Ölüler ile İstiğase'nin Hükmü


Ölüler ile İstiğase'nin Hükmü





User avatar
HÜSEYİN EKİNCİ KARDEŞİMİZİN KALEMİNDEN

Hamd âlemlerin rabbine salât ve selâm ise rasulune olsun. 

İstiğase meselesi, özellikle son bi kaç yüz yıldır çokça tartışılan bir meseledir.Ve insanlar bu konuda bir çok fırkaya ayrılmışlardır. Kimileri buna şirk demiş ve her istiğase yapanın müşrikliğine hükmetmiş.Kimileri buna şirk demiş fakat cehaleti mazaret görmeleri hasebiyle her istiğase yapanı tekfir etmemiş. Kimileri bunun kesinlikle caiz olmadığını insanı Allah muhafaza şirke götürecek birşey olduğunu, fakat bunun direk büyük şirk olmadığını ancak ibadet kastı ile yaparsa büyük şirk olacağını söylemişler.kimileri ise bunun her türlü caiz olduğunu söylemişlerdir. Ve bu konuyu araştırmaya kalkan bazı ilim talebeleri,bu kadar farklı görüşü görünce kafası karışmış ve neye inanacağını bilemeyecek hale gelmiştir. Ben Allah'ın izni ve inayeti ile bu meseleye nasıl yaklaşılması gerekildiğini ve genel olarak âlimler'in bu konuda ki menhecini gözler önüne sermeye çalışacağım.

 

 

Öncelikle ölüler ile istiğase yapmak, kesinlikle caiz olan bir durum değildir. Bazı âlimler buna caiz deseler bile herkesin hataları olduğu gibi oda bunların birer hatalarıdır. Belki de bunu caiz gören bazı âlimler,bunun ileride ne gibi sıkıntılı şeylere götüreceğini hakkıyla idrak edememiş olmalarındandır. Ölüler ile istiğase yapmak hem dinde delili olmayan bir bidattır hemde yerine göre kişiyi şirke sürükleyebilecek bir ameldir. O yüzden istiğase "sedden li'z zeriâ" olarak yani "kişiyi şirk gibi amellere götürebilecek şeylerin önünü kesme"si açısından yapılması asla tavsiye edilecek ve caiz olacak bir durum değildir. Bu amel kişiyi çok anlamsız durumlara sokar. Artık bazıları öyle bir duruma gelir ki,Allah'a dua etmeyi bırakıp sürekli ölülerden yardım isteyebilir.Bazi cahiller ölüler ile istiğase yapıp ve gerçekten istiğase yapmış olduğu kişiyi gördükten sonra,o kişiye karşı gereksiz bir azamet yükler. Ve buda ileride o kişilerin Allah muhafaza yardımını istediği bazı ölülere uluhiyetten bir parça vermelerine sebep olur. Çünkü bu kişi cahil ve avam olduğu için,elinde bu durumu tartıp ölçecek bir ilim yoktur. Sadece, bir beşeri fazla taazim etmek bile ,o kişiyi Allah muhafaza şirk gibi kötü amellere itebilir. Nitekim İbn-i abbas'tan gelen rivayette şirkin başlangıcının Salih kimselere addedilen gereksiz taazimden olduğu geçer. Ölüler ile istiğase yapmak bu kadar tehlikeyi barındıran ve özellikle bazı cahiller için çok kötü sonuçları doğurabilecek bir amel iken bunun caiz oluşu asla düşünülemez.

 

 

 

Birde başka bir taife daha var ki bunlar istiğase'nin direk büyük şirk olduğunu söylemişlerdir. Yani direk amelin kendisini büyük şirk görüp bu amel ile,istiğase yapmış oldukları kimselere ibadet ettiklerini iddia etmişlerdir. Fakat bu görüşte kanımızca hatadır. Her ne kadar istiğasenin asla yapılmaması gerektiği konusunda hem fikir olsakta,bu amelin bi zatihi mucerred olarak şirk olması konusunda ihtilaf halindeyiz. Aslında bu risalenin genelinde istiğase fiilinin şirk olabilmesi için ibadet niyeti ile yapılması gerektiğini ve istiğase yapmış olduğu kimselere uluhiyet'ten  bir özellik yani rububiyet'ten herhangi bir cüz vermeleri gerektiğini aksi taktirde bunun büyük şirk değilde sadece haram veya bazı durumlarda direk şirk değilde kişiyi şirke götürebilecek bir amel olacağını savunacağız. Bu risaleyi yazarken izleyeceğimiz Metod şöyle olacak:

1.Allah kendisinden başkasına dua edene müşrik dedi, şüphesi.

