyu ve cevabı dikkatli okursanız ortada gerçekleşmiş bir fiil olmadığı halde böyle bir söz söyleyenin hükmü nedir şeklinde bir soru sorulmaktadır. Şeriat'in mutlak kaidesini hepimiz bilmekteyiz ki, küfre niyet etmek, küfre azmetmek kişiyi o an küfre sokar ve tevbe etmesi gerekir. Ne hikmetse El-Ehdel verdiği cevap ta Hristiyan devletine muhakeme olmak isteyen bir kişinin sözünün bizim batıl itikadimiz de olduğu gibi "Zahir/istisnasız ve mutlak" bir küfür olduğunu bilmiyor olacak ki bu meselede tafsilata gidiyor. Gittiği Tafsilat ise tefsir kitapların da geçen sözlerle birebir örtüşmekte hatta İbn Hazm ne dediyse aynısını demektedir.


El-Ehdel sözü söyleyene hüküm verirken özetle şeriati kerih görüp istihlal yaparak söylemişse kişinin kafir olacağını, ama istihlal ve şeriat'i kerih görmeden söylediyse kafir olmayacağını söylemektedir.


23.NAKİL


Abdullâh bin Abd'il Bârî el-Ehdel aynı yerin devamın da bu sefer başka birinin fetvasına atıfta bulanarak şunlar zikredilir:


في فتاوى السيد العلامة خاتمة المحققين والمتحققين والمتخلقين بربه عبد الرحمن بن سليمان الأهدل له ما لفظه:

(اعلم أن ما يتعارفه القبائل في جهة الحجاز من الأعراف المخالفة للشرع، وكذا ما يتعارفه على ذلك الوجه غيرهم من القبائل قد تكلم عليها أئمة الإسلام، وهداة الأنام، وقد رفع سؤال في ذلك إلى مفتي عصره في الديار اليمنية الولي العلامة يوسف بن يونس المقرئ.

والسؤال المنشئ له العلامة تقي الدين الفتى محشي الروض، وقد صحح هو وجماعة كثيرون من علماء زبيد على جواب المقرئ المذكور منهم الفخر الناشري، والجمال القماط، والجمال الزيلعي، ومن علماء الجبال النهاري مؤلف الكافية وغيره.

وحاصل الجواب: أن عوائد القبل المعروفة عندهم الذي يسمونها بأسماء اخترعوها، وأوضاع وصفوها منابذة للشريعة، ومن حكم بها أو ألزم بها فهو خارج من الدين، متورط في جهنم مع الضالين، ومن اعتقد صحة ذلك فهو كافر لا محالة حلال الدم بشرطه، ولا يحل لأحد من أهل الدين السكوت عن ذلك بل يجب الإنكار على من يتعاطاه وتكلم به، ولا يحل ذلك التحاكم إليه، والله أعلم بمصالح عباده، وإنما ألقى ذلك الكفرة والجهلة الملحدين، وألقوا ذلك إلى شياطينهم ليردوهم، ويزعمون أنهم بذلك يريدون الإصلاح، ودفع الفتن والشرور، فيخرجونهم بذلك عن دينهم، كما أخرج الشيطان أهل الشرك بعبادة الأوثان بتخيل صور أنبيائهم، وكانوا بعد ذلك أن عبدوها فنسأل الله السلامة، فإن الله قد خلق الخلق وشرع لهم تكاليف فيها مصالح دينهم ودنياهم وأخراهم، فالواجب على حكام المسلمين وعلى العلماء الراشدين وعلى العوام التابعين لدين سيد المرسلين أن ينكروا ذلك، ويزينوه ويردعوهم عنه، ولا يحل لكل قادر السكوت عليه والتغاضي فإنه من أعظم المنكرات) اهـ.

فإذا كان ذلك في الأعراف التي ابتدعها أهل الإسلام، فما بالك بأحكام الكافرين الطغام!


Seyyid, Allâme, muhakkiklerin, hakkı ortaya çıkaranların ve Rabbi için ahlak sahibi olanların sonuncusu Abd'ur Rahmân bin Suleymân el-Ehdel'in (1250 H) fetvasında, lafzıyla şöyle geçer:


"Bil ki, Hicaz bölgesindeki kabilelerin şeriata aykırı örfleri örf edinmeleri, yine diğer kabilelerin de bu şekilde örf edindikleri şeriata aykırı örflere gelince, İslam imamları ve insanların rehberleri bunlar hakkında konuşmuştur. Bu konuya dair bir soru, asrında Yemen diyarının müftüsü olan Veli Allame Yûsuf bin Yûnus el-Mukri'ye (904 H) yöneltilmişti.


Bu soruyu ona, er-Ravd kitabının haşiyesini yazan Allame Takiy'ud Dîn el-Fetî yöneltmişti. Kendisi de bu fetvayı sahih addetmiştir. Yine Zebîd ulemasından bir cemaat de el-Mukri'nin mezkûr cevabını onaylamıştır. Bu alimler arasında el-Fahr en-Nâşirî, el-Cemâl el-Kummât (903 H) ve el-Cemâl ez-Zeyla'î (921 H) sahih addetmiştir. Yine el-Cibâl'un Nehârî bölgesinin ulemasından el-Kâfiye eserinin müellifi ve başkaları da bu fetvayı sahih addetmiştir.


Cevabın özeti şöyledir:


Onların kendi uydurdukları isimler verdikleri kabilelerin nezdinde maruf olan örfler ve vasfettikleri kurallar, şeriata muhaliftir. Her kim bunlarla hükmeder ya da bunlarla ilzam ederse dinin dışına çıkmıştır ve Cehennemde belaya bulaşan dalalete düçar olmuşlarla beraberdir. Her kim de bunların sahih olduğuna itikat ederse hiç kuşkusuz ki kafirdir ve şartlar el verdiğinde kanı helaldir. Din ehlinden hiç kimsenin bunlar hakkında susması caiz değildir, dahası, bununla ilgilenen ya da bunlar hakkında konuşanlara karşı çıkmak vaciptir. Bunlara muhakeme olmak da helal değildir.


Allâh ise kullarının maslahatlarını en iyi bilendir. Bunları yalnızca kâfirler ve cahil mülhitler ilka etmiştir. Onları helak etmeleri için bunları şeytanlarına ilka ettiler. Böylece ıslahı istediklerini ve fitne ve şerleri def ettiklerini iddia ediyorlar. Şeytanları da bununla onları dinlerinden çıkarıyor, aynı şeytanların şirk ehlini, Nebîlerinin suretlerini gözlerinde canlandırma vesilesiyle putlara ibadet ederek dinlerinden çıkardığı gibi. Onlar da Nebîlerinin suretlerini gözlerinde canlandırmalarından sonra bu putlara ibadet ettiler. Biz, Allâh'tan selamet dileriz. Hiç kuşkusuz ki Allâh, mahlukatı yaratmış ve onlar için dinlerinin, dünyalarının ve ahiretlerinin maslahatlarını içeren mükellefiyetleri teşri etmiştir. Bu nedenle Müslümanların hakimlerinin ve raşit âlimlerinin ve Rasûllerin Efendisi'nin dinine tabi olan avamın üzerine vacip olan, buna karşı çıkmalarıdır, buna karşı çıkmalarını güzel kılmalarıdır ve onları bundan caydırmalarıdır. Gücü yeten hiç kimsenin bu konuda sessiz kalmaları ve görmezden gelmesi caiz değildir, zira bu, en büyük münkerlerden biridir." Alıntı sona erdi.


