TAĞUTA MUHAKEME İLE İLGİLİ ALİMLERDEN NAKİLLER




 TAĞUTA MUHAKEME İLE İLGİLİ ALİMLERDEN NAKİLLER


1.NAKİL


İbn Hazm (r.a.)  Tağuta Muhakeme Meselesi Hakkında şöyle demektedir:


 فَيُمْكِنُ أَنْ يَكُونَ هَؤُلَاءِ الَّذِينَ أَرَادُوا التَّحَاكُمَ إِلَى الطَّاغُوتِ لَا إِلَى النَّبِيِّ مُظْهِرِينَ لِطَاعَةِ رَسُولِ اللهِ ﷺ عُصَاةٌ بِطَلَبِ الرُّجُوعِ فِي الْحُكْمِ إِلَى غَيْرِهِ غَيْرَ مُعْتَقِدِينَ لِصِحَّةِ ذَلِكَ، لَكِنْ رَغْبَةً فِي اتَّبَاعِ الْهَوَى فَلَمْ يَكُونُوا بِذَلِكَ كُفَّارًا بَلْ عُضاةً


فَنَحْنُ نَجِدُ هَذَا عَيَانًا عِنْدَنَا فَقَدْ نَدْعُو نَحْنُ عِنْدَ الْحَاكِمِ إِلَى الْقُرْآنِ وَإِلَى سُنَّةِ رَسُولِ اللهِ ﷺ الثَّابِتِ عَنْهُمْ بِإِقْرَارِهِمْ فَيَأْبَوْنَ ذَلِكَ وَيَرْضَوْنَ بِرَأْي أَبِي حَنِيفَةَ وَمَالِكِ وَالشَّافِعِي، هَذَا أَمْرٌ لَا يُنْكِرُهُ أَحَدٌ، فَلَا يَكُونُونَ بِذَلِكَ كُفَّارًا


"Şu, Rasûle itaati izhar ettikleri halde Nebi'ye değil de tağuta muhakeme olmak isteyen kişilerin, yaptıklarının sıhhatine itikat etmeden hükümde başkasına rücu etmelerine rağmen, hevâlarına uymakla ;


______________


***KAFİR OLMAMALARI MÜMKÜNDÜR 

 BİLAKİS BUNLAR SADECE ASİ OLURLAR, KAFİR DEĞİL.***


__________________


Nitekim bu gibi durumlara biz, yanımızda da çokça şahit olmaktayız. 


Mesela bazı kişileri, sâbit olduklarını kendilerinin de kabul ettikleri Kuran'dan ve Rasûlullah'ın sünnetinden sâbit olan şeylere davet ettiğimizde, yüzçevirerek Ebu Hanife'nin, Mâlik'in ve Şafiî'nin sözlerine râzı oluyorlar. 


Bu, kimsenin inkar edemeyeceği kadar çokça karşılaştığımız bir şeydir. 


BUNUNLA BİRLİKTE BÖYLE YAPANLAR KAFİR OLMAZLAR.


(Kaynak İbn Hazm El  Muhalla, 6/58)


==========================================


2.NAKİL


Bu fetva hicri 9.yüzyılda yaşamış büyük Maliki Fakihi Ebü'l-Kasım el-Burzüli'ye (rha) ait bir fetva.|


للنظر في الأحكام أن لا يجوز حكم الولاة، وإن لم يكن لها قاض أن يجوز حكمهم لما للناس في ذلك من الرفق، وهو أحسن الأقوال إذ تولية القاضي مع القائد دليل على أنه حجر عليه النظر في الأحكام (2). و انا يول معه سين اكم


وجب


قلت: انظر ما يقع اليوم بتونس يقدم فيها حاكم الليل (3) وصاحب الحسبة وأمناء الأسواق وحكام الفحص، هل يجري حكمهم على هذا الخلاف المتقدم أو لا يجري؟ لأن أكثرهم معروفون بالجور والظلم والتسبب في أخذ أموال الناس بغير حق، ولا يحكمون بحق ولا تجري أحكامهم على شرع بل على فراسات وتأويلات وأهوية. وهذا هو الظاهر أنها مردودة مطلقاً. ولهذا جرت العادة في من ثبت أنه دعاه إليهم أن القاضي يؤدبه لأنه عرض بظلمه عند هذا الجائر، لا سيما إذا دعاه خصمه للقاضي فيدعوه هو لهؤلاء الحكام.


وكان بعض من لقيناه ممن يقتدى به يأمر بعض من ثبت له حق بأن يوصله


(1) سقط العلم في أ و ب وثبت في ج .


(2) خمس جمل سقطت من ب .


(3) كذا بجميع الأصول، ولعل صوابها : حاكم البلد.


إلى هؤلاء الحكام يقول لأنه أخبر في القضية وهم أهيب من القاضي لا سيما إذا كان يعسر الوصول إلى القاضي إلا بمشقة، وإن بلغ إليه فلا يخلص عن قرب وربما وقعت عليه الشدة منه، وربما جزع منه صاحب الحق لقوة طريقة القاضي وكثرة أعوانه فيتخلط الأمر عليه وينسى حجته وتدحض من شدة ما يلاقي .


وإذا ثبتت هذه الأشياء وكان يعلم أن خصمه لا يظلم عند العالم بل يتوصل إلى حقه بسطوة الوالي فيكون حينئذ مندوحة. وهذا كله قد جرب ووقع


وارتضاه شيخنا الإمام، وربما فعله في بعض حقوقه .


ات في إمام وتغلب على بس


فقضى ثم ظهر عليه فأقضيته ماضية إن كان عدلاً إلا خطأ لا اختلاف فيه. وكل


قضاء يحق لا يحل فسخه .


قال شيخنا : لم يجعلوا قبوله الولاية للمتغلب المخالف على الإمام جرحة


لخوف تعطيل الأحكام .


قلت : حكى القاضي في المدارك اختلاف الرواية عن مالك في من ولاه سلطان جائر فأظن أنه حكى من رواية ابن فروخ عدم مضي أحكامه، وحكى من رواية ابن غانم مضي أحكامه وكذا أحفظ في أهل الرجل أو من هو تحت ولايته. ابن حفصون: إنه لا تجوز شهادتهم ولا خطاب قضاتهم.


وكذا عندنا في قوصرة (1) كانوا لا يجيزون خطاب قاضيها ولا شهادة أهلها لأنهم رضوا أن يكونوا تحت إيالة النصارى. وقد مر في الجهاد خلاف في استباحة أموالهم حكماً لها بحكم الدار أو احترامها بحكم إسلامهم، والأول


أصح كمن خرج من دار الحرب وترك أهله وولده.


وسئل المازري عن أحكام تأتي من صقلية من عند قاضيها وشهادة عدول فيها، هل يقبل ذلك أم لا ؟ مع أنها ضرورة ولا يدري إقامتهم هناك تحت أهل


الكفر هل هو اضطرار أو اختيار ؟


(1) جزيرة قرب الشواطيء الشمالية للبلاد التونسية .


Eğer bu durumlar sabit olursa ve hakimin karşı tarafa zulmetmeyeceğini biliyorsa, YALNIZCA


VALİNİN ELİNDEKİ GÜÇTEN YARARLANARAK KENDİ HAKKINA ULAŞACAĞINI


BİLİYORSA, bu halde bunu yapmak için ona ruhsat vardır. Bunların hepsi sınanmıştır.


Şeyhimiz el-Imam (ibn Arafe) de bu görüştedir, ve hatta kendisi de bazı durumlarda kendi hakları için böyle yapmıştır."


Kaynak: [Fetava el-Burzüli, 4/48-49]


==========================================


Hükümlerle ilgili olarak, valilerin hüküm vermesinin caiz olmadığı görüşü bulunmaktadır. Ancak, eğer bir yerde kadı (yargıç) bulunmuyorsa, insanların işlerinin kolaylaştırılması için valilerin hüküm vermesinin caiz olduğu da söylenmiştir. Bu görüş, en güzel görüşlerden biri olup, kadının vali ile birlikte atanmasının, valinin hüküm verme yetkisinin kısıtlandığının bir delili olduğu ifade edilmiştir.


Ben de diyorum ki: Bugün Tunus’ta olanlara bir bakın! Orada "gece hakimi" (hâkimü'l-leyl), hisbe görevlisi (ahlâk zabıtası), çarşı ve pazar güvenlik sorumluları ile denetleyici hakimler görevlendirilmektedir. Acaba onların hükümleri, önceki ihtilaflı görüşler çerçevesinde değerlendirilir mi, yoksa edilmez mi? Çünkü onların çoğu zulüm ve haksızlıklarıyla tanınmakta, insanların mallarını haksız yere almalarına sebep olmakta, adaletle hükmetmemekte ve hükümleri şeriata değil, kişisel tahminlere, yorumlara ve arzulara dayanmaktadır. Görünen odur ki, bu tür hükümler kesin olarak reddedilir.


Bu yüzden, bir kimse bir davayı böyle zalim yöneticilere götürdüğü tespit edilirse, kadı onu cezalandırır. Çünkü bu kişi, kendisine yapılan zulmü bu zalim yöneticiler huzurunda şikâyet etmekle, kendini onların adaletine teslim etmiş olmaktadır. Hele ki, hasmı onu kadıya çağırdığı hâlde, o gidip bu tür yöneticilere başvurursa, durum daha da vahimdir.