2.Dua ibadettir ibadet ise Allah'a yapılır o zaman Allah'tan başkasına dua eden o kimseye ibadet etmiş olur şüphesi.

3.Mekkeli müşriklerin rububiyette şirki yoktu şüphesi. 


Öncelikle birinci şüpheden başlayalım:


İlk şüphe şöyledir: 

Allah azze ve Celle kendisinden başkasına yapılan dua'nın şirk olduğunu söylemiştir. O yüzden bugün ölülerden yardım isteyen kimseler Allah'tan başkasına dua ettikleri için müşrik olmuş olurlar.

Şüphenin Cevabı: 

Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Dua kelimesi birine seslenme manasına gelir. Yani ölü olsun diri olsun biri diğerine seslendiği zaman ona dua etmiş olur. Fakat bugün literatürde dua denildiği zaman ibadet olan dua anlaşılır. O yüzden bugün birine Allah'tan başkasına dua etmenin hükmü nedir diye sorulduğu zaman ben dahil olmak üzere herkes buna şirk der. Çünkü dediğim gibi, literatürde dua lügat manasi ile karşılık bulmaz. Allah'tan başkasına dua denildiği zaman anlaşılan şey başkasına yapılan ibadet manasında  ki olan dua'dır ki ibadet anlamında ki dua ise allahtan başkasına yapıldığı zaman şirktir. 


Şimdi gelelim şüphe olarak getirilen ayete. Öncelikle bu ayet asla umum üzere değildir. Bu ayet ibadet manasında ki dua ile kayıtlıdır. Sadece bize göre değil,muhaliflere göre de ayet umum üzere değildir.Çünkü onlara sorsanız,madem allahtan başkasından istemek şirk ise sen doktordan şifa,dostundan sana herhangi bir konuda yardımcı olması için istediğin yardım neden şirk değildir? Onlar size şu cevabı verecektir:"Bu onların güçlerinin yeteceği şeylerdir" yani şunu demiş oluyorlar:"Gücünün yetmediği birşeyi birinden istemek şirktir" işte onlar da az önce getirmiş oldukları ayeti bu sekilde kayıtlamış oluyorlar. Yani kısacası bu ayeti her iki taife de mukayyed kılıyor. Biz bu ayeti "ibadet kastı ile yapılan dua"diye kayıtlarken onlar bunu "gücünün yetmediği şeyi istemek" olarak kayıtlıyorlar. Peki onlara sorsanız: "sen bu ayeti bu şekilde kayıtlayıp,gücünün yetmeyeceği birşeyi birinden istemek şirktir derken ki delilin nedir?" Yani birinden gücünün yetmeyeceği birşeyi istemek neden şirk olsun ki? Şöyle cevap vermeleri mümkündür: "çünkü mekkeli müşrikler kendi ilahlarına dua ediyorlardı Allah da buna şirk dedi ve putların fayda ve zarar verme gibi özellikleri yoktu güçleri birşeye yetmiyordu" çünkü Allah zaten şöyle diyor"siz onlara dua etseniz duanızı duyamazlar duysalar bile icabet edemezler ve kıyamet günü şirkinizi inkar edecekler." İşte onlar bu gibi ayetlerden ötürü başkasından yardım istemenin şirk olma kısmını, yardım istenilen şeyin gücünün yetmemesine bağlıyorlar. O zaman şöyle düşünelim. Mesela Ebu Cehil. Ebu Cehil putlara dua ederken bunun şirk olmasının illeti eğer o Putun buna mucerred gücünün yetmemesinden ötürü ise, eğer Ebu Cehil lat'a ve menat'a ettiği duanın aynısını veya o putlara itikad etmiş olduğu şeyin aynısını gücü yeten ve yaşayan birinden istemiş olsaydı bu şirk olmamış mı olacaktı? Çünkü eğer şirk olmasının illeti mucerred o putların gücünün yetmemesi ise o zaman putlara karşı olan inancının aynısını yaşayan,gücü yeten bir beşere verse bu şirk olmamış olur çünkü beşer,diri ve gücü yetiyor.