Eğer bu, İslam ehlinin icat ettiği örflerle alakalıysa, peki o zaman değersiz Kâfirlerin hükümleri hakkında görüşün nedir?"


 (Abdullâh bin Abd'il Bârî el-Ehdel, es-Seyf'ul Bettâr, Dâr'ul Ahillâ, sf. 44-60)


Lafızları dikkatli inceleyenler ve az çok bedevi veya aşiret töreleri ve örfleri ile ilgili nakilleri okuyanlar bilirler ki, Rasulullah Sallahu aleyhi ve sellem döneminden günümüze kadar bu örfler ve töreler süregelmektedir. İlerde nakledeceğimiz nakillerde de görüleceği üzere örflere ve törelere uyanlar bu gelenekleri ve hükümleri tazim eder şeriatin üstünde tutar ise icma ile kafir olurlar. Ama nakildede görüleceği üzere bu örfler ve töreler genel itibariyle şeriate muhaliftir. Her kişi kendi itikadinin gerektirdiği oranda dinin dışına çıkar.


Dikkat edin alim dinin dışına çıkar dedikten sonra istihlal edenlerin ise kafir olduğunu söyleyerek meseleyi ayırmaktadır. Şayet örflere ve törelere muhakeme olmak iltifat etmek açık küfür olsaydı cümlesinin devamın da istihlal şartını zikretmezdi. Akabin de bu örflere ve törelere karşı susmanın caiz olmadığını muhalefet etmenin ise vacip olduğunu zikretmiştir.


Hemen cümlesinin devamın da ise bizzat örf/töre ve geleneklere muhakeme olmanın helal olmadığını söylemektedir. Bazı cahiller tutup burda ki helal değildir ifadesinden kasıt "küfürdür" diyecek olursa onlara sözü baştan bir daha okumalarını ve yapılan tafsilatı tahrif etmemeleri gerektiğinden başka söylecek sözümüz yoktur. Alimin "Helal değildir" ifadesini "İtaat'te Allah'a şirk koşmak, Hüküm'de şirk koşmak, Tagutlara ibadet ve itaat etmek suretiyle dinden çıkmak" ve benzeri batıl manalarda tahrif edip doldurmaya devam edebilirler. Görüldüğü üzere bu nakilde daha önce aktardığımız nakillerle birebir uyuşmaktadır.


Son satırlarda görüldüğü üzere "Ehli İslam"ın icat ettiği töreler ve örfler hakkında bahsedilmektedir.


Özetlemek gerekirse aşiretlerinin hükümlerine tabi olanlar ve onlara muhakeme olanlar hakkın da tafsilat vardır. Şeriat'ten üstün tutan veya eşit tutan, bu hükümler hakkında istihlal'de bulunan herkes kafirdir. Şeriat'ten üstün tutmayıp, yaptığı işin batıl olduğuna itikat etmekle beraber hevasına uyarak bu fiilere bulaşan kişiler ise haram işlemiştir ve şeriat'in gerektirdiği şekilde kınanmaya ve tazir edilmeye layıktırlar.

24.NAKİL


İbn'ul Kayyim Rahimehullâh şöyle demiştir:


«الصلاة لابن القيم» (ص88):

«وأمَّا كفر العمل: فينقسم إلى ما يضادُّ الإيمان، وإلى ما لا يضادُّه.»

«الصلاة لابن القيم» (ص89):

«فالسُّجُود للصَّنَم، والاستهانة بالمصْحف، وقتل النَّبيِّ وسبُّه يضادُّ الإيمان.

وأمَّا الحكم بغير ما أنزل الله، وترك الصَّلاة فهو من الكفر العملي قطعًا. ولا يمكن أن يُنْفَى عنه اسم الكفر، بعد أنْ أطلقه الله ورسوله عليه. فالحاكم بغير ما أنزل الله كافِرٌ، وتارك الصلاة كافِرٌ، بنصِّ رسول الله صلى الله عليه وسلم؛ ولكن هو كُفْرُ عمل، لا كفر اعتقادٍ


"Amel küfrüne gelince, bu da imana zıt olan ve imana zıt olmayan şeklinde iki çeşittir.


Puta secde etmek, mushafı küçümsemek, bir Nebî'yi öldürmek ve ona sövmek imana zıt olan amel küfrüdür.


Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmek ve namazı terk etmeye gelince bunlar da katî olarak amel küfrüdür. Bunlara Allâh ve Rasûlü küfür ismini vermişken bunlardan küfür ismini nefyetmek de mümkün değildir. Dolayısıyla Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmeden hâkim kâfirdir ve namazı terk eden de kâfirdir. Bu, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in nassıyla böyledir. Ancak bunlar, itikad küfrü değil amel küfrüdür."


 (İbn'ul Kayyim, es-Salâh, Dâr Atâ'ât'ul İlm, sf. 89)


____________________________________________


Şimdi ise Şeyh Sehman'ın bu sözleri nasıl şerh ettiğini tahkik edelim:


سليمان بن سحمان «كشف غياهب الظلام عن أوهام جلاء الأوهام» (ص314):

«فانظر رحمك الله إلى ما ذكره العلماء من أن الكفر نوعان كفر اعتقاد، وجحود وعناد فأما كفر الجحود والعناد فهو أن يكفر بما علم أن الرسول جاء به من عند الله جحوداً وعناداً من أسماء الرب وصفاته وأفعاله وأحكامه التي أصلها توحيده وعبادته وحده لا شريك له، وهذا مضاد للإيمان من كل وجه، وأما النوع الثاني فهو كفر عمل، وهو نوعان أياً كان: مخرج من الملة وغير مخرج منها، فأما النوع الأول فهو يضاد الإيمان كالسجود للصنم والاستهانة بالمصحف، وقتل النبي وسبه، والنوع الثاني كفر عمل لا يخرج من الملة كالحكم بغير ما أنزل الله وترك الصلاة، فهذا كفر عمل لا كفر اعتقاد، وكذله قوله: "لا ترجعوا بعدي كفاراً يضرب بعضكم رقاب بعض"، وقوله: "من أتى كاهناً فصدقه وأتى امرأة في دبرها فقد كفر بما أنزل الله على محمد –صلى الله عليه وسلم" فهذا من الكفر العملي وليس كالسجود للصنم والاستهانة بالمصحف وقتل النبي وسبه، وإن كان الكل يطلق عليه الكفر إلى آخر ما ذكر رحمه الله، لكن ينبغي أن يعلم أن من تحاكم إلى الطواغيت أو حكم بغير ما أنزل الله، واعتقد أن حكمهم أكمل وأحسن من حكم الله ورسوله، فهذا ملحق الكفر الاعتقادي المخرج عن الملة كما هو مذكور في نواقض الإسلام العشرة، وأما من لم يعتقد ذلك لكن تحاكم إلى الطاغوت ‌وهو ‌يعتقد ‌أن ‌حكمه ‌باطل ‌فهذا ‌من ‌الكفر ‌العملي


 Şeyh Süleyman b. Sehmân’ın “Keşfu ğayâhibil-zalâm ‘an evhâmi Celâ’il-evhâm” adlı eserinin 314. sayfasında der ki ;


"Allah sana merhamet etsin!