Görüştüğümüz ve örnek aldığımız bazı âlimler, hak sahibi olan birine, davasını bu tür yöneticilere götürmesini tavsiye ediyorlardı. Çünkü bu yöneticiler meseleleri daha hızlı çözüyor ve onların önünde konuşmak, kadının huzurunda konuşmaktan daha az ürkütücü olabiliyordu. Hele ki, kadıya ulaşmak zor ve zahmetli olduğunda, oraya ulaşan kişi bile kadının karşısında zor durumda kalabiliyor, kadının heybetinden ve güçlü yardımcılarından etkilenerek şaşırıyor, delillerini unutuyor ve davasını gerektiği gibi savunamıyordu.


Bu durum kesinleştiğinde ve bir kimse, hasmının âlim bir kadının huzurunda zulme uğramayacağını, sadece valinin otoritesiyle hakkına kavuşacağını biliyorsa, bu durumda mesele farklı değerlendirilebilir. Bu tür olaylar yaşanmış ve büyük âlimlerimiz tarafından kabul edilmiş, hatta bazıları kendi alacaklarını bu yolla tahsil etmiştir.


Eğer bir kimse imam olarak ortaya çıkar ve bir bölgeye hâkim olur, ardından bir başkası gelip onu devrerse, onun hâkimiyet dönemindeki hükümleri geçerli olur. Ancak, yanlış bir karar vermişse bu farklıdır. Ve her adil hüküm geçerlidir; onun bozulması caiz değildir.


Şeyhimiz şöyle demiştir: Bir kimsenin, zalim bir yönetici tarafından görevlendirilmesini, onun yargı yetkisini kabul etmesini bir kusur (cerh) olarak değerlendirmemişlerdir. Çünkü bu, hükümlerin uygulanmasının sekteye uğramaması içindir.


Ben de diyorum ki: Kadı, el-Medârik adlı eserinde, zalim bir sultanın atadığı kişinin hükümlerinin geçerliliği konusunda İmam Mâlik’ten farklı rivayetler aktarmıştır. Sanırım İbn Ferûh'un rivayetinde bu hükümlerin geçerli olmadığı belirtilirken, İbn Ganem’in rivayetinde geçerli olduğu söylenmiştir. Aynı şekilde, bir adamın ailesi veya velayeti altındaki kişiler hakkında hüküm vermesi meselesinde de ihtilaf edilmiştir.


İbn Hafsûn, onların şahitliklerinin kabul edilmediğini ve kadılarının hükümlerinin geçersiz olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde, Kavsara bölgesinde de kadılarının hükümleri ve halkının şahitlikleri kabul edilmezdi. Çünkü onlar, Hristiyanların yönetimi altında yaşamayı kabul etmişlerdi.


Bu konuda cihad kitaplarında farklı görüşler bulunur: Onların mallarının, yaşadıkları bölgenin dârü’l-harb (İslam hukuku açısından düşman bölgesi) kabul edilmesi sebebiyle helal olduğu görüşü mü tercih edilir, yoksa Müslüman oldukları için mallarının korunması gerektiği mi? Birinci görüş daha güçlüdür. Nitekim bir kimse, dârü’l-harb’den çıkıp ailesini ve çocuklarını orada bırakırsa, onların mallarının hükmü de tartışmalıdır.


İmam el-Mâzirî'ye, Sicilya’daki kadıdan gelen hükümler ve oradaki adil şahitler tarafından verilen ifadeler hakkında soru sorulmuştur: Acaba bunlar kabul edilir mi, edilmez mi? Çünkü orada yaşayanların, kâfirlerin idaresi altında olmalarının zorunluluktan mı yoksa kendi seçimlerinden mi kaynaklandığı bilinmemektedir.


Kaynak: [Fetava el-Burzüli, 4/48-49]


==========================================


3.NAKİL


Şeybani Şöyle Demiştir:


وأما الرضا بنبيه رسولا : فيتضمن كمال الانقياد له والتسليم المطلق إليه، بحيث يكون أولى به من نفسه. فلا يتلقى الهدى إلا من مواقع كلماته. ولا يحاكم إلا إليه. ولا يحكم عليه غيره، ولا يرضى بحكم غيره ألبتة. لا في شيء من أسماء الرب وصفاته وأفعاله. ولا في شيء من أذواق حقائق الإيمان ومقاماته. ولا في شيء من أحكام ظاهره وباطنه. لا


يرضى في ذلك بحكم غيره. ولا يرضى إلا بحكمه. فإن عجز عنه كان تحكيمه غيره من


باب غذاء المضطر إذا لم يجد ما يقيته إلا من الميتة والدم. وأحسن أحواله: أن يكون من


باب التراب الذي إنما يتيمم به عند العجز عن استعمال الماء الطهور


 "Bir Müslüman, diğerine bir emanet verirse, emaneti alan kişiye sefere çıktığında emaneti yanında götüremesine izin verirse, bundan sonra emaneti alan kişi mürted olur ve darulharbe kaçarsa, emanetin sahibi de peşine takılır ve mali ondan isterse, sonra ikisi de o ülkenin sultânına muhasame olurlarsa, Müslüman kişi de ona sahip olamazsa, sonra o ülkedekiler Müslüman olurlarsa, o emanet, emaneti veren kişinindir, diğeri o emanete sahip olamaz.


Kaynak İmam Muhammed 2.Cilt Sayfa 171


==========================================


4.NAKİL


İz Bin Abdüsselam Bir Fetvasında Diyor Ki 


قاعدة في تعذر العدالة في الولايات


قاعدة: إذا تعذرت العدالة في الولاية العامة والخاصة بحيث لا يوجد عدل، ولينا أقلهم فسوقا وله أمثلة: - أحدها: إذا تعذر في الأئمة فيقدم أقلهم فسوقا عند الإمكان، فإذا كان الأقل فسوقا يفرط في عشر المصالح العامة مثلا وغيره يفرط في خمسها لم تجز تولية من يفرط في الخمس فما زاد عليه، ويجوز تولية من يفرط في العشر، وإنما جوزنا ذلك لأن حفظ تسعة الأعشار بتضييع العشر أصلح للأيتام ولأهل الإسلام من تضييع الجميع، ومن تضييع الخمس أيضا، فيكون هذا من باب دفع أشد المفسدتين بأخفهما، ولو تولى الأموال العامة محجور عليه بالتبذير نفذت تصرفاته العامة إذا وافقت الحق للضرورة، ولا ينفذ تصرفه لنفسه، إذ لا موجب لإنقاذه مع خصوص مصلحته، ولو ابتلي الناس بتولية امرأة أو صبي مميز يرجع إلى رأي العقلاء فهل ينفذ تصرفهما العام فيما يوافق الحق


ر الأجناد وتولية القضاة والولاة؟ ففى ذلك وقفة.


ولو الكفار على إقليم عظيم فولوا القضاء لمن يقوم بمصالح المسلمين العامة، فالذي يظهر إنفاذ ذلك كله جلبا للمصالح العامة ودفعا للمفاسد الشاملة، إذ يبعد عن رحمة الشرع ورعايته لمصالح عباده تعطيل


Adaletin Yönetimlerde Gerçekleşmesinin İmkânsızlığı Üzerine Bir Kural


Kural: Eğer genel veya özel yönetimde adaletin sağlanması imkânsız hâle gelirse ve adil bir yönetici bulunamazsa, en az günahkâr olanı yönetici olarak tayin ederiz. Bu kuralın bazı örnekleri şunlardır:


Birinci örnek: Eğer devlet başkanları arasında tamamen adil bir kişi bulunamazsa, mümkün olduğunca en az günahkâr olanı öne çıkarılır. Mesela, en az günahkâr olan kişi kamu yararına yönelik on meseleyi ihmal ediyorsa, fakat diğer bir aday bu türden beş meseleyi ihmal ediyorsa, o zaman beş meseleyi ihmal eden kişiyi yönetici yapmak caiz olmaz. Ancak on meseleyi ihmal edenin yönetici yapılması caizdir. Çünkü kamu yararına yönelik dokuz meselenin korunması, tamamının kaybedilmesinden veya beş meselenin kaybedilmesinden daha faydalıdır. Bu durum, daha büyük zararı önlemek için daha küçük zararın göze alınması kaidesine dayanır.


İkinci örnek: Eğer kamu mallarını yönetmekle görevli kişi israf etme alışkanlığı sebebiyle kısıtlanmış (mahcur) biri olsa bile, yaptığı işlemler zaruret gereği ve hakkaniyete uygun olduğu sürece geçerli sayılır. Ancak kendi şahsı için yaptığı tasarruflar geçerli olmaz, çünkü bu durumda sadece kendi özel menfaati söz konusudur ve bunu geçerli saymayı gerektiren bir zaruret yoktur.