 

 

 

Aslında buradan anlaşılıyor ki şirk olmasının illeti gücünün yetip yetmemesi ile alakalı değildir. Mesela şöyle bir örnek verelim: Siz bir beşerden gücünün yetmeyeceği birşey isteseniz,mesela felç olan bir kimseden kendisine bir bardak su getirmesini istemek şirk olur mu? Malumdur ki felç olan kimsenin buna gücü yetmez. Gücünün yetmediği birşeyi birinden istemek şirktir deyip de böyle birşeye şirk demek uygun olur mu? Tabi ki de olmaz. Eğer dense ki: Senin örneğini vermiş olduğun şeyin realite de hakikatı olamaz. Hiç kimse zaten felç bir kimseden bir bardak su getiremeyeceği için ondan bunu istemez. Deriz ki: bir kimse Allahtan o anlığına ona şifa vermesini umarak bunu isteyebilir. Yani o an felç li kimseden su isterken Allah'ın ona bir güç vereceğini umarak bunu isteyebilir ve buna kimse de şirk demez. Usul-u fıkıh'ta bir kaide vardır:"hüküm illetin varlığına ve yokluğuna göre değer kazanır" eğer yardım istemenin şirk olmasında ki illet mucerred olarak yardım istenilen kimsenin buna gücünün yetemeyeceği olursa,az önce örneğini vermiş olduğum durumda şirk olması gerekir çünkü illet aynıdır oda felçli bir kimsenin su getirmeye gücünün yetmeyeceğidir. İllet aynı olunca hüküm de aynı olur ki buna şirk dememiz gerekir. Ama buna zaten  kimsenin şirk diyeceğini sanmıyorum. Eğer bir kişi bize dese ki:"hayır yardım istemenin şirk olmasının illeti gücü yetip yetmemesi değil o kimsenin gaypta yani yaninda olmamasıdır" o zaman eğer illet mucerred kişinin gaypta yani yaninda olmayan birinden yardım istemek olursa,o zaman bir kimse herhangi bir şeyhin kabrine gidip ondan yardım istese bu kimse şirke girmemiş olur çünkü direk gidip onun yanında istiyor. Fakat bu da muhalifin yanında şirktir. Eğer illet ölü olması derse bu sefer yaşayan ama gaypta olan kimseden istenilen yardımın şirk olmaması gerekir ki bu da muhalifin yanında şirktir. Yani kısacası yardım istemenin şirk olmasında ki illet eğer bu illetler olursa tanıma göre ya şirk olmayan şeyler şirkin içine girmiş oluyor yada şirk olan şeyler şirkin dışına çıkmış oluyor. Buda sağlıklı bir illet belirlemesi olmadığını gösteriyor. Eğer muhalif illetin sadece Allah'ın gücünün yeteceği şeyi Allah'tan başkasından istemek olduğu söylerse,deriz ki işte şimdi doğru bir illet getirmiş oldun. Fakat yardım istenilen kimselerden istenilen yardım sadece Allah'ın Gücünün yeteceği şeyler değildir. Yani bugün ölülerden yardım isteyen kimse Allah'ın uluhiyetine has birşey istemez eğer isterse zaten müşrik olmuş olur. Mesela bir kimse ölünün kendisine yardım etmesini istese,fakat itikadın'da bu kişi seslendiği zaman Allah'ın kendi sesini o ölüye ulaştıracağına inansa ondan sonra da o ölünün Allah'ın izniyle kendine geleceğine inansa,bu kişi sadece Allah'ın gücünün veya Allah'ın uluhiyetine has birşey istemiyor ki bu şirk olsun. Eğer Allah isterse bir ölüye tasarrufat hakkı verir. İstiğase yapan kimsenin,Allah'ın o kimseye böyle bir izin verdiğini düşünmesi en fazla delili olmadığı için bidat olur şirk olmaz. Çünkü Allah'ın ölüye böyle bir güç vermesi mümkündür. Mümkün olan şey ise şirk olamaz. Mesela bir kimse dese ki"Haşa Allah isterse kendine çocuk edinir mi?Veya Allah başka bir ilah -haşa- yaratır mı? Biz cevaben deriz ki bu Allah'ın isteğine taalluk eden bir durum değildir.Ve böyle birşeye asla "evet Allah isterse yapar"diyemeyiz. Bunu diyememizin sebebi şirk olan birşeyin mümkün olmamasıdır. Fakat eğer bize "Allah istese ölüden yardım isteyen kimsenin sesini o ölüye duyurur ve sonra o ölünün o kimsenin yanına gitmesini izin verir mi?" Diye bir soru sorulsa biz buna kesinlikle evet deriz. Çünkü bu mümkündür. İşte bunun mümkün olması zaten bunun şirk olmadığını gösterir. Çünkü şirk olursa zaten mümkün de olmaz. Mesela Allah melekleri,işlerin düzenleyicisi,tedbir eden olarak vasıflar. Keza Hz İsa'nın ölüyü dirilttiğini,çamurdan kuş yapıp onları yarattığını söyler. Şimdi biz haşa Allah, uluhiyetten bazı özelliklerini bunlara verdi diye mi inanacaz? Tabi ki de hayır! Bunların şirk olmamasının tek sebebi, hepsinin Allah'ın izniyle,Allah'ın yönetmesiyle olmasıdır.