Âlimlerin şu ifadelerine dikkat et: Küfür iki çeşittir:


1. İnanç (itikadî) küfrü,


2. İnat ve inkâr (cihûd ve ‘inâd) küfrü.


Cihûd ve ‘inâd küfrü ise, Resûl’ün Allah katından getirdiğini bildiği hâlde inatla ve inkârla inkâr edenin küfrüdür. 


Bu; Rabbin isimleri, sıfatları, fiilleri ve hükümleri gibi -ki bunların aslı, Allah’ı birlemek ve yalnız O’na ibadet etmektir- şeyleri inkâr etmektir. Bu tür küfür, her yönüyle imanın karşıtıdır.


İkinci tür ise amelî küfürdür. 


Bu ise iki çeşittir:


Birinci türü, kişiyi dinden çıkaran amelî küfürdür.


Örneğin: puta secde etmek, mushafa hakaret etmek, bir peygamberi öldürmek veya ona sövmek gibi.


Bu tür ameller, imanın zıddıdır.


İkinci türü ise, kişiyi dinden çıkarmayan amelî küfürdür.


***Örneğin: Allah’ın indirdiğiyle hükmetmemek ve namazı terk etmek gibi.Bu, itikadî değil, amelî küfürdür.***


Aynı şekilde Peygamber’in şu sözleri de bu türdendir:


> “Benden sonra birbirinizin boynunu vuran kâfirler olmayın.”

ve

“Kim bir kâhine gider, onu tasdik eder veya bir kadına arkadan yaklaşırsa, Allah’ın Muhammed’e indirdiğini inkâr etmiş olur.”


Bunlar da amelî küfürdendir; puta secde etmek, mushafa hakaret etmek, bir peygamberi öldürmek veya ona sövmek gibi değildir. Her ne kadar bu fiillerin tümü için “küfür” lafzı kullanılsa da, aralarında fark vardır.


Ancak şunu bilmek gerekir:


***Kim tağuta muhakeme olur veya Allah’ın indirdiğiyle hükmetmez de, tağutların hükmünü Allah ve Resûlünün hükmünden daha mükemmel ve güzel görürse, bu kişi itikadî küfre girer ve dinden çıkar. ***


Bu, İslam’ı bozan on şey arasında zikredilen küfürdendir.


***Ama kim böyle bir inanca sahip olmadan tağuta muhakeme olursa ve hükmünün bâtıl olduğuna inanırsa, bu amelî küfürdür, dinden çıkarmaz."***


(Kaynak Şeyh Süleyman b. Sehmân’ın “Keşfu ğayâhibil-zalâm ‘an evhâmi Celâ’il-evhâm” adlı eserinin 314.)


25.NAKİL


Şeyh Süleyman b. Sehman, Abd'ul Latîf bin Abd'ir Rahmân Rahimehullâh'ın şu sözüne açıklama getirmiştir.



 Şeyh Abd'ul Latîf bin Abd'ir Rahmân diyor ki:


الشيخ عبداللطيف «عيون الرسائل والأجوبة على المسائل» (2/ 605):

«وأما ما ذكرته عن الأعراب من الفرق بين من استحل الحكم بغير ما أنزل الله، ومن لم يستحل، فهذا هو الذي عليه العمل، وإليه المرجع عند أهل العلم»


"Bedeviler hakkında zikrettiğin; Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal sayan ve saymayan arasındaki fark, kendisiyle amel edilen şeydir ve ilim ehli nezdinde bu görüşe itimat edilir."


 (Uyûn'ur Rasâ'il ve'l Ecvibe, 2/605)


Şeyh Suleymân bin Sehmân Rahimehullâh, bu söz üzerine şunları söyledi:


سليمان بن سحمان «عيون الرسائل والأجوبة على المسائل» (2/ 603):

«وأن ما ذكره في شأن الأعراب من الفرق بين من استحل الحكم بغير ما أنزل الله، ومن لم يستحل، هو الذي عليه العمل، وإليه المرجع عند أهل العلم، يعني أن من استحل الحكم بغير ما أنزل الله، ورأى أن حكم الطاغوت أحسن من حكم الله، وأن الحضر لا يعرفون إلا حكم المواريث، وأن ما هم عليه من السوالف والعادات هو الحق، فمن اعتقد هذا فهو كافر.

وأما من لا يستحل هذا، ويرى أن حكم الطاغوت باطل، وأن حكم الله ورسوله هو الحق، فهذا لا يكفر، ولا يخرج من الإسلام. {وَلِكُلٍّ دَرَجَاتٌ مِمَّا عَمِلُوا}»


"Onun bedeviler hakkında zikrettiği; Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal sayan ve saymayan arasındaki fark, kendisiyle amel edilen şeydir ve ilim ehli nezdinde bu görüşe itimat edilir. Yani her kim Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal sayar da tağutun hükmünü Allâh'ın hükmünden daha güzel görürse, şehirlerde yaşayan insanların sadece miras hükmünü bildiğini düşünürse ve kendi üzerinde bulundukları selefler ve adetleri hak olarak görürse... işte her kim buna itikat ederse kâfirdir.


Ancak her kim bunu helal saymaz, tağutun hükmünün batıl olduğunu düşünür ve Allâh'ın ve Rasûlü'nün hükmünün hak olduğuna itikat ederse, işte bu kişi küfre düşmediği gibi İslam'dan da çıkmaz. "Herkesin amellerine göre dereceleri vardır." (el-En'âm, 6/132)" 


(Uyûn'ur Rasâ'il ve'l Ecvibe, 2/603)


26.NAKİL


Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh, Nevâkiz'ul İslâm'da şöyle demiştir:

الرابع: من اعتقد أن غير هدي النبي صلى الله عليه وسلم أكمل من هديه، أو أن حكم غيره أحسن من حكمه، كالذين يفضلون حكم الطاغوت على حكمه، فهو كافر.

"4.'sü: Her kim Nebî Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'den başkasının yolunun onun getirdiği yoldan daha iyi olduğuna, ya da ondan başkasının hükmünün onun hükmünden daha mükemmel olduğuna i'tikâd ederse; tıpkı tâğûtların hükmünü, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in hükmünden daha üstün tutan(lar) gibi, kâfirdir." 


(Nevâkiz'ul İslâm)


Bu zamana kadar kendilerinden nakilde bulunduğumuz âlimlerin sözleri ile Şeyhul-İslam'ın sözleri birbirine mutabıktır. Görüldüğü gibi Şeyh, Tağut'ların hükmünü, Rasûlullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in hükmünden üstün gören herkesin kâfir olduğunu bildirmiştir.