Üçüncü örnek: Eğer insanlar, yönetici olarak bir kadın veya temyiz gücüne sahip bir çocuğun atanması gibi bir durumla karşı karşıya kalırlarsa, bu kişilerin genel kamu yararına yönelik tasarruflarının geçerli olup olmayacağı konusunda akil insanların görüşüne başvurulmalıdır. Özellikle askerlerin yönetimi, kadıların (hâkimlerin) ve valilerin atanması gibi hususlarda bu durum tartışmalıdır.


==========================================


Dördüncü örnek: 


****Eğer kâfirler büyük bir bölgeyi ele geçirip Müslümanların kamu yararını koruyacak bir hâkim atarlarsa, görünen odur ki, kamu menfaatlerini gözetmek ve büyük zararları önlemek amacıyla bu atamaların geçerli sayılması gerekir.****


 ===Çünkü şeriatın rahmet ve hikmeti, kullarının maslahatını gözetmeyi gerektirir ve bu maslahatın tamamen ortadan kaldırılması düşünülemez.===


Kaynak =Kavaidul Ahkam Kitabı 1.Cilt Sayfa 85


==========================================


5.NAKİL


İbn Kayyım Diyor Ki 


وأما الرضى بنبيه رسولاً : فيتضمن كمال الانقياد له والتسليم المطلق إليه، بحيث يكون أولى به من نفسه فلا يتلقى الهدى إلا من مواقع كلماته. ولا يحاكم إلا إليه. ولا يحكم عليه غيره، ولا يرضى بحكم غيره البتة. لا في شيء من أسماء الرب وصفاته وأفعاله. ولا في شيء من أذواق حقائق الإيمان ومقاماته. ولا في شيء من أحكام ظاهره وباطنه لا يرضى في ذلك بحكم غيره. ولا يرضى إلا بحكمه. فإن عجز عنه كان تحكيمه غيره من باب غذاء المضطر إذا لم يجد ما يقيته إلا من الميتة والدم وأحسن أحواله : أن يكون من باب التراب الذي إنما يتيمم به عند العجز عن استعمال الماء


الطهور


O'nun nebisinden elçi olarak razı olmaya gelince bunun mahiyeti ona kamil bir şekilde boyun eğmek ve mutlak bir şekilde ona teslim olmaktır.


Öyle ki Hazreti Peygamber (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) kendine nefsinden daha sevimli olsun, hidayeti ancak onun sözlerinde anlasın, ANCAK ONA MAHUKEME OLSUN VE BAŞKASINI ONUN ÜZERİNE HAKİM ETMESİN.Ne Allah'ın adları, sıfatları ve fiillerinde, ne imanın hakikatinin tadı ve makamlarından bir şey hakkında ne de zahiri ve batini hükümlerinden herhangi birşey hakkında başkasının hükmüne hiçbir şekilde razı olmasın. Bütün bunlarda ancak onun hükmüne razı olsun.


KİM BUNDAN ACİZ KALIP BAŞKASINA MUHAKEME OLMAK DURUMUNDA KALIRSA


O SANKİ MECBUR KALIP LEŞ VE KANDAN BAŞKA BİR ERZAK YAPAMAYANIN HALİ GİBİDİR.


En güzel durum ise temiz sudan istifade edemediği zaman teyyemüm edilen toprak gibi olmasıdır. (KAYNAK MEDARİCU'S-SALİKİN:C:2-S:171)


==========================================


6.NAKİL


İbn Teymiyye Minhacı Sünnede Örf Ve Adetler İle Hükmeden Aşiret Büyüklerine Muhakeme Olanlar Hakkında Diyor Ki :


ولا ريب أن من لم يعتقد وجوب الحكم بما أنزل الله على رسوله (٢) فهو كافر، فمن استحل أن يحكم بين الناس بما يراه هو عدلا من غير اتباع لما أنزل (۳) الله فهو كافر : فإنه ما من أمة إلا وهي تأمر بالحكم بالعدل، وقد يكون العدل في دينها ما رآه أكابرهم، بل كثير من المنتسبين إلى الإسلام يحكمون بعاداتهم التي لم ينزلها الله سبحانه وتعالى، كسوالف البادية، وكأوامر المطاعين فيهم (٤) ، ويرون أن هذا هو الذي ينبغي


الحكم به دون الكتاب والسنة.


وهذا هو الكفر، فإن كثيرا من الناس أسلموا، ولكن مع هذا لا يحكمون إلا بالعادات


الجارية لهم التي يأمر بها المطاعون، فهؤلاء إذا عرفوا أنه لا يجوز الحكم إلا بما أنزل الله


فلم يلتزموا ذلك، بل استحلوا أن يحكموا بخلاف ما أنزل الله فهم كفار، وإلا كانوا


جهالا، كمن تقدم أمرهم (ه) .


وقد أمر الله المسلمين كلهم إذا تنازعوا في شيء أن يردوه إلى الله


والرسول، فقال تعالى: {يا أيها الذين آمنوا أطيعوا الله وأطيعوا الرسول وأولي الأمر منكم


فإن تنازعتم في شيء فردوه إلى الله والرسول إن كنتم تؤمنون بالله واليوم الآخر ذلك خير وأحسن تأويلا} [سورة النساء ٥٩] . وقال تعالى: {فلا وربك لا يؤمنون حتى يحكموك فيما شجر بينهم ثم لا يجدوا في أنفسهم حرجا مما قضيت ويسلموا تسليما} [سورة النساء ٦٥] فمن لم يلتزم تحكيم (١) الله ورسوله فيما شجر بينهم فقد أقسم الله بنفسه أنه لا يؤمن، وأما من كان ملتزما لحكم الله ورسوله باطنا وظاهرا ، لكن عصى واتبع هواه، فهذا بمنزلة أمثاله من العصاة.


وهذه الآية مما يحتج بها الخوارج على تكفير ولاة الأمر الذين لا يحكمون بما أنزل الله


ثم يزعمون أن اعتقادهم هو حكم الله. وقد تكلم الناس بما يطول ذكره هنا، وما


Yüce Allah Nebî sallallahu aleyhi ve sellem için Kur'ân'da bir şerîat ve minhâc belirlemiş, ona Allah'ın indirdikleriyle hükmetmesini emretmiş, Allah'ın indirdiklerinin bir kısmında kâfirlerin kendisini fitneye düşürmelerinden sakındırmış, bunun Allah'ın hükmü olduğunu ve ondan başkasına yönelenin câhiliyye hükmüne yönelmiş olacağını haber vermiş ve şöyle buyurmuştur: "Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir." [Mâide, 44]


Şüphe yok ki Allah'ın, Rasûlüne indirdikleriyle hükmetmenin vâcibliğine i'tikâd etmeyen kâfirdir. Her kim Allah'ın indirdiğine tâbi olmaksızın kendi görüşüyle adâlet olarak değerlendirdiği şeyle hükmetmeyi istihlâl ederse (helâl görürse) kâfirdir. Şüphesiz ki her ümmete adâlet ile hükmetmesi emrolunmuştur ve o dînde adâlet, büyüklerinin görüşünde olabilir.


Hatta İslâm'a müntesib olan pek çok kimse Allah subhânehu'nun indirmediği adetlerle meselâ gelenek ve törelerle ya da içlerindeki aşiret büyüklerinin emri ile hükmetmekte; Kitâb ve Sünnet ile değil, onlarla hükmetmeyi uygun görmektedirler. İşte küfür olan budur! Şüphesiz ki insanlardan bir çoğu müslüman oldukları hâlde ancak aşîret büyüklerinin kendilerine emrettiği cârî âdetlerle hükmetmektedirler. Eğer onlar Allah'ın indirdiğinden başkası ile hükmetmenin câiz olmadığını bilmelerine rağmen ona iltizâm etmiyor tam aksine ona muhâlif olanla hükmetmeyi istihlâl ediyorlarsa kâfirdirler. Yok böyle değilse -daha önce de geçtiği gibi- câhildirler.


Allah müslümanların tümüne her hangi bir şeyde ihtilâfa düştüklerinde onu Allah'a ve Rasûlü'ne döndürmeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur: "Ey îmân edenler! Allah'a itaat edin, Rasûle de itaat edin, sizden olan yöneticilere de (itaat edin). Eğer bir hususta ayrılığa düşerseniz, eğer Allah'a ve âhiret gününe îmân ediyorsanız onu Allah'a ve Rasûlü'ne götürün. Bu, hem daha hayırlı hem de sonuç olarak daha güzeldir." [Nisâ, 59]


Yine şöyle buyurur: "Hayır! Rabbine yemîn olsun ki aralarındaki ihtilâflarda seni hakem kılmadıkça  ve sonra da verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça îmân etmiş olmazlar." [Nisâ, 65]


O hâlde her kim aralarındaki ihtilâfta Allah'ın ve Rasûlü'nün hüküm vermesine iltizâm etmezse muhakkak ki Allah onun mü'min olmadığına dâir kendi zâtına yemîn etmiştir. Allah'ın ve Rasûlü'nün hükmüne bâtınen ve zâhiren iltizâm eden ancak isyân edip hevâsına tâbi olana gelince, bunun konumu diğer günahkarların konumuyla aynıdır.


Bu âyet, Allah'ın indirdikleri ile hükmetmeyen yöneticilerin tekfîr edilmesi hakkında Hâricîlerin öne sürdüğü delîllerden biridir. Sonra da onlar, (yöneticilerin tekfîrine dâir) bu inançlarının Allah'ın hükmü olduğu iddia etmişlerdir.»