 

 

 

O yüzden ölülerden yardım isteyen bir kimse bu inanç ile isterse,yani sesini ölüye işittire'nin Allah olduğuna, o ölü kendisine yardım ederken Allah'ın izni ile geldiğine inanırsa bu şirk olmamış olur.

 Eğer dense ki:Hz İsa'nın yapmış olduğu şeylerin veya meleklerin özellikleri'nin bir delili var bunlar ayette geçiyor!Fakat bunların şeyhlerin'nin tasarrufat sahibi olduğuna dair delil var mı? 


Bizde deriz ki: işte zaten bunların delillerinin olmamaları yapmış olduğu şeylerin bidat olduğunu gösterir şirk olduğunu göstermez. Aksi taktirde şirk olmasının illeti sadece delil olmadığı için olsaydı bütün bidatlar şirk olurdu. Yani kısacası ölüden yardım istemenin şirk olabilmesi için kişinin bunu ibadet kastı ile yapması, yani yardım istenilen kişiye uluhiyet'ten bir parça  addetmesi gerekir.

 

Şimdi ise bazı âlimlerden İstigase'nin şirk olmadığını ifade eden nakiller yapalım ve birinci şüphe bölümünü böylelikle bitirmiş olalım.

 

 

 

 

Abdullah İbn-i Ahmed(rh), babası İmam Ahmed(rh)'dan şöyle bir nakilde bulunur: 


حدثنا قال سمعت ابي يقول حججت  خمس حجج منها ثنتين راكبا وثلاثة ماشيا او ثنتين ماشيا وثلاثة راكبا فضللت الطريق في حجة وكنت ماشيا فجعلت اقول يا عباد الله دلونا على الطريق فلم ازل اقول ذلك حتى وقعت الطريق او كما قال ابي.


Babamı şöyle derken duydum. Üçü yaya,ikisi binek ile olmak üzere veya ikisi yaya, üçü binek ile olmak üzere beş kez hac yaptım.Bir hac(yolculuğunda)yürürken yolumu kaybettim ve şöyle dedim:"Ey Allah'ın kulları bana yolu gösterin"Ta ki yolumu bulana kadar bunu söylemeye devam ettim.Veya babamın dediği gibi.


[Mesail-u'l İmam Ahmed Rivayet-u Abdullah,245]


Görüldüğü üzere imam Ahmed(rh) burada görüldüğü üzere hac sırasında yolunu kaybederken gaypta olan birinden yardım istemiştir ve ümmetten kimse kendisini şirke nisbet etmemiştir. 