Şimdi burada zihinleri uyandırmak için sorulması gereken soru şudur: Tağut'ların hükmüne iltifat etmek, onlarla amel etmek veya muhakeme olmak gibi birbirine benzeyen fiiller mücerret kendi başına küfrü içeren tafsilatsız fiiller ise Şeyh neden burada istihlal/itikat şartlarına dayanan "üstün tutma" illetini getirdi?

Hâlbuki bizim batıl zihniyetimize göre her kim Tağut'ların hükmüne iltifat eder, onlarla amel eder ve onlara muhakeme olursa direkt küfre girmiştir. Bu noktada onun hükmü üstün tutması veya tutmaması bizi ilgilendirmez. Çünkü yaptığı fiilin kendisi bizzat putlara ibadet etmek gibi açık bir küfür fiilidir.


Gördüğünüz gibi Şeyhul-İslam ise bizle arasına fark koyarak istihlal/itikat şartlarına dayanan "üstün görme" hususundan bahsetmektedir.


27.NAKİL


Şeyhu'l İslam'ın oğlu Şeyh Abdullâh bin Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh şöyle demiştir:

الشيخ عبدالله «الدرر السنية في الأجوبة النجدية» (10/ 252):

«وسئل: هل يجوز التحاكم إلى غير كتاب الله؟

فأجاب: لا يجوز ذلك، ومن اعتقد حله فقد كفر، وهو من أعظم المنكرات، ويجب على كل مسلم الإنكار على من فعل ذلك؛ ولا يستريب في هذا من له أدنى علم»

Şeyh Abdullâh bin Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh'a soruldu: Allâh'ın kitabından başkasına muhakeme olmak caiz midir?

Cevaben dedi ki: Bu caiz değildir. Her kim bunun helalliğine itikat ederse küfre girer. Bu, en büyük münkerlerdendir. Her Müslüman'ın üzerine vacip olan, bunu işleyene karşı çıkmaktır. İlimden en az nasibi olanlar bile bu meselede şüphe etmez."


 (ed-Durar'us Seniyye, 10/252)


Şimdi burada sorulacak soru şudur: Şeyh'e sorulan 'Allah'ın kitabından başkasına muhakeme olmak caiz midir?' sorusu hangi konuya işaret etmektedir?


Sorulan bu soru, bazı tahrif ehlinin meseleyi kendisine kilitleyip sabote edeceği "mezhepler veya şeriate göre hükmetmeyen Müslüman kadı" meselesine mi işaret etmektedir? Alim cahil mi bu kelimeleri kullanmıyor? Yoksa bu söz daha genel olarak şeriate muhalif olan aşiret törelerini, bedevi hükümlerini, beşerî hukukları, Yesak gibi unsurları mı kapsamaktadır? Bunların hepsi az veya çok, büyük veya küçük Allah'ın kitabından başka kaynaklar, hükümler, kanunlar, yasalardır...


28.NAKİL


Şeyhu'l İslam'ın oğlu Şeyh Abdullâh bin Muhammed bin Abd'il Vehhâb Rahimehullâh şöyle demiştir:



الشيخ عبداللطيف «منهاج التأسيس والتقديس في كشف شبهات داود بن جرجيس» (ص70):

«وقوله: إن قول الشيخ وأتباعه: "لا يعبد إلا الله" من جنس قول الخوارج: "لا حكم إلا لله" وأنه يقال لهم ما قيل لأولئك: هذه كلمة حق، ولكن أين من يعبد غير الله، إذا كان مسلماً ناطقاً بالشهادتين يصلي ويزكي ويحج؟

والجواب أن يقال:

الخوارج مخطئون ظالمون فيما نقموا به على أصحاب رسول الله صلى الله عليه وسلم؛ فإن الصّحابة ما حكموا سوى القرآن، وإنما الرجال يحكمون بالقرآن، فالتبس الأمر على الخوارج، ولم يفهموا أن جميع الأحكام الشرعية إذا صدرت عما في الكتاب والسنة فهما الحاكمان، ولا ينسب الحكم إلى الرجال إلا بقيد، وجاءت السنة بأن الطاعة في المعروف، وهو ما أمر الله به ورضيه من الواجبات»

«منهاج التأسيس والتقديس في كشف شبهات داود بن جرجيس» (ص71):

«والمستحبات. وإنما يحرم التحكيم إذا كان المستند إلى شريعة باطلة تخالف الكتاب والسنة، كأحكام اليونان والإفرنج والتتر وقوانينهم التي مصدرها آراؤهم وأهواؤهم، وكذلك سوالف البادية وعاداتهم الجارية. فمن استحل الحكم بهذا في الدماء أو غيرها فهو كافر. قال تعالى: {وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ} [المائدة: من الآية44] ، وهذه الآية ذكر فيها بعض المفسرين: أن الكفر المراد هنا كفر دون الكفر الأكبر، لأنهم فهموا أنها تتناول من حكم بغير ما أنزل الله، وهو غير مستحل لذلك، لكنهم يتنازعون في عمومها للمستحل، وأن كفره مخرج عن الملة.

إذا عرفت هذا عرفت وجه قول أمير المؤمنين في مقالة الخوارج: لا حكم إلا الله "إنها كلمة حق أريد بها الباطل" وأما قول المسلم الحنيفي: لا يعبد إلا الله، فهي كلمة حق أريد بها حق؛ لأنّ دعاء الأولياء والصالحين والاستغاثة بهم وتعلق القلوب بهم محبة ورجاء وخوفاً وطمعاً، هو العبادة بالإجماع. وقد مرّ لك أنهم صرفوا من العبادات لمعبوداتهم جميع ما يستحقه ذو العرش المجيد تقدس اسمه جل ذكره.»



Irakî'nin (Dâvûd bin Circîs'in) şu sözü:


"Hiç kuşkusuz ki şeyh ve ona tabi olanların biz Allâh'tan başkasına ibadet etmeyiz sözü, Haricilerin hüküm yalnızca Allâh'ındır sözünün cinsindendir. 


Bu hususta şeyhe ve ona tabi olanlara, Haricilere söylenen şu söz söylenir: 


Bu söz hak bir söz olmakla beraber -bahsedilen kişiler şehadeteyni dile getirirken, namaz kılarken, zekât verirken ve haccederken- Allâh'tan başkasına ibadet edenler nerede?"



Buna cevaben şöyle deriz:



Hariciler, Rasûlullâh Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in ashabına gösterdikleri düşmanlıkta hatalılardı ve zulmetmişlerdi. 



Zira Sahabe, Kuran'dan başkasını hakem tayin etmemişti. İnsanlar da yalnızca Kuran ile hükmediyorlardı. 



Bu mesele, Haricilere karışık geldi ve şer'î hükümlerin tümünün Kitab ve Sünnet'ten sadır olduğunda aslında Kitab ve Sünnet'in hakimler olduğunu fehmetmediler. 



Hüküm, insanlara sadece bir kayıt ile nispet edilir. Sünnette ise itaatin marufda söz konusu olacağı varit olmuştur, maruf da Allâh'ın emrettiği ve razı olduğu vecibelerdir ve müstehab olan şeylerdir.