Kaynak Minhacı Sünne Cild 5 sayfa 131


7.NAKİL


İmam Buharinin Nkalettiği Bir Hadiste Allahın İndirdiği Hükmü Dışında Bir Hüküm İle Muhakeme Olan Ve Hükümden Rücu Eden Adam Hakkında Allah Rasülünün Muamelesi Şu Şekilde Naklediliyor 


حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ، أَنْبَا سُفْيَانُ، عَنِ الزُّهْرِيِّ، عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ، عَنْ عُتْبَةَ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، وَزَيْدِ بْنِ خَالِدٍ، وَشِبْلِ بْنِ مَعْبَدٍ، قَالُوا : كُنَّا عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَامَ رَجُلٌ فَقَالَ : أَنْشُدُكَ اللَّهَ أَلَّا قَضَيْتَ بَيْنَنَا بِكِتَابِ اللَّهِ فَقَامَ خَصْمُهُ وَكَانَ أَفْقَهَ مِنْهُ فَقَالَ : صَدَقَ اقْضِ بَيْنَنَا بِكِتَابِ اللَّهِ وَائْذَنْ لِي فَقَالَ : قُلْ، فَقَالَ : إِنَّ ابْنِي كَانَ عَسِيفًا عَلَى هَذَا وَإِنَّهُ زَنَى بِامْرَأَتِهِ فَافْتَدَيْتُ مِنْهُ بِمِائَةِ شَاةٍ وَخَادِمٍ، ثُمَّ سَأَلْتُ رِجَالًا مِنْ أَهْلِ الْعِلْمِ، فَأَخْبَرُونِي أَنَّ عَلَى ابْنِكَ جَلْدَ مِائَةٍ وَتَغْرِيبَ عَامٍ، وَعَلَى امْرَأَةِ هَذَا الرَّجْمَ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَأَقْضِيَنَّ بَيْنَكُمَا بِكِتَابِ اللَّهِ الْمِائَةُ شَاةٍ وَالْخَادِمُ رَدُّ عَلَيْكَ، وَعَلَى ابْنِكَ جَلْدُ مِائَةٍ وَتَغْرِيبُ عَامٍ ، وَاغْدُ يَا أُنَيْسُ عَلَى امْرَأَةِ هَذَا فَإِنِ اعْتَرَفَتْ فَارْجُمْهَا، فَغَدَا عَلَيْهَا فَاعْتَرَفَتْ فَرَجَمَهَا


315- Ebu Hureyre, Zeyd b. Hâlid ve Şibl b. Ma'bed (radiyallahu anhum) dediler ki:


"Biz Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in yanındaydık. Bir adam kalkıp dedi ki:


"Allah için aramızda Allah'ın kitabıyla hükmetmeni istiyorum." Bunun üzeri-ne onun kendisinden daha fakih olan hasmı da kalktı, dedi ki:


"Doğru söyledi! Aramızda Allah'ın kitabıyla hükmet ve konuşmama izin ver."


Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem):


"Konuş" buyurdu. Dedi ki: "Benim oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zina etti. Bu hasmım oğlumun cezasının taşlanarak öldürülme olduğunu barna haber verince, ben yüz koyun ve bir hizmetçi vererek oğlumu kurtardım. Sonra bunu ilim ehlinden bir adama sordum. O bana oğlumun cezasının yüz sopayla bir yıl sürgün olduğunu, bu adamın karısının cezasının ise recm olduğunu haber verdi. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:


"Nefsim elinde olana yemin ederim ki, aranızda elbette Allah'ın kitabıyla hükmedeceğim. Yüz koyunla hizmetçiyi sana iade edecek, oğluna da yüz so-payla bir yıl sürgün cezası verilecektir. Ey Uneys! Kadına git, eğer itiraf ederse onu recmet." Uneys gitti, kadın itiraf edince onu recmetti."


8.NAKİL


İmam Malik’in miras konusundaki bir fetvası ve İbn Hazm’ın yorumu:


İbni Hazm dedi ki:


وقال أبو حنيفة : مَوَارِيتُ أهْل الدَّمَّةِ مَقْسُومَة عَلى أحْكَامٍ دِينِهِمْ ، إِلَّا أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَيْنَا .


وقال مالك : تَقْسِيمُ مَوَارِيثِ أَهْلِ الْكِتَابِ عَلَى حُكْمِ دِينِهِمْ ، سَوَاءٌ أَسْلَمَ أَحَدُ الْوَرَثَةِ قَبْلَ القِسْمِ ، أَوْ لَمْ يُسْلِمْ . وَأَمَّا غَيْرُ أهْلِ الْكِتَابِ : فَمَنْ أَسْلَمَ مِنْهُمْ مِنْ الْوَرَثَةِ بَعْدَ القِسْمَةِ فَلَيْسَ لَهُ غَيْرُ مَا أَحَدٌ ، وَمَنْ أَسْلَمَ مِنْهُمْ قَبْلَ القِسْمَةِ : قَسَمَ عَلَى حُكْمِ الإسلام ، وقال الشافعي وَأَبُو سُلَيْمَانَ كَقَوْلِنَا


قال أبو محمد : أمَّا تَفْسِيمُ مَالِكَ : فَفِي غَايَةِ الفَسَادِ ، لأَنَّهُ لمْ يُوجِبُ الفَرْقَ الَّذِي ذُكِرَ قُرْآنٌ ، وَلَا سُنَّة ، وَلا روَايَة سَقِيمَةٌ ، وَلا دَلِيلٌ ، وَلا إِجْمَاعٌ ، وَلا قَوْلُ صَاحِبٍ ، وَلَا قِيَاسٌ ، وَلَا رَأَيِّ لَهُ وَجْهٌ ، وَمَا تَعْلَمُهُ ، عَنْ أَحَدٍ قَبْلَ مَالِكٍ


وَأَمَّا قَوْلُ أَبِي حَنِيفَة وَمَا وَافِقهُ فِيهِ مَالِكٌ : فقد ذكرنا إبطالهُ ، وَمَا فِي الشَّيْعَةِ أَعْظُمُ مِنْ تَحْكِيمٍ الكُفْرِ وَالْيَهُودِ وَالنَّصَارَى عَلَى مُسلِم ، إِنَّ هَذَا لَعَجَبٌ . وَمَا عَهِدْنَا قَوْلَهُمْ فِي حُكْمِ بَيْنَ مُسْلِمٍ وَذِمِّي إِلَّا أَنَّهُ يُحْكَمُ فِيهِ ، وَلا بُدَّ بِحُكْم الإسلام إلا هَاهُنَا ، فَإِنَّهُمْ أَوْجَبُوا أَنْ يُحْكَمَ عَلَى الْمُسْلِمِ وَهُوَ كَمَا بحكم الشَّيْطَانِ فِي دِينِ الْيَهُودِ وَالنَّصَارَى ، لَا سِيمَا إِنْ أَسْلَمَ الْوَرَثَةَ كُلُّهُمْ ، فَلَعَمْرِي إِنَّ اقْتِسَامَهُمْ مِيرَاثُهُمْ يقول دكريز) القوطي) و (هلال اليَهُودِي لَعَجَبٌ ، نَعُودُ بِاللَّهِ مِنْهُ ، عَلَى أَنَّهُ قدْ جَاءَ فِي هَذَا أَتْرَانِ يَحْتَجُّونَ بِأَضْعَفَ مِنْهُمَا ، وَبِاسْنَادِهِمَا نَفْسِهِ ، إِذَا وَافَقَ تَقْلِيدَهُمْ ، وَهُوَ رُوِّينَا مِن طريق أبي دَاوُدَ ، حَدَّثَنَا حَجَّاجُ بْنُ يَعْقُوبَ ، حَدَّثَنَا مُوسَى بْنُ دَاوُدَ ، حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ مُحَمَّدُ بْنُ مُسْلِمِ الطَّائِفِيُّ ، عَنْ عَمْرو بن دينار ، عَنْ أَبِي الشَّعْتَاءِ ، عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ ، قَالَ : قَالَ النَّبِيِّ مِ : كُلِّ قسم قَسمَ فِي الجَاهِلِيَّةِ فَهُوَ عَلَى قِسْمَةِ الْجَاهِلِيَّةِ ، وَإِنَّ مَا أَدْرَكَ إِسْلَامٌ وَلَمْ يُقْسَمْ فَهُوَ عَلَى قسم الإسلام » .


“Ebu Hanife dedi ki:  “Bize muhakeme olmadıkları sürece zimmet ehlinin miras taksimatı kendi dinlerine göredir.”


Malik dedi ki: (Müdevvene, 2/599)

“Kitap ehlinin miras taksimatı, ister varislerden biri taksimattan önce müslüman olsun ister olmasın dinlerine göredir.”


Ebu Muhammed İbni Hazm dedi ki: 


Ebu Hanife’nin ve ona muvafık olan Malik’in sözlerini daha önce reddetmiştik. 

Küfrü, Yahudi ve Hristiyanları müslümanın üzerine hakem yapmaktan daha çirkin bir şey yoktur.