Tabi burada muhaliflerin belli itirazları olabilir. Onlardan birincisi şudur: 


"İmam Ahmed gaypta olan kimseden yardım istememiştir.Bilakis kaybolduğu sırada yolda ki adamlara bunu sormuştur. Ve bu gayet normal bir şekilde yanında ki adamdan yardım istemesidir."

Denir ki: 

Bu şüphe gerçekten insaflı bir şüphe değil tamamen işin içinden sıyrılmak için ortaya atılan bir şüphedir. Yani eğer durum böyle ise Abdullah ibni Ahmed neden böyle birşeyi rivayet etsin! Yani şöyle düşünün;İmam Ahmed yolunu kaybetmiş sonra bazı kimselere bana yolu gösterirmisin demiş o kimselerde ona yolu göstermişler.Eeeee??? Yani biz bu rivayeti napalım. Yani burda Abdullah ibni Ahmed neden bunu rivayet etsin. Yani bu aynı Abdullah İbn-i Ahmed'in babasından şöyle rivayet etmesi gibi birşey olur:"Birgün babamla evdeydik babam bana nasılsın dedi bende iyiyim dedim" yani böyle birşey rivayet edildiği zaman herkesin aklına şu soru gelir: "Eee?Yani ne alaka?Böyle birşey neden rivayet edildi?" İşte bu rivayetide bu şekilde yorumlamak buna benziyor. Zaten böyle olmadığını ifade eden kısım şurası"yolu bulana kadar bunu tekrar ettim" sözü. Demek ki bunu yanında ki birine sormuyor. Yanında ki birine sorsa yolu bulana kadar"Ey Allah'ın kulları bana yolu gösterin"diye bir diyalog olabilir mi? Burada imam Ahmed belli ki gaypta olan kimselerden yardım istemektedir. 


Veya şöyle bir itiraz gelebilir:"İmam Ahmed bunu meleklerden istemiştir meleklerden istemek ise gücünün yettiği birşey olduğundan ötürü bunda bir beis yoktur."

Denir ki:Evet. Meleklerden istemiş olabilir. Fakat meleklerden böyle birşeyi istemek şirk değilse ölü insana yapıldığı zaman neden şirk olsun?  Şirk denilen şey şudur:"Yalnızca Allah'a yapılması gereken birşeyi Allah'tan başkasına yapmak" Eğer meleğe yapılmasında herhangi bir beis yoksa demek ki bu Allah'tan başkasına yapılmaması gereken birşey değildir. O zaman buda şirk değildir.Çünkü bu ölüye yapıldığı zaman şirktir demek şu demek:"Allah'tan başkasına yapılmaz" o zaman bu meleklere yapılıyorsa nasıl Allah'a şirk koşmuş oluyor ki? Yani aslında bir kişi böyle birşeyi ölüden istediği zaman Allah'a değil meleğe şirk koşmuş oluyor. Bunun Allah'a şirk olması için Allah'tan başkasına yapılmaması gerekir. Allah'tan başkasına yapılması  -bu ister melek olsun ister peygamber-  eğer şirk olmuyorsa,demek ki bu şirk olan birşey değildir. 


Zaten ondan ötürü Molla aliyyu'l Kâri(rh) "Hayvanınızı kaybettiğiniz zaman ey Allah'ın kulları onu yakalayın" hadisi hakkında şöyle demektedir:

المراد بهم الملائكة، أو المسلمون من الجن، أو رجال الغيب المسمون بالأبدال.

Onlardan(Ey Allah'ın kulları denilen kimselerden)murad ya meleklerdir ya müslüman cinlerdir ya da ebdal olarak isimlendirilen gaybi adamlardır.


[El'Hirezu's- Semin Lil Hisni'l Hasin,933]


Molla aliyyu'l Kâri burada bu kimselerin insanlar da olabileceğini söylemiştir. Bu durumda bu eğer şirkse,molla aliyyu'l Kâri şirke imkan vermiş olur ki bu tekfir edilmesini gerektirir.