***Eğer kendisi hakim kılınan şey, Yunanların, Fransızların ve Tatarların kendi görüş ve hevalarından sadır olmuş hükümleri ve kanunları gibi batıl ve Kitab ve Sünnet'e muhalefet ediyorsa, işte sadece o zaman hakim kılmak haram olur.***


***Bedevîlerin selefleri ve cari olan adetleri de böyledir. Her kim kan akıtılması yahut da başka bir şeyde bu hüküm ve kanunlarla hükmetmeyi HELAL addederse kâfirdir.***


Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Allâh'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir." (el-Mâ'ide, 5/44)


Bu ayet hakkında bazı müfessirler, burada kastedilen küfrün büyük küfrün altındaki bir küfür olduğunu zikretmişlerdir. 


---Zira onlar, bu ayetin, bunu helal addetmeksizin Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi kapsadığını fehmetmişlerdi.---



Ancak bu müfessirler, bu ayetin umumunun bunu helal addeden kişileri kapsaması ve bunu helal addedenlerin küfrünün dinden çıkaran küfür olduğu hususunda tartışmışlardır.



Bunu bildiğinde, Müminlerin Emiri'nin Haricilerin hüküm yalnızca Allâh'a aittir sözü hakkında "Bu, kendisiyle batılın kastedildiği hak bir sözdür" şeklindeki sözünün veçhini de bilmiş olursun.



Ancak hanîf dine tabi bir Müslüman, "Allâh'tan başkasına ibadet edilmez" dediğinde bu söz, kendisiyle hakkın kastedildiği hak bir sözdür. Zira velilere ve Salihlere dua etmek, onlarla istigase yapmak, kalplerin onlara sevgi beselemesi, ümit duyması, korku hâlinde ve umut hâlinde kalplerin onlara bağlanması, icma ile ibadettir.


Daha evvel onların, ismi mukaddes zikri ulu olan Mecid Arşın sahibinin hak ettiği her şeyi kendi ibadet ettikleri varlıklara yönelttikleri senin için zikredilmişti."


 (Abd'ul Latîf bin Abd'ir Rahmân, Minhâc'ut Te'sîs, sf. 70-71)


Bizim meselemizi ilgilendiren kısmı ise Şeyh'in Yunan'lardan, Frenkler'den ve Tatarlar'dan bahsetmesidir. Şeyh şöyle demektedir:


Alıntı Yap

Eğer kendisi hakim kılınan şey, Yunanların, Fransızların ve Tatarların kendi görüş ve hevalarından sadır olmuş hükümleri ve kanunları gibi batıl ve Kitab ve Sünnet'e muhalefet ediyorsa, işte sadece o zaman hakim kılmak haram olur. Bedevîlerin selefleri ve cari olan adetleri de böyledir.


Şimdi bu cümleyi iyi inceleyin ve tahriften ve tedlisten sakının. Şeyh, kendi döneminde ortaya çıkan beşerî Yunan ve Frenk hükümlerini, aynı zamanda kendisinden önce gerçekleşmiş Tatarların hükümlerini ve kanunlarını tahrife yer vermeyecek şekilde açıkça zikretmiştir.


Yani Şeyh; "Fransız, Yunan, Tatar Yesak'ını" aynı cümlede zikretmiş; bunların beşerî birer hukuk olduğunu ve bunları sadece hakim kılmanın, bunlarla amel etmenin açıkça "HARAM" olduğunu belirtmiştir. Şeyh bununla da yetinmemiş, beşerî hukukların yan dalı olan bedevi örflerini ve adetlerini de Fransız, Yunan, Tatar hükümleriyle eş tutmuştur. Yani bedevi törelerinin, günümüz veya geçmiş devlet yönetimlerini kapsayan beşerî hukuk sistemleriyle aynı olduğunu söylemiştir.


Şimdi dikkat edelim; Şeyh, bu hükümleri hakim kılmanın "HARAM" olacağını ifade etti. Peki bu ifadeden katıksız küfürdür manasını mı kastetti? Elbette hayır! Bunu bizzat Şeyh, cümlesinin devamında açıklıyor ve diyor ki:


Her kim kan akıtılması yahut da başka bir şeyde bu hüküm ve kanunlarla hükmetmeyi helal addederse kâfirdir. Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır: "Allâh'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir." (el-Mâ'ide, 5/44)


Görüldüğü gibi Şeyh, bu hükümlerle amel etmeyi genel itibarıyla "HARAM" saymıştır. Bu hükümlerle hükmetmeyi helal addedenleri ise kâfir kabul etmiştir. Aslında bu nakil bile Memlük Devleti'nin ve İlhanlı'lardan Müslüman olan devlet adamlarının hallerini izah etmektedir. Hatta tekfirin de açıkca ihtilaf olan Emir Timur'un Yesak'la muamele etmesine göre âlimler tarafından hangi kayıtlarla tekfir edildiğinin de bir nevi izahı vardır. Tatarlar, Memlükler, Emir Timur konusu uzun bir konudur.

29.NAKİL


Şimdi ise Hamad b. Atik'ten bir nakil de bulunacağız. Şeyh Hamad bin Atîk Rahimehullâh şöyle demiştir:


"On dördüncü mesele: Allâh'ın Kitabı ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in Sünneti'nden başkasına muhakeme olmak.


İbnu Kesîr şöyle demiştir: "Cahiliyye ehli, cehaletler ve dalaletlerle hükmettiği gibi ve yine Tatarlar'ın Cengizhan'dan aldıkları siyasetlerle hükmettikleri gibi. Ki Cengizhan, onlar için bir kitap hazırlamış ve onu, farklı şeriatlardan derlemişti. Bu, onların arasında Kitap ve Sünnetle hükmetmenin önüne geçirdikleri bir şeriat olmuştu.


Herkim bunu yaparsa kâfirdir, Allâh ve Rasûlü'nün hükmüne dönünceye kadar kendileriyle savaşmak vaciptir. Çünkü az yahut çok olsun, hiçbir meselede ondan başkasıyla hükmedilmez.


Allâhu Teâlâ şöyle buyurmaktadır:


"Onlar hâlâ cahiliye devrinin hükmünü mü istiyorlar? Kesin olarak inanacak bir toplum için, kimin hükmü Allah'ınkinden daha güzeldir?" (el-Mâ'ide, 5/50)


Ben derim ki: Bedevîlerin çoğu ve onlara benzeyenler, bunun bir benzerine düştü. Onlar, atalarının adetlerine muhakeme olur ve atalarının uydurduğu kendilerinin de Rifâka şeriatı adını verdikleri melun şeylere muhakeme olurlar. Onlar bunu, Allâh'ın Kitabı ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinin önüne geçirirler. Herkim bunu yaparsa kâfirdir ve Allâh'ın ve Rasûlü'nün hükmüne dönene kadar onunla savaşmak vaciptir.