Bunlar (Ebu Hanife ve Malik) müslüman hakkında Yahudi ve Hristiyanların dinindeki şeytanın hükmüyle hükmedilmesini vacip yaptılar.”


 (Muhalla, 9/308) 


==========================================


Soru şu: 


İmam Malik gerçekten de muharref mensuh bir şeriatın tağuti hükmüne muhakeme olup tabi olmasını bir müslümana vacip kıldığı halde neden tekfir edilmiyor? 


İbni Hazm olayı tağuta muhakeme olarak vasıflayıp Malik’in fetvasını kötülemesine rağmen şahsını neden tekfir etmiyor?


İmam Malik’in fetvası orada durduğu halde neden şimdiye kadar hiç tekfirini tasrih eden bir tane sözü dinlenilir alim çıkmadı? 


Bu dinin taşıyıcı alimleri şirk gibi dinin en önemli konusunda suskun kalıp beyan etmemeleri aklen ve nakil açısından caiz olur mu?


Bu gerçekler küfür olan muhakemenin ancak inkarla olabileceğini göstermiyor mu?


9.NAKİL


İmam Şafinin İhtilaf Eden Ehli Kitap'tan Kimseleri Kendi Mahkemelerine Muhakeme Olmaya Yönlendirmesi Ve Kendisine Yapılan İtiraza Cevabı


فقال لي بعض الناس: فإنك إذا أبيت الحكم بينهم رجعوا إلى حكامهم فحكموا  بينهم بغير الحق عندك (قال الشافعي): فقلت له: وأنا إذا أبيت الحكم فحكم حاكمهم بينهم بغير الحق ولم أكن أنا حاكما فما أنا من حكم حكامهم أترى تركي أن أحكم بينهم في درهم لو تظالموا فيه وقد أعلمتك ما جعل الله لنبيه - صلى الله عليه وسلم - من الخيار في الحكم بينهم أو الترك لهم وما أوجدتك من الدلائل على أن الخيار ثابت بأن لم يحكم رسول الله - صلى الله عليه وسلم - ولا من جاء بعده من أئمة الهدى أو ترى تركي الحكم بينهم أعظم أم تركهم على الشرك بالله تبارك وتعالى؟ فإن قلت فقد أذن الله عز وجل بأخذ الجزية منهم وقد علم أنهم مقيمون على الشرك به معونة لأهل دينه فإقرارهم على ما هو أقل من الشرك أحرى أن لا يعرض في نفسك منه شيء إذا أقررناهم على أعظم الأمور فأصغرها أقل من أعظمها (قال الشافعي): فقال لي قائل فإن امتنعوا أن يأتوا حكامهم قلت أخيرهم بين أن يرجعوا إليهم أو يفسخوا الذمة، قال فإذا خيرتهم فرجعوا وأنت تعلم أنهم يحكمون بينهم بالباطل عندك فأراك قد شركتهم في حكمهم (قال الشافعي): فقلت له لست شريكهم في حكمهم وإنما وفيت لهم بذمتهم، وذمتهم أن يأمنوا في بلاد المسلمين لا يجبرون على غير دينهم ولم يزالوا يتحاكمون إلى حكامهم برضاهم فإذا امتنعوا من حكامهم قلت لهم لم تعطوا الأمان على الامتناع والظلم فاختاروا أن تفسخوا الذمة أو ترجعوا إلى من لم يزل يعلم أنه كان يحكم بينكم منذ كنتم فإن اختاروا فسخ الذمة فسخناها وإن لم يفعلوا ورجعوا إلى حكامهم فكذلك لم يزالوا لا يمنعهم منه إمام قبلنا ورجوعهم إليهم شيء رضوا به لم نشركهم نحن فيه (قال الشافعي): ولو رددناهم إلى حكامهم لم يكن ردنا لهم مما يشركهم ولكنه منع لهم من الامتناع (قال): وقلت لبعض من يقول هذا القول أرأيت لو أغار عليهم العدو فسبوهم فمنعوهم من الشرك وشرب الخمر وأكل الخنزير أكان علي أن أستنقذهم إن قويت لذمتهم؟ قال: نعم قلت: فإن قال قائل إذا استنقذتهم ورجعوا آمنين أشركوا وشربوا الخمر وأكلوا الخنزير فلا تستنقذهم فتشركهم في ذلك ما الحجة؟ قال الحجة أن نقول أستنقذهم لذمتهم قلت: فإن قال في أي ذمتهم وجدت أن تستنقذهم؟ هل تجد بذلك خبرا؟ قال لا ولكن معقول إذا تركتهم آمنين في بلاد المسلمين أن عليك الدفع عمن في بلاد المسلمين قلت فإن قلت أدفع عما في بلاد المسلمين للمسلمين فأما لغيرهم فلا قال إذا جعلت لغيرهم الأمان فيها كان عليك الدفع عنهم قلت وحالهم حال المسلمين؟ قال لا، قلت فكيف جعلت على الدفع عنهم وحالهم مخالفة حال المسلمين، هم وإن استووا في أن لهم المقام بدار المسلمين مختلفون فيما يلزم لهم المسلمين؟ (قال الشافعي): وإن جاز لنا القتال عنهم ونحن نعلم ما هم عليه من الشرك واستنقاذهم لو أسروا فردهم إلى حكامهم وإن حكموا بما لا نرى أخف وأولى أن يكون لنا -


El Umm 6/152


____

> İmam Şafi şöyle demiştir:


 "Bazı insanlar bana şöyle dedi: Eğer onların arasında hüküm vermeyi reddedersen, onlar kendi Hakimlerine başvurur ve senin doğru bulmadığın şekilde hüküm verirler." 


Şafi şöyle cevapladı: 


"Eğer onların arasında hüküm vermeyi reddedersem ve kendi Hakimleri onlara doğru olmayan bir şekilde hüküm verirse, ben hâkim olmadığım için onların hükmünden sorumlu olmam. 


Bir dinar (küçük bir miktar) konusunda bile haksızlık edecek olsalar, onlara hükmetmeyi bırakmam mı, yoksa onları Allah'a şirk koşmak üzere bırakmam mı daha kötüdür?


Şayet, Allah onların şirk içinde olmalarına rağmen onlardan cizye (koruma vergisi) almayı kabul etmişse, onlara kendi dinlerine yardımcı olmaları için izin verilmiş olur. 


Öyleyse, onların şirk koşmaları gibi büyük bir günahı kabul ettiğimizde, bunun dışında kalan küçük meselelerde onları kendi hâllerine bırakmamızda bir sakınca bulunmaz.


> İmam Şafi'ye biri şöyle dedi:


Eğer onların kendi Hakimlerine gitmelerini reddederlerse ne olacak?' 


Şafi cevapladı: 


"Onları kendi Hakimlerine başvurmaları veya koruma antlaşmasını feshetmeleri arasında seçim yapmaya zorlardım." Şayet kendi Hakimlerine başvurmalarını teklif edip, onlar da geri dönerler ve sen onların senin doğru bulmadığın şekilde hüküm vereceklerini biliyorsan, o zaman onların hükmüne ortaklık etmiş gibi olmaz mısın? 


İmam Şafi şöyle cevap verdi: 


"Onların hükmüne ortak değilim; yalnızca antlaşma gereğince verdikleri güvenceleri yerine getiriyorum. Bu güvence, İslam topraklarında emniyet içinde olmaları, dinlerine zorlanmamalarıdır. Kendi Hakimlerine başvurmayı kabul ettiklerinde biz de onları bu konuda serbest bırakırız; onlar bu konuda gönüllü oldular, biz bu karara ortak değiliz.


> İmam Şafi:


 "Eğer onları kendi Hakimlerine geri gönderirsek, bu onların hükmüne ortak olduğumuz anlamına gelmez. Bu, onların kaçınmasını önlemektir." 


Yine şöyle dedim: 'Bu görüşü savunan bazılarına sordum: 


Onlara düşman saldırsa ve onları köleleştirip şirkten, içki içmekten, domuz eti yemekten alıkoysa, onların koruma antlaşması gereğince kurtarmam gerekir mi?' '


Evet,' dediler.


Eğer onlara yardım ettiğimde tekrar şirk koşacaklarını, içki içeceklerini ve domuz yiyeceklerini bilsem yine de kurtarırım, ancak bu durumda onların şirkinin ortağı olmaktan mı korkmalıyım? 


Bunun için ne gerekçemiz var?' diye sordum. 


Onlar da dedi ki: '


Onları koruma antlaşması gereğince kurtarırız.'


 Şafi devam etti:


 'Onları kurtarma gerekçesi olarak hangi koruma antlaşmasını buluyorsunuz? 


Bununla ilgili bir delil var mı?' 'Hayır, ama Müslüman topraklarında güvende kalmalarına izin verilmişse onları korumamız gerekir' dediler. 


'Müslümanlar için Müslüman topraklarını savunmam gerekir ama diğerleri için değil' dedim. Onlar ise 'Eğer diğerleri için güven sağlarsan onları da savunman gerekir' dediler. 


Şafi: 'Durumları Müslümanlarla aynı mı?' dedim.