 

 

 

Keza İmam Taberani(rh) şöyle denmektedir:


حَدَّثَنَا الْحُسَيْنُ بْنُ إِسْحَاقَ التُّسْتَرِيُّ، ثَنَا أَحْمَدُ بْنُ يَحْيَى الصُّوفِيُّ، ثَنَا عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ سَهْلٍ، حَدَّثَنِي أَبِي، عَنْ عَبْدِ اللهِ بْنِ عِيسَى، عَنْ زَيْدِ بْنِ عَلِيٍّ، عَنْ عُتْبَةَ بْنِ غَزْوَانَ، عَنْ نَبِيِّ اللهِ ﷺ قَالَ: «إِذَا أَضَلَّ أَحَدُكُمْ شَيْئًا أَوْ أَرَادَ أَحَدُكُمْ عَوْنًا وَهُوَ بِأَرْضٍ لَيْسَ بِهَا أَنِيسٌ، فَلْيَقُلْ: يَا عِبَادَ اللهِ أَغِيثُونِي، يَا عِبَادَ اللهِ أَغِيثُونِي، فَإِنَّ لِلَّهِ عِبَادًا لَا نَرَاهُمْ» وَقَدْ جُرِّبَ ذَلِكَ.


Peygamber sav dedi ki:Sizden biriniz birşeyini kaybettiği zaman veya hiçbir insanın bulunmadığı bir yerde yardım istediği zaman:"Ey Allah'ın kulları yardım edin Ey Allah'ın kulları yardım edin"desin. Çünkü Allah'ın bizim görmediğimiz kulları vardır. (İmam Taberani dedi ki:) Bu tecrübe edilmiştir.


[El-mûcemu'l Kebir,18/118]



Biz hadisin zayıf olması üzerinde durmayacağız fakat burda ki istişhad şudur ki imam Taberani bunun tecrübe edildiğini söylemiştir. Fakat bunu şirk görseydi bunu asla bu şekilde söylemezdi. Bunun tecrübe edildiğinin aksine,şirk olduğunu söylerdi.

 

 

 

Keza Şafi mezhebi'nin müftülerinden olan imam İbn-i Hacer el-Heytemi(rh) şöyle demektedir: 


والمُستَغاثُ به في الحقيقة هو الله تعالى، والنبي صلى الله عليه وسلم واسطةٌ بينه وبين المستغيث، فهو تعالى مُستَغَاثٌ، والغوثُ منه خلقاً وإيجاداً، والنبي صلى الله عليه وسلم مُستَغَاثٌ، والغوث منه تسبباً وكسباً، ومستغاث به والباء للاستعانة.


(İstiğase'nin caiz olduğunu söyledikten sonra şunları söyler:) Hakikatte yardım istenilen kimse Allah'tır. Nebi sav ise onunla yardım istenilen'in arasında ki vasıtadır.ondan(Allah'tan)olan yardım icaden ve yaratma açısındandır.(Yani Allah'tan yardım istenildiği zaman yardımı yaratan icat eden Allah'tır) Peygamber sav de aynı şekilde istiğase yapılandır. Sebeben ve kesbendir.(Yani vesiledir)burada ki "ba" harfi yardımı ifade eder. 


[El-Cevheru'l Munazzam,174]


Burada görüldüğü gibi İbn-i Hacer el-Heytemi de istiğaseyi caiz görmektedir. Bizim bu nakil ile kastımız istiğasenin caiz olduğunu göstermek değildir. Çünkü zaten yazının başında bunun asla caiz olmadığını cevaz veren ulemanın hata yaptığını söylemiştik ki buna haram diyen ulemadan'da nakil yapacağız. Fakat bizim burda ki istidlalimiz şudur. İbn-i Hacer el heytemi'nin bu durumda tekfir edilmesi gerekir ki genel olarak ulema onu şafi mezhebinin büyük müftüsü olarak kabul etmiştir. 