Şeyh'ul İslam İbnu Teymiyye dedi ki: "Bir kimse, Allâh'ın Rasûlü'ne indirdiğiyle hüküm vermenin vacip olmadığına itikat ettiğinde hiç kuşkusuz kâfir olur. Herkim insanlar arasında Allâh'ın indirdiğine tabi olmaksızın kendisinin adil olduğunu gördüğü şeyle hükmetmeyi helal addederse kâfirdir. Zira her ümmete adaletle hükmetmek emredilmiştir. Onların dininde adalet, kendi büyüklerinin gördüğü bir şey olabilir. Dahası, kendilerini İslam'a nispet edenlerin çoğu Allâh'ın indirmediği adetlere muhakeme olurlar, Bedevîlerin selefleri ve kendilerine itaat edilenlerin emirleri gibi. Ve onlar, Kitap ve Sünnet'e değil de bunlara muhakeme olunmasının gerekli olduğunu düşünürler.


Bu küfürdür. Zira insanların birçoğu İslam'a girmişlerdir. Ancak bununla beraber onlar, yalnızca kendilerine itaat ettikleri kişilerin kendileriyle emrettikleri cari adetlere muhakeme olurlar. Bu kişiler, Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmenin caiz olmadığını bildiklerinde buna uymaz ve hatta Allâh'ın indirdiğinden başkasıyla hükmetmeyi helal addederlerse onlar kâfirdir." Minhâc'us Sunne kitabından alıntı sona erdi.

İbnu Teymiyye, bunların hepsini Allâh Subhânehu ve Teâlâ'nın şu buyruğunda zikretmiştir:

Allâh'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kafirlerdir." (el-Mâ'ide, 5/44)


Allâh ona rahmet etsin ve onu affetsin." 


(Hamad bin Atîk, Sebîl'un Necât, 83-84)

_______

Burada açıklayacağımız tek kısım, Şeyh Hamad b. Atik'in şu sözleridir:


Ben derim ki: Bedevîlerin çoğu ve onlara benzeyenler, bunun bir benzerine düştü. Onlar, atalarının adetlerine muhakeme olur ve atalarının uydurduğu kendilerinin de Rifâka şeriatı adını verdikleri melun şeylere muhakeme olurlar. Onlar bunu, Allâh'ın Kitabı ve Rasûlü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinin önüne geçirirler. Herkim bunu yaparsa kâfirdir ve Allâh'ın ve Rasûlü'nün hükmüne dönene kadar onunla savaşmak vaciptir.


Şeyh Hamad b. Atik yine burada bedevilerden bahsederken, bedevilerin bu adetlerini Allah'ın kitabı ve Rasûlü Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in sünnetinin önüne geçirdiklerinden bahseder.


Gördüğünüz gibi yine şeriatten üstün görme, yani itikat illetini zikretmiş, peşine ise bunu yapanların kâfir olduğunu belirtmiştir.


Bedevilerde itikat ve istihlal olmadan bu fiillere bulaşanların haram işlediğini ise daha önce ispat etmiştik. 

__________


30.NAKİL


İmam Şevkani'den Fethu'r-Rabbani isimli eserde nakledilen "Tağut'a muhakeme olmak küfürdür" rivayetini, öncesi ve sonrası ile incelemeye ve hangi illetler (gerekçeler) üzerine bina edildiğini ortaya koymaya çalışacağız.


İmam Şevkani, devletin ve halkın durumu hakkında uzunca bilgiler vermiş ve vereceği temel bilgileri üç kısma ayırmıştır. Kendi ifadesiyle şöyle demektedir:

القسم الأول: رعايا يأتمرون بأمر الدولة، وينتهون بنهيها، لا يقدرون على الخروج عن كل ما يرد عليهم من أمر أو نهي، كائنا ما كان.

القسم الثاني: طوائف خارجون عن أوامر الدولة متغلبون [2ب] في بلادهم.

الطائفة الثالثة: أهل المدن، كصنعاء وذمار، وهم داخلون تحت أوامر الدولة، ومن جملة من يصدق على غالبهم اسم الرعية، ولكنهم يتميزون عن سائر الرعايا بما سيأتي ذكره.


Birinci Kısım: Devlete Bağlı Halk (Reaya)


Bunlar, devletin emirlerine uyan ve yasaklarından kaçınan halktır. Onlara gelen her türlü emirden veya yasaktan, ne olursa olsun, çıkma gücüne sahip değillerdir.


İkinci Kısım: Devlet Emirlerine İsyan Eden Gruplar


Bunlar, devletin emirlerine uymayan ve kendi bölgelerinde egemen olan gruplardır.


Üçüncü Kısım: Şehir Halkı (San'a ve Zimar gibi)


Bunlar, devletin emirleri altındadır ve çoğunluğu üzerinde "halk" (reaya) adı doğru kabul edilen kimselerden sayılırlar. Ancak diğer halktan, ileride zikredilecek (belirtilecek) hususlarla ayrılırlar.


_________


İmam Şevkani rahimehullah şöyle demektedir:


[القسم الثاني]

اعلم - أرشدك الله - أن جميع ما ذكرنا لك في القسم الأول - وهم الرعايا - من ترك الصلاة، وسائر الفرائض الشرعية إلا الشاذ النادر على تلك الصفة، فهو أيضًا كائن في البلاد الخارجة عن أوامر الدولة ونواهيها، بل الأمر فيهم أشد وأفظع، فإنهم جميعا لا يحسنون الصلاة، ولا القراءة، ومن كان يقرأ منهم فقراءته غير صحيحة، ولسانه غير صالحة، وبالجملة فالفرائض الشرعية بأسرها من غير فرق بين أركان الإسلام الخمسة وغيرها مهجورة عندهم، متروكة، بل كلمة الشهادة التي هي مفتاح الإسلام لا ينطق بها الناطق منهم إلا على [8أ] عوج.

ومع هذا ففيهم من المصائب العظيمة، والقبائح الوخيمة، والبلايا الجسيمة أمور غير موجودة في القسم الأول


Bilmelisin ki -Allah seni doğru yola iletsin- birinci bölümde bahsettiğimiz reayadan (halktan) olanların namazı ve diğer şer'i farzları terk etmeleri, nadir istisnalar dışında bu şekildeydi.


Aynı durum, devletin emir ve yasaklarının dışında kalan bölgelerde de geçerlidir; hatta oralarda durum daha da şiddetli ve korkunçtur. Çünkü onların hepsi ne namaz kılmayı ne de Kur'an okumayı iyi bilirler. Onlardan okuyabilenlerin de okuyuşları yanlış, dilleri bozuktur. Kısacası, İslam'ın beş şartı da dahil olmak üzere bütün şer'i farzlar, onlar için terk edilmiş ve unutulmuştur. Hatta İslam'ın anahtarı olan kelime-i şehadeti dahi, söyleyenleri eğri büğrü söylerler.


Bununla birlikte, onlarda birinci bölümde bahsedilenlerde bulunmayan büyük musibetler, çirkinlikler ve vahim belalar da vardır:


_________


Devamında, bu ikinci grubu, birinci gruptan ayırmış ve bunların daha büyük musibetlere ve çirkinliklere tasallut ettiğini söylemiştir. 


İmam Şevkani rahimehullah devamla diyor ki:


(منها): أنهم يحكمون بالطاغوت (1)، ويتحاكمون إلى من يعرف الأحكام الطاغوتية منهم، في جميع الأمور التي تنوبهم وتعرض لهم، من غير إنكار ولا حياء من الله ولا من عباده، ولا مخافة من أحد، بل قد يحكمون بذلك بين من يقدرون على الوصول إليه من الرعايا، ومن كان قريبا منهم، وهذا الأمر معلوم لكل أحد من الناس، لا يقدر أحد على إنكاره ودفعه، وهو أشهر من نار على علم.