 Hayır,' dediler. Şafi: 'O hâlde neden Müslümanlardan farklı bir durumda oldukları hâlde onları koruma sorumluluğum olsun? 


Onlar Müslüman topraklarında kalmalarına rağmen, Müslümanlar için geçerli olan yükümlülüklerden farklı bir konumda kalırlar.'


> Şafi şöyle devam etti:


 "Eğer onlarla savaşmamız gerekirse ve onların şirk içinde olduğunu bilsek bile, düşmanın esir alması durumunda onları kurtarırız. Dolayısıyla onları kendi yargıçlarına bırakmak, onların şirki karşısında bile daha hafif bir yükümlülüktür."

______________


(Kaynak :İmam Şafi El Umm 6 Cilt /Sayfa 152)


10.NAKİL


İMAM KURTUBİ NİSA SURESİ 65. AYETİ KERİMENİN TEFSİRİNDE NAKLEN DİYOR Kİ ;


İbnül-Arabî der ki: Sahih olan da budur.


Hüküm konusunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı itham eden her kimse kâfirdir. 


Fakat ensardan olan o şahıs yanılmıştı. 


Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'da ondan yüz çevirmiş ve yakininin doğruluğunu bildiği için bu

yanlışlığını affetmişti. 


Ensari'nin gösterdiği bu davranış elinde olmadan olmuştu. Böyle bir özellik ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan başka herhangi bir kimse için sözkonusu değildir.


Hakimin verdiği hükme RAZI OLMAYIP ONU RED VE TENKİD EDENbir kimsenin bu durumu bir irtidattır.


Ve onun tevbe etmesi istenir. 


***Fakat verdiği hükümde değil de bizzat hakimin kendisini tenkîd edecek olursa, hakim onu ta'zir de edebilir, af da edebilir.


(Kaynak Kurtubi Nisa 65. Ayetin Tefsiri )


11.NAKİL


İmam Şafi Hüküm Meselesi İle Alakalı Dedi Ki ;


قال الشافعي : 

"فعلم أن الحق كتاب الله ثم سنة نبيه صلى الله عليه وسلم فليس لمفت ولا لحاكم أن يفتى ولا يحكم حتى يكون عالما بهما ولا أن يخالفهما ولا واحدا منهما بحال فإذا خالفهما فهو عاص لله عز وجل وحكمه مردود."


"işte, hakkın Allah'ın kitabı ve sonra da Peygamberinin sünneti olduğunu bilinir. 


Ne müftü, ne de HAKİM bunları bilmeden fetva veremez, hüküm veremez. 


Hiçbir şekilde onlara aykırı davranmamalıdır. 


Eğer bunlara aykırı davranırsa, Allah'a İSYAN ETMİŞ olur ve hükmü reddedilir."


El'Umm İmam Şafii


========================================


MUASSIR ALİMLERİN KONUYA DAİR NAKİLLERİ


1.NAKİL


Şeyh İbn Useymin (rahimehullah) Şöyle Dedi ;


قال الشيخ ابن عثيمين رحمه الله: وبقي أن يقال إذا كنت في بلد لا يحكم إلا بالقوانين كبلد الكفار. ومن اخذ بقوانين. وانت الآن بين امرين.اما أن يضيع حقك واما أن تلجئك الضرورة الى التحاكم الى هؤلاء.فهل يجوز لك أن تتحاكم الى هؤلاء؟قد يظهر للإنسان اول وهلة انه لا يجوز أن تتحاكم.لان هذا تحاكم الى الطاغوت.ولكن نقول:لك أن تتحاكم لا باعتقاد أن ذلك حكم ملزم ولكن لاجل الوصول الى حقك الذي لا يمكن ان تصل اليه الا عن هذه الطريق ثم إذا حكموا بما يوافق الشرع فخذ به لإنه شرع الله وان حكموا لك بخلاف ذلك فلا تأخذ منه.وهذا هو الذي يحفظ الناس حقوقه. يعنى ما المشكل إذا كنت في بلد لا يحكم إلا بالقانون.وقد اشار الى هذا ابن القيم رحمه الله في أول كتابه "الطرق الحكمية"


 


Şimdi şu mesele kalıyor: 


Eğer yalnızca kanunlarla hükmedilen bir ülkede bulunuyorsan ki bu, kâfirlerin ülkesi gibi bir yer olabilir ve bu kanunlara başvuranlar varsa, sen de iki durum arasında kalıyorsun: 


Ya hakkın zayi olacak ya da zorunluluk seni bu mercilere başvurmaya mecbur bırakacak. 


Peki, bu durumda bu mercilere başvurman caiz olur mu?


İlk bakışta, böyle bir başvurunun caiz olmadığı düşünülebilir; çünkü bu, tağuta (Allah’ın indirdiği hükümlere aykırı hüküm veren bir merciye) başvurmak olur. 


Ancak şöyle deriz: 


***Senin bu mercilere başvurman caizdir; fakat bunu, onların hükmünü bağlayıcı ve meşru bir otorite olarak kabul ettiğin için değil, yalnızca başka hiçbir şekilde ulaşamayacağın hakkını elde etmek için yaparsın.***


***Eğer bu merciler, İslam’ın hükümlerine uygun bir şekilde hüküm verirse, bunu kabul edebilirsin; çünkü bu, zaten Allah’ın şeriatıdır.***


Ancak eğer sana şeriata aykırı bir şekilde hüküm verirlerse, bunu kabul etmezsin. İşte bu, insanların haklarını koruma yöntemlerinden biridir.


İbn Kayyim (rahimehullah) da bu konuya "Et-Turuk’ul-Hukmiyye" adlı kitabının başında işaret etmiştir.


Kaynak

 https://youtu.be/adVQ8ggOPzo?si=cY1qEAvJElDAuF--


2.NAKİL


Abdullah bin Muhammed bin Abdilvehhaba Allah'ın kitabından başkasına muhakeme olmak hakkında soruldu?


وسئل: هل يجوز التحاكم إلى غير كتاب الله؟ 

فأجاب: لا يجوز ذلك، ومن اعتقد حله فقد كفر، وهو من أعظم المنكرات، ويجب

على كل مسلم الإنكار على من فعل ذلك؛ ولا يستريب في هذا من له أدنى علم


(Muhammed bin Abdulvehhab'ın oğlu Abdullah) Cevaben dedi ki; Bu caiz değildir. 


Her kim helalliğine itikat ederse küfretmiş olur. 


İşte bu en büyük münkerlerdendir. Her Müslüman'a bunu işleyeni inkâr etmek vaciptir. İşte bu ilimden en az nasibi olanlara dahi kapalı değildir." 


(Ed Durerus Seniyye 10/ 252)


3.NAKİL


Abdurrezzâk Afîfî rahimehullâh'a soruldu:


Soru: Beşerî kanunlarla hükmeden mahkemelere başvurmanın hükmü nedir?


س ٥٠ : سئل الشيخ : ما حكم التحاكم إلى المحاكم التي تحكم بالقوانين الوضعية ؟


فقال الشيخ - رحمه الله - : ( بقدر الإمكان لا يتحاكم إليها ، أما إذا كان لا يمكن أن يستخلص حقه إلا عن طريقها فلا حرج عليه » .


Cevâp: Bu mahkemelere -imkân nisbetince- başvuramaz. Hakkını almasının oralara gitme dışında bir yolu yoksa, bunda onun için bir beis yoktur.


Fetâvâ ve Resâil, 1/166


==========================================


4.NAKİL


"Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz'dan, değerli kardeş .........'ya -Allah ona selâmet versin-Selâmun aleykum berakatuh ve ba'd: 


Ve rahmetullahi 6/6/1407 hicrî tarihli 2151 sayılı olarak kaydedilmiş İlmî Araştırmalar ve Fetvâ Komisyonuna yönelttiğiniz soruda, 


---ülkesindeki bütün mahkemeler beşerî kanûnlarla hükmeden ve onların hükmüne başvurmadıkça hakkı olan şeye ulaşamayan kişinin kâfir olup olmayacağını soruyorsunuz. ve


Size cevabımız şudur: 


***Eğer bunu yapmak zorunda kaldıysa kâfir olmaz.***


***Lâkin, onlara başvurması ancak zarûret anında ve hakkı olan şeyi ancak bu yolla elde edebilecekse olabilir.***


Ancak tertemiz şerîatın helâl kıldığının hilâfına bir şeyi alma hakkı yoktur. 


Allah cümlemizi rızâsına muvaffak kılsın. Vesselâmu aleykum ve rahmetullahi ve berakatuh.'


Mecmû'u Fatâvâ ve Makâlât Mutenevvia(23/214)


5.NAKİL


BEŞERÎ KANUNLARLA HÜKMETMENİN CÂİZLİĞİNE İ'TİKÂD EDEN KÂFİR OLUR


'İnsanların koyduğu kanun ve nizamların, İslâm şerîatından daha üstün olduğuna veya onunla eşit olduğuna veya –isterse şerîat ile hükmetmenin daha fazîletli olduğuna inansın- onlar ile hükmetmenin câiz olduğuna veya İslâm nizâmının yirminci asırda uygulanmaya elverişli olmadığına veya onun, Müslümanların gerilemesinin sebebi olduğuna veya İslam'ın, kişi ile rabbi arasındaki bir ilişkiden ibâret olduğuna ve hayatın diğer şubelerine dâhil edilemeyeceğine i'tikâd eden de (kâfirdir ve bu, İslâm'dan çıkaran şeylerin) dördüncü kısmına dâhildir.