Gene şafi mezhebinin en büyük müftülerinden biri olan İmam Remli(rh) şöyle söylemektedir:

 

 

سئل عما يقع من العامة من قولهم عند الشدائد يا شيخ فلان يا رسول الله ونحو ذلك من استقالة بالأنبياء والمرسلين والأولياء والعلماء والصالحين فهل ذلك جائز أم لا وهل للرسل والأنبياء والأولياء والصالحين والمشايخ إغاثة بعد موتهم وماذا يرجح ذلك؟ ( فأجاب) بأن الاستمالة بالأنبياء والمرسلين والأولياء والعلماء والصالحين جائزة وللرسل والأنبياء والأولياء والصالحين إغاثة بعد موتهم؛ لأن معجزة الأنبياء ، كرامات الأولياء لا تنقطع بموتهم. أما الأنبياء فلأنهم أحياء في قبورهم يصلون ويحجون كما وردت به الأخبار وتكون الإغاثة منهم معجزة لهم. والشهداء أيضا أحياء شوهدوا نهارا جهارا يقاتلون الكفار.

 

Soru: Halk arasında şiddetli durumlarda "Ya Şeyh Falanca, Ya Resulullah" gibi ifadelerle peygamberlere, evliyaya, alimlere ve salihlere yalvarmak, onlardan yardım istemek caiz midir? Peygamberlerin, evliyaların, salihlerin ve şeyhlerin ölümlerinden sonra yardım etme yetkileri var mıdır? Bu konuda hangi görüş daha geçerlidir? 

Cevap: Peygamberlere, elçilere, evliyaya, alimlere ve salihlere yönelmek ve onlardan yardım istemek caizdir. Peygamberler, evliyalar ve salihler ölümden sonra da yardım edebilirler. Çünkü peygamberlerin mucizeleri ve evliyaların kerametleri ölümle sona ermez. Peygamberler, kabirlerinde diri olup namaz kılar ve hacc ederler, bu konuda haberler vardır. Onlardan gelen yardım, onların mucizelerindendir. Şehitler de hayatlarını kaybetmiş olsalar da gündüzleri açıkça görülüp kafirlere karşı savaşırlar.

[Fetava Er-Remli,4/382]


Burada da görüldüğü üzere imam Remli istiğasenin caiz olduğunu söylemiş fakat ulema tarafından tekfir edilmemiş. 


Zaten şafi mezhebi mensubu kimseler bilirler ki eğer imam Nevevi ve imam rafiî bir mesele hakkında konuşmamışlarsa o meselede ki mezhebin fetvası imam İbn-i Hacer el heytemi ve imam Remli'nin fetvasıdır.


Keza gene imam suyuti(rh) şöyle demiştir: 

 

فحصل من مجموع هذه النقول والأحاديث أن النبي - صلى الله عليه وسلم - حي بجسده وروحه، وأنه يتصرف ويسير حيث شاء في أقطار الأرض وفي الملكوت وهو بهيئته التي كان عليها قبل وفاته لم يتبدل منه شيء، وأنه مغيب عن الأبصار كما غيبت الملائكة مع كونهم أحياء بأجسادهم، فإذا أراد الله رفع الحجاب عمن أراد إكرامه برؤيته رآه على هيئته التي هو عليها، لا مانع من ذلك، ولا داعي إلى التخصيص برؤية المثال.

Bu hadislerin ve nakillerin tümünden hasıl oldu ki peygamber SAV cesedi ve ruhu ile diridir.o dilediği gibi yeryüzünün bölgelerinde tasarrufta bulunur ve dolaşır.vefatindan önce ne durumdaysa şuan da o durumdadır.olumunden dolayı bir değişiklik olmamıştır.Gozlerden ise kayıptır(yani insanlar onu göremez her ne kadar diri olsa bile)nasıl ki melekler cesedleri ile diri olup  görülmüyor ise.eger Allah azze ve Celle peygamberi görmekle keramet vermek istediği kişinin örtüsünü kaldırmak isterse peygamberi bulunmus olduğu hal üzere görür.buna engel birşey yoktur.onun misalini görmeyi tahsis edecek durumda.