ولا شك ولا ريب أن هذا كفر بالله - سبحانه - وبشريعته التي أنزلها على رسوله، واختارها لعباده في كتابه، وعلى لسان رسوله صلى الله عليه وسلم، بل كفروا بجميع الشرائع من عند آدم عليه السلام إلى الآن، وهؤلاء جهادهم واجب، وقتالهم متعين، حتى يقبلوا أحكام الإسلام ويذعنوا لها، ويحكموا بينهم بالشريعة المطهرة

.

Zamanımız insanlarının işlediği küfürlerden bir tanesi de karşı çıkmadan, Allâh'tan da kullardan da haya etmeden ve kimseden korkmadan kendilerini ilgilendiren ve başlarına gelen meselelerin hepsinde tağuta muhakeme olmaları ve aralarından tağuti hükümleri bilenlere muhakeme olmalarıdır.


Dahası, onlar reayadan bu hakimlere ulaşabilenlerle ve kendi yakınları arasında bununla hükmederler. Bu iş, herkesin nezdinde bilinir ve kimsenin buna karşı çıkıp defetmeye gücü yetmez. Bu ise her yere yayılmış durumdadır.


Hiç şüphe ve kuşku yoktur ki bu Allâh Subhânehu'ya küfretmektir. Yine bu, Rasûllerine indirdiği ve kitabı ile Rasûl'ü Sallallâhu Aleyhi ve Sellem'in dili üzere kulları için seçtiği şeriatına küfretmektir. Dahası bu, Âdem Aleyh'is Selâm'dan bu zamanımıza dek bütün şeriatlara küfretmektir. Bu kişilerle cihad etmek vaciptir, öldürülmeleri gerekir. Ta ki İslam'ın hükmünü kabul edip boyun eğer ve aralarında temiz şeriatla hükmedene kadar..


__________


İmam Şevkani rahimehullah'ın sözlerine devam ediyoruz.


ويخرجوا من جميع ما هم فيه من الطواغيت الشيطانية [8ب] ومع هذا فهم مصرون على أمور غير الحكم بالطاغوت والتحاكم إليه، وكل واحد منهم على انفراده يوجب كفر فاعله، وخروجه من الإسلام وذلك مثل إطباقهم على قطع ميراث النساء، وإصرارهم عليه، وتعاضدهم على فعله.

وقد تقرر في القواعد الإسلامية أن منكر القطعي، وجاحده (1) والعامل على خلافه، تمردا، أو عنادا، أو استحلالا، أو استخفافا كافر بالله وبالشريعة المطهرة التي اختارها لعباده، ومع هذا فغالبهم يستحل دماء المسلمين وأموالهم، ولا يحترمها، ولا يتورع عن شيء منها، وهذا مشاهد معلوم لكل أحد، لا ينكره عاقل ولا جاهل، ولا مقصر ولا كامل، ومع هذا ففيهم من آثار الجاهلية الجهلاء أشياء كثيرة يعرفها من تتبعها.


İçinde olan her şeyi Şeytani Tagut'lardan çıkartırlar. Bununla birlikte, tağutla hükmetmek ve ona başvurmak dışındaki başka işlerde de ısrarcıdırlar. Onlardan her biri, tek başına, failini küfre düşüren ve İslam'dan çıkaran şeyler yapar. Örneğin, kadınların miraslarını kesme konusunda oybirliğiyle hareket etmeleri, bunda ısrar etmeleri ve bunu yapmak için birbirlerine destek olmaları gibi.


İslam kaidelerinde kesin olarak yerleşmiştir ki, kesin olanı inkâr eden, onu reddeden, ona karşı isyankarca, inatla, helal sayarak veya hafife alarak amel eden kimse, Allah'ı ve kulları için seçtiği tertemiz şeriatı inkâr etmiş, yani kâfir olmuştur.


 Bununla birlikte, çoğunluğu Müslümanların kanlarını ve mallarını helal sayar, onlara saygı göstermez ve bunlardan hiçbirinden çekinmez. Bu, herkesçe bilinen ve görülen bir durumdur; ne akıllı ne cahil, ne eksik ne de kâmil hiçbir kimse bunu inkâr edemez. Tüm bunlara rağmen, onlarda cahiliye döneminin pek çok eseri de bulunmaktadır; bunları araştıran herkes bilir.


_____

31.NAKİL


Fahreddin Er Razı Tefsirinde Diyor Ki ;


الْمَسْأَلَةُ الثَّالِثَةُ: مَقْصُودُ الْكَلَامِ أَنَّ بَعْضَ النَّاسِ أَرَادَ أَنْ يَتَحَاكَمَ إِلَى بَعْضِ أَهْلِ الطُّغْيَانِ وَلَمْ يُرِدِ التَّحَاكُمَ إِلَى مُحَمَّدٍ صلى الله عليه وسلم. قَالَ الْقَاضِي: وَيَجِبُ أَنْ يَكُونَ التَّحَاكُمُ إِلَى هَذَا الطَّاغُوتِ كَالْكُفْرِ، وَعَدَمُ الرِّضَا بِحُكْمِ مُحَمَّدٍ عليه الصلاة والسلام كُفْرٌ، وَيَدُلُّ عَلَيْهِ وُجُوهٌ: الْأَوَّلُ: أَنَّهُ تَعَالَى قَالَ: يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ فَجَعَلَ التَّحَاكُمَ إِلَى الطَّاغُوتِ يَكُونُ إِيمَانًا بِهِ، وَلَا شَكَّ أَنَّ الْإِيمَانَ بِالطَّاغُوتِ كُفْرٌ باللَّه، كما أن الكفر بالطغوت إِيمَانٌ باللَّه. الثَّانِي: قَوْلُهُ تَعَالَى: فَلا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيما شَجَرَ بَيْنَهُمْ إِلَى قَوْلِهِ: وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيماً [النِّسَاءِ: 65] وَهَذَا نَصٌّ فِي تَكْفِيرِ مَنْ لَمْ يَرْضَ بِحُكْمِ الرَّسُولِ عليه الصلاة والسلام.


 

Üçüncü Mesele: Kelam'ın amacı şudur: Bazı insanlar bazı Tugyan ehline başvurarak davalarını çözmek istemiş, Muhammed'e (s.a.v.) muhakeme olmak istememişlerdir.


Kadı (alim) dedi ki: Bu Tağut'a muhakeme olmak küfür gibidir, ve Muhammed'in (s.a.v.) hükmüne razı olmamak da küfürdür. Bunu gösteren birkaç vecih (yön) vardır:


1. Birincisi: Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: "Onlar, Tağut'a muhakeme olmak isterler, oysa onlara onu inkâr etmeleri emredilmiştir." Ayet, Tağut'a muhakeme olmayı ona iman etmek olarak değerlendirmiştir. Şüphesiz ki Tağut'a iman etmek, Allah'ı inkâr etmektir. Tıpkı Tağut'u inkâr etmenin Allah'a iman etmek olduğu gibi.