Yine, hırsızın elini kesmek ve evli olduğu halde zinâ eden kişiyi taşlayarak öldürmek hakkındaki Allah'ın hükmünü tatbik etmeyi bu çağa uygun görmeyen de (kâfirdir ve bu da, İslâm'dan çıkaran şeylerin) dördüncü kısmına dâhildir.


Yine, cezâî müeyyideler ve muamelât hakkında Allah'ın şerîatından başkası ile hükmetmenin câiz olduğuna i'tikâd eden her kişi –söz konusu hükmün şerîatın hükmünden daha üstün olduğuna inanmasa bile- (kâfirdir ve bu da, İslâm'dan çıkaran şeylerin) dördüncü kısmına dâhildir.[1] Çünkü o böylelikle, icma ile sâbit olan Allah'ın haram kıldığı bir şeyi mübah kabul etmiştir. Her kim; zinâ, içki, faiz, Allah'ın şerîatından başkası ile hükmetmek gibi dînen zorunlu olarak bilinen Allah'ın haram kıldığı hususları mübah kabul ederse Müslümanların icması ile kâfir olur.'


İmâm Abdulazîz b. Abdillah b. Bâz (vefâtı: 1420 hicrî)


Nevâkıdu'l-İslâm Risâlesi


Mecmû'u Fetâvâ ve Makâlât Mutenevvia (1/132)


=============


NOT 


Nevakıdu'l-İslâm Risâlesi'nin Suudi Arabistan Dînî İşler Bakanlığı tarafından tercüme ettirilerek dağıtılan baskısında bu kısım yanlış tercüme edilmiştir. Bu tercüme hatası, Şeyh'in sözlerinin altını üstüne çeviren oldukça önemli bir hata olmasaydı ve bu kitapçıktan binlerce basılıp dağıtılmasaydı, asla onu zikretmezdik. Çünkü bu hatanın kasıtlı işlenmediğini zannediyoruz. İbarenin orijinali şöyledir:


 أيضا كل من اعتقد أنه يجوز الحكم بغير شريعة الله في المعاملات أو الحدود أو غيرهما، وإن لم يعتقد أن ذلك أفضل من حكم الشريعة...


Tercümesi yukarıda olduğu gibi yapılması gerekirken şöyle yapılmıştır:


'Şer'î muâmelelerle cezâî meselelerde veya başka konularda Allah'ın indirdiği hükümlerden başka hükümleri uygulamanın câiz olduğuna inanmak. Başka hükümlerin şeriat hükmünden daha üstün olduğuna inanmasa bile uygulayan kimse de kâfirdir.' (Bkz. Doğru İnanç ve Bu İnanca Aykırı Olan Şeyler, Çeviren: Muhammed Şahin, 1423 hicrî tarihli baskı, sayfa: 69) Bu tercüme, aslında tek bir cümleden ibaret olması gerekirken iki ayrı cümle kurulmuş, asılda bulunmayan 'uygulayan kimse' ibaresi metne sokulmuş, 'uygulayan kimse' ibaresine 'de bağlacı' eklenerek 'caiz olduğuna inanan gibi, o da kafirdir.' anlamı verilmiştir. Hâlbuki Şeyh böyle bir şey söylememektedir.


6.NAKİL


Şeyh, allâme Abdullatif bin Abdurrahman Âl-i Şeyh (rahimehullah) Minhâc et-Te’sîs adlı eserinde (s. 71) şöyle demektedir:


وقال الشيخ العلامة عبد اللطيف بن عبد الرحمن آل الشيخ -رحمه الله- كما في منهاج التأسيس [ص 71]:وإنَّما يحرم التحكيم إذا كان المستند إلى شريعة باطلة تخالف الكتاب والسنة، كأحكام اليونان والإفرنج والتَّتَر، وقوانينهم التي مصدرها آراؤهم وأهواؤهم، وكذلك سوالف البادية وعاداتُهم الجارية فمن استحل الحكم بِهذا في الدماء أو غيرها فهو كافر؛ قال تعالى: ﴿وَمَن لَّمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ﴾[المائدة:44] .. وهذه الآية ذكر فيها بعض المفسرين: أن الكفر المراد هنا: كفر دون الكفر الأكبر، لأنَّهم فهموا أنَّها تتناول من حكم بغير ما أنزل الله، وهو غير مستحل لذلك، لكنهم لا ينازعون في عمومها للمستحل، وأن كفره مخرج عن الملة.اهـ 

Sayfa 71 kitap minhacu tésis


"Hakemlik (yargılama) ancak, dayanağı kitap ve sünnete aykırı olan batıl bir şeriata dayanıyorsa haram olur. Mesela, Yunanlıların, Frenklerin ve Tatarların hükümleri ve kanunları gibi; ki bunların kaynağı kendi görüşleri ve hevâlarıdır. Aynı şekilde bedevîlerin eski gelenekleri ve mevcut örfleri de böyledir.


Kim, bu tür hükümlerle –ister kan dökme meselelerinde ister başka hususlarda– hükmetmeyi helal kabul ederse, işte o kâfirdir. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:


‘Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.’ (Mâide, 44)


Bu âyet hakkında bazı müfessirler şöyle demiştir: Burada kastedilen küfür, büyük küfürden aşağı olan bir küfürdür. Çünkü onlar, bu âyetin, Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyen, ancak bunu helal görmeyen kimseleri kapsadığını anlamışlardır. Ancak, bunlar (bu âlimler), hükmetmeyi helal gören kimsenin bu âyetin genelliğine dahil olduğu ve onun küfrünün dinden çıkarıcı olduğu konusunda ihtilaf etmemişlerdir."


Allah en doğrusunu bilir.


Minhâc et-Te’sîs adlı eserinde (s. 71)


7.NAKİL


Süleyman bin Sehman Diyor Ki 


أو حكم بغير ما أنزل الله، واعتقد أن حكمهم أكمل وأحسن من حكم الله ورسوله ، فهذا ملحق الكفر الاعتقادي المخرج عن الملة كما هو مذكور في نواقض الإسلام العشرة ولما من لم يعتقد ذلك لكن تحلكم إلى الطاعوت وهو يعتقد أن حكمه باطل فهذا من الكفر العملي لكن ينبغي أن يعلم أن من تحاكم إلى الطوا


Bilinmesi gerekir ki, kim Tağuta mühakeme olup veya Allahın indirdiğinden başkasıyla hükmedip, onların hükmünün (yani islami olmayan kanunların) Allah ve Resulünün hükmünden daha kamil ve daha güzel olduğuna inanırsa, bu dinden çıkaran büyük küfürden sayılır. Nasıl ki islamı bozan 10 madde'de zikredilmiştir.


***Fakat böyle bir inançta olmadan Taguta mühakeme olup ve aynı zamanda onun hükmünün batıl olmasına itikad ederse bu dinden çıkarmayan küçük küfürdür."***


[Süleyman bin Sehman, İrşadut Talib: 9.


2.FETVASI


Şeyh Süleyman bin Sehman rahmetullahi aleyh  şöyle demiştir:


“Allah  sana  rahmet  etsin. Alimlerin nasıl  da  küfrü  iki  kısma ayırdıklarına bir bak. İtikat küfrü, yani inkar ve inat küfrüne gelince birinin  Resulün Allah katından getirdiğini bildiği Rabbinin  isim  ve sıfatlarına, fiillerini, ahkamını  -ki o ahkamın aslı  ona  hiçbir  şeyi  ortak koşmadan  ibadet etmektir-  işte bunları  inat ederek  inkar etmektir. İşte bu çeşit bir küfür her yönden imanı bozan bir unsurdur. İkinci kısma yani ameli küfre gelince; bu da dinden çıkaran ve dinden çıkarmayan olmak üzere ikiye ayrılır. Birinci çeşidi, puta secde etmek, mushafı küçümsemek ve Nebiyi öldürmek gibi ameli küfürlerdir. Bunlar dinden çıkartır. İkincisi ise dinden çıkarmaz. Bunlar da Allah’ın indirdiği ile hükmetmemek, namazı terk etmek gibi şeylerdir. Bu ameli küfürdür, itikadi küfür değildir. Nebi sallahu aleyhi ve sellem’in dediği gibi; “ Benden sonra birbirlerini boyunlarını vuran kafirlere dönmeyin.” “ Kim kahine gider veya hanımına arkasından yaklaşırsa Muhammed’e indirileni inkar etmiştir.” İşte bunlar ameli küfürlerdir kesinlikle puta secde etmek veya mushafı küçümsemek gibi ameli küfürler değillerdir. (İla ahir İbn Kayyım’dan alıntı burada sona ermiştir.) Ancak şuraya dikkat gerekir ki hepsine küfür lafzı kullanılmıştır. Ancak şunu iyi bilmek gerekir ki tağutlara muhakeme olup, Allah’ın indirdiğinden başkası ile hükmedip, onların hükümlerinin Allah’ın  ve Resulünün  hükmünden  güzel  olduğuna  itikat  edenler işte bunlar itikadi küfre ulaşan insanlardır ki bu İslamı bozan on unsur arasında zikredilen küfürdür. Ancak kim buna itikat etmez ise ancak tağutlara muhakeme olursa ve onun hükmünün de batıl olduğuna  itikat  ederse  işte  bu  da  ameli küfürdür…” 


(Keşfu Geyahib’iz Zellam, 314)


8.NAKİL


Şeyh Binbaz Kanun Koyma Hükmetme Meselesi Hakkında Diyor Ki 


Soru:


Kanun koymak (beşeri yasalar çıkarmak) caiz midir? Bu kanunlarla hükmetmek mümkün müdür? Böyle bir kanun koyan yönetici küfre girer mi?