2. İkincisi: Allah Teâlâ'nın şu kavli: "Hayır, Rabbine andolsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin etmedikçe, sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı (göğüs darlığı) duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar." [Nisa: 65] Bu ayet, Resul'ün (s.a.v.) hükmüne razı olmayan kimsenin kâfir olduğunu açıkça belirten bir nastır (kesin bir delildir).


_________


Dikkat edin Kadı, Tağut'a muhakemenin küfür gibi, Rasul'ün hükmüne razı olmamanın ise küfrün kendisi olduğunu söylemiştir.


Fahreddin Er Razi Nisa 64 Tefsirinde Devamla Diyor Ki ;


الْمَسْأَلَةُ الثَّانِيَةُ: لِقَائِلٍ أَنْ يَقُولَ: أَلَيْسَ لَوِ اسْتَغْفَرُوا اللَّه وَتَابُوا عَلَى وَجْهٍ صَحِيحٍ لَكَانَتْ تَوْبَتُهُمْ مَقْبُولَةً، فَمَا الْفَائِدَةُ فِي ضَمِّ اسْتِغْفَارِ الرَّسُولِ إِلَى اسْتِغْفَارِهِمْ؟

قُلْنَا: الْجَوَابُ عَنْهُ مِنْ وُجُوهٍ: الْأَوَّلُ: أَنَّ ذَلِكَ التَّحَاكُمَ إِلَى الطَّاغُوتِ كَانَ مُخَالَفَةً لِحُكْمِ اللَّه، وَكَانَ أَيْضًا إِسَاءَةً إِلَى الرَّسُولِ عليه الصلاة والسلام وَإِدْخَالًا لِلْغَمِّ فِي قَلْبِهِ، وَمَنْ كَانَ ذَنْبُهُ كَذَلِكَ وَجَبَ عَلَيْهِ الِاعْتِذَارُ عَنْ ذَلِكَ الذَّنْبِ لِغَيْرِهِ، فَلِهَذَا الْمَعْنَى وَجَبَ عَلَيْهِمْ أَنْ يَطْلُبُوا مِنَ الرَّسُولِ أَنْ يَسْتَغْفِرَ لَهُمْ. الثَّانِي: أَنَّ الْقَوْمَ لَمَّا لَمْ يَرْضَوْا بِحُكْمِ الرَّسُولِ ظهر منهم ذلك التمر، فَإِذَا تَابُوا وَجَبَ عَلَيْهِمْ أَنْ يَفْعَلُوا مَا يُزِيلُ عَنْهُمْ ذَلِكَ التَّمَرُّدَ، وَمَا ذَاكَ إِلَّا بِأَنْ يَذْهَبُوا إِلَى الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم وَيَطْلُبُوا مِنْهُ الِاسْتِغْفَارَ. الثَّالِثُ: لَعَلَّهُمْ إِذَا أَتَوْا بِالتَّوْبَةِ أَتَوْا بِهَا عَلَى وَجْهِ الْخَلَلِ، فَإِذَا انْضَمَّ إِلَيْهَا اسْتِغْفَارُ الرَّسُولِ صَارَتْ مُسْتَحِقَّةً لِلْقَبُولِ واللَّه أَعْلَمُ.



Birisi şöyle diyebilir: "Allah'tan bağışlama dileseler ve doğru bir şekilde tevbe etselerdi, tevbeleri kabul edilmez miydi? O halde, Resul'ün istiğfarının kendi istiğfarlarına eklenmesinin faydası nedir?"

Cevabımız birkaç yöndendir:


1. Birincisi: Tağut'a muhakeme olmak, Allah'ın hükmüne muhalefetti ve aynı zamanda Resulullah (s.a.v.)'e karşı bir kötülük ve kalbine üzüntü vermeydi. Günahı böyle olan kimsenin, bu günahtan dolayı başkasından özür dilemesi vaciptir. Bu anlamdan dolayı, Resul'den kendileri için bağışlama dilemesini istemeleri vacip olmuştur.


2. İkincisi: O kavim, Resul'ün hükmüne razı olmadıkları için isyanları ortaya çıkmıştı. Tevbe ettiklerinde, o isyanı üzerlerinden kaldıracak bir şey yapmaları vacipti. Bu da ancak Resulullah (s.a.v.)'e gidip ondan bağışlama dilemesini istemekle olur.


3. Üçüncüsü: Belki de onlar tevbe ettiklerinde, tevbelerinde bir kusur bulunabilirdi. Eğer buna Resul'ün istiğfarı da eklenirse, tevbe kabul edilmeye layık hale gelirdi. Allah en iyisini bilendir.


32. NAKİL



İmam Mücahit taguta muhakeme olan kişiyi müslüman olarak isimlendiriyor



أبو عاصم، عن عيسى، عن ابن أبي نجيح، عن مجاهد في

 قول الله:"ظلموا أنفسهم" إلى قوله:"ويسلموا تسليما"، قال: إن هذا في الرجل اليهودي والرجل المسلم اللذين تحاكما إلى كعب بن الأشرف.»




Ebu Âsım → Îsâ → İbn Ebî Necîh → Mücâhid’den (şöyle dedi):


Allah Teâlâ’nın şu sözü hakkında: “kendilerine zulmetmişlerdi.” (Nisâ 4/64) ayetinden, “ve tam bir teslimiyetle teslim olsalar.” (Nisâ 4/65) ayetine kadar olan kısım hakkında dedi ki:


 “Bu, (meselelerini) Kâ‘b b. Eşref’e götüren bir Yahudi adam ile bir Müslüman adam hakkındadır.”

___

33. NAKİL

İbnul Munzir Tağuta Muaheme Olan Kişiyi Müslüman Olarak İsimlendiriyor ;


حَدَّثَنَا زَيْدٌ، قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ ثَوْرٍ، عَنِ ابْنِ جُرَيْجٍ، عَنْ مجاهد " {وَلَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ إِلَى فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى قوله: وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا} هَذَا فِي الرجل اليهودي والرجل المسلم، اللذين تحاكما إِلَى كعب بْن الأشرف "»

Zeyd bize rivayet etti, dedi ki: Bize İbn Sevr, İbn Cüreyc’den, o da Mücahid’den rivayet etti. (Mücahid dedi ki:)


Allah Teâlâ’nın şu sözü hakkında:

“Eğer onlar, kendilerine zulmettiklerinde... andolsun ki, Rabbin’e yemin olsun ki, aralarında ihtilaf ettikleri şeylerde seni hakem tayin etmedikçe iman etmiş olmazlar… tâ ki ‘ve tam bir teslimiyetle teslim oluncaya kadar’ buyruğuna kadar.”


(Mücahid dedi ki:) Bu, (olay) bir Yahudi adam ile bir Müslüman adam hakkındadır; ikisi birlikte Kâ‘b b. el-Eşref’e muhakeme için başvurmuşlardı.

34.NAKİL


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cengiz Han'ın "El-Yasek" adlı kanun kitabı ile hükmedip tekfir edilişi'nin tahlili

Ölüler ile İstiğase'nin Hükmü