السُّؤَالُ]

ـ[ما حكم سن القوانين الوضعية؟ وهل يجوز العمل بها؟ وهل يكفر الحاكم بسنة هذه القوانين؟]ـ


[الْجَوَابُ]

الحمد لله

«إذا كان القانون يوافق الشرع فلا بأس به، مثل أن يسن قانونا للطرق ينفع المسلمين، وغير ذلك من الأشياء التي تنفع المسلمين، وليس فيها مخالفة للشرع، ولكن لتسهيل أمور المسلمين فلا بأس بها.

أما القوانين التي تخالف الشرع فلا يجوز سنها، فإذا سن قانونا يتضمن أنه لا حد على الزاني، أو لا حد على السارق، أو لا حد على شارب الخمر، فهذا قانون باطل، وإذا استحله الوالي كفر، لكونه استحل ما يخالف النص والإجماع، وهكذا كل من استحل ما حرم الله من المحرمات المجمع عليها فهو يكفر بذلك» انتهى.

«مجموع فتاوى ومقالات متنوعة لابن باز» (٧/‏١٠٦) .

والله أعلم


Cevap:


Hamd, Allah’a mahsustur.


Eğer bir kanun, şeriata uygun ise bunda bir sakınca yoktur. Örneğin, yollarla ilgili Müslümanlara fayda sağlayan bir yasa çıkarmak gibi. Veya Müslümanların işlerini kolaylaştıran ve şeriata aykırı olmayan başka düzenlemeler yapmak gibi. Bunlarda bir sakınca yoktur.


Ancak, şeriata aykırı yasalar çıkarmak caiz değildir. Eğer bir yönetici zina eden kişiye had cezası uygulanmayacağını, hırsızın elinin kesilmeyeceğini veya içki içenin cezalandırılmayacağını öngören bir yasa çıkarırsa, bu yasa batıldır. Şayet bu yöneticinin, Allah’ın haram kıldığı ve üzerinde icma (alimlerin oybirliği) bulunan bir hükmü helal kabul ettiği sabit olursa, bu onu küfre götürür. Aynı şekilde, Allah’ın haram kıldığı ve ümmetin üzerinde ittifak ettiği herhangi bir haramı helal kabul eden herkes bu fiiliyle küfre girer.


Kaynak:

"İbn Bâz’ın Fetvaları ve Çeşitli Makaleleri" (7/106).


Allah en iyisini bilendir.


9.NAKİL


Fetâvâ el-Lecne ed-Dâime 1/782) Fetvayı veren âlimler: Bin Baz -Abdullah bin Kuud0-Abdullah bin Ğadyan Diyor Ki 


والتحاكم يكون إلى كتاب الله تعالى وإلى سنة الرسول صلى الله عليه وسلم، فإن لم يتحاكم إليهما مستحلا التحاكم إلى غيرهما فهو كافر وإن كان لم يستحل التحاكم إلى غيرهما ولكنه يتحاكم إلى غيرهما من القوانين الوضعية بدافع طمع في مال أو جاه أو منصب فهو مرتكب معصية وفاسق فسقا دون فسق ولا يخرج من دائرة الإيمان. 


Hüküm vermek, Allah Teâlâ’nın Kitabına ve Rasulü sallallahu aleyhi ve sellem’in Sünnetine göre olmalıdır. 


Kim bunlara göre hüküm vermez ve bunun yerine başka bir kaynağa başvurmayı helal görürse, kâfir olur. Ancak, şayet başka bir kaynağa başvurmayı helal saymaksızın, mal, makam veya mevki gibi dünyevi bir menfaat elde etmek amacıyla beşerî kanunlarla hüküm verirse, bu kişi büyük bir günah işlemiş olur ve fasık sayılır. Fakat bu tür bir günah, onu büyük küfre sokmaz ve iman dairesinden çıkarmaz.


(Fetâvâ el-Lecne ed-Dâime 1/782)


Fetvayı veren âlimler:


Bin Baz


Abdullah bin Kuud


Abdullah bin Ğadyan


10.NAKİL


Şeyh Abdurrahman es- Sa'di Rahimehullah şöyle dedi:


 Muhakeme İslam makamı, nefislerde sıkıntının olmaması İman makamı, Teslimiyet ise İhsan makamıdır.  Her kim bu üç aşamayı tamamlarsa dinin tüm aşamalarını yerine getirmiş olur. Her kim bu söz konusu tahkimi terk eder ve kabul etmezse kafirdir. Her kim bunu kabul ederek terk ederse asidir.


📖 Tefsirussadi s.184 Nisa 65 Tefsiri


11.NAKİL


İmâm Muhammed b. Abdilvehhâb'ın torunu, allâme Abdulazîz b. Bâz'ın hocası büyük âlim, Suud müftüsü allâme Şeyh Muhammed b. İbrâhîm Âlu’ş-Şeyh der ki:


أنواع الشرك الأصغر . وهذا هو تحقيق معنى لا إله إلا الله . وكذلك تحقيق معنى محمد رسول الله : من تحكيم شريعته ، والتقيد بها ، ونبذ ما خالفها من القوانين والأوضاع وسائر الأشياء التي ما أنزل الله بها من سلطان ، والتي من حكم بها أو حاكم إليها معتقداً صحة ذلك وجوازه فهو كافر الكفر الناقل عن الملة ، وإن فعل ذلك بدون اعتقاد ذلك وجوازه فهو كافر الكفر العملي الذي لا ينقل عن الملة . (۱) ( ص - ف ٦٢ - ١ في ٩ - ١ - ١٣٨٥ هـ )


Küçük Şirkin Çeşitleri


Bu, Lâ ilâhe illallah ifadesinin gerçek anlamını gerçekleştirmektir. Aynı şekilde, Muhammedün Resûlullah ifadesinin anlamını da gerçekleştirmek, yani onun şeriatını hakem kılmak, ona bağlı kalmak ve ona aykırı olan tüm kanunları, düzenlemeleri ve Allah’ın hiçbir delil indirmediği diğer şeyleri reddetmektir.


Kim bunlarla hükmeder veya onlara başvurur ve bunu doğru ve caiz görerek yaparsa, o dinden çıkaran küfre girer. Eğer bunu bu inanç olmaksızın yaparsa, bu, küçük küfür olup dinden çıkarmayan bir ameli küfürdür.


(1) (S – F 62 – 1, 9/1/1385 H)


12.NAKİL


Muhammed bin Abdilvehhab’ın tasdik ederek kendisinden naklettiği İbn Teymiyye’nin kavli:


Şüphe yok ki Allah'ın indirdikleriyle hükmetmenin vâcibliğine i'tikâd etmeyen kâfirdir. Her kim Allah'ın indirdiğine tâbi olmaksızın kendi görüşüyle adâlet olarak değerlendirdiği şeyle hükmetmeyi istihlâl ederse (helâl görürse) kâfirdir…


Hatta İslâm'a müntesib olan pek çok kimse gelenek ve törelerle, aşiret büyüklerinin emri ile hükmetmektedirler. Kitâb ve Sünnet ile değil, onlarla hükmetmeyi uygun görüyorlar. Allah'ın indirdiğini bilmelerine rağmen ona iltizâm etmiyorlarsa bu küfrün ta kendisidir. Tam aksine ondan başkasıyla hükmetmeyi istihlâl ediyorlar ki bu durumda onlar kâfirdirler. Yok böyle değilse -daha önce de geçtiği gibi- câhildirler.


Allah'ın hükmüne bâtınen ve zâhiren iltizâm eden ancak isyân edip hevâsına tâbi olana gelince, bunun konumu diğer günahkarların konumuyla aynıdır.


Bu âyet, Allah'ın indirdiklerinden başkası ile hükmeden yöneticilerin tekfîr edilmesi hakkında Hâricîlerin öne sürdüğü delîllerden biridir. Sonra da onlar, (yöneticilerin tekfîrine dâir) bu inançlarının Allah'ın hükmü olduğu iddia etmişlerdir.»


Muellefâtu'ş-Şeyh (2/2/88-89)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cengiz Han'ın "El-Yasek" adlı kanun kitabı ile hükmedip tekfir edilişi'nin tahlili

Ölüler ile İstiğase'nin Hükmü

İbn Teymiyye Uyanık Olduğu Halde Nebi (S.A.V, ) in yanına geldiğini söyleyenler Hakkında Dedi Ki ;