[El-Havi Li'l Fetava,2/319]


Burada da görüldüğü gibi imam suyuti peygamber sav'in ölümünden sonra dilediği gibi tasarrufat sahibi olduğunu söylemiştir. Öncesinden de dediğim gibi bizim burda ki kastımız böyle bir inancın doğru inanç olduğu değildir. Burada ki kastımız şudur ki bir kimsenin böyle bir inançta olması o kişiyi küfre sürükleyecek birşey değildir.Nitekim muhalifler'den çokça şöyle sözler duymaktayız:"Bu kimseler kendi şeyhlerinin tasarrufat sahibi olduğuna inanıyorlar bu şirktir" biz imam suyutiyide bu sebepten ötürü tekfir eden bir âlim bilmiyoruz.

 

 

Veya bazı muhaliflerden şöyle sözler duyuyoruz:"Bunlar kendi şeyhlerinin evde neler yaptığını gizli halde ne yaptıklarını bildiklerini iddia ediyorlar. Buda gaybı bildiğini iddia etmeleridir ki bu şirktir" fakat durum böyle değildir. Çünkü bu kimseler kendi şeyhlerinin Allah'tan bağımsız bir şekilde belli başlı gizli olayları bildiklerini iddia etmiyorlar bilakis Allah'ın kendi şeyhlerine böyle bir yetki verdiğine inanıyorlar. Bu ise en fazla bidat olmaktan öteye geçmez. Çünkü Allah azze ve Celle Kuran'da İsa as'dan  haber verirken İsa as'ın "sizin evde sakladıklarınızı bilirim" dediğini aktarıyor.Böyle gizli şeyleri bilmek şirk olursa Hz İsa nasıl bilebilir. Veya Ömer ra kilometrelerce uzağında olmasına rağmen komutan olarak atadığı Sarıye adlı kişisinin düşmanların ona yaklaştığını nerden bilecek ki ondan uzakta olmasına rağmen "Ey sariye dağa doğru yönel"diyecek. İşte bunlar Allah'ın izni ile olduğu için şirk değildir. Bir kimse "Allah Hz İsa ya bunun iznini vermiş fakat bu şeyhlere böyle bir izin verdiğinin delili var mı?" Derse denir ki: Allah şirke izin mi vermiş?Allah'ın bunu Hz İsa ya izin vermesi bunun zaten şirk olmadığını gösterir bazı.Sofi kimselerin şeyhleri hakkında böyle düşünmesine gelince bu en fazla delili olmadığı için bidat olur. 

İmam İbn-i kayyım rh imam İbn-i teymiyye rh'dan bahsederken şunları söyler:


ثم أخبر الناس والأمراء سنة اثنتين وسبعمائة لما تحرك التتار وقصدوا الشام: أن الدائرة عليهم والهزيمة، والظفر والنصر للمسلمين. وأقسم على ذلك أكثر من سبعين يمينا. فيقال له: قل إن شاء الله. فيقول: إن شاء الله تحقيقا لا تعليقا (١). سمعته يقول ذلك. قال: فلما أكثروا  علي قلت: لا تكثروا، كتب الله تعالى في اللوح المحفوظ أنهم مهزومون في هذه الكرة، وأن النصر لجيوش الإسلام. قال: وأطعمت بعض الأمراء والعسكر حلاوة النصر قبل خروجهم إلى لقاء العدو. 

Sonra (İbn-i teymiyye) sene 702 de Tatar'lar harekete geçip Şam'a saldırdıkları zaman insanlara ve emirlere şunu haber verdi: onlar hezimete uğrayacaklardır.Zafer ise müslümanların olacaktır. Ve bunun üzerine yetmiş'ten fazla yemin etti. Ve ona(İbn-i teymiyye ye)dediler ki: inşallah de.(İbni teymiyye) Dedi ki: inşallah diyorum fakat bunu kesin olacak manada diyorum olmasını umuyorum anlamında değil. Ve onun(İbn-i teymiyye'nin) şöyle dediğini duydum.Bu konuda benim üzerime çokça geldikleri zaman onlara benim üzerime fazla gelmeyin.Allah onların(tatarların)bu dünyada hezimete uğrayacaklarını zaferin ise müslüman ordusunun olacağını levhi mahfuza yazmıştır. Ve sonra dedi ki: böylelikle bazı askerlere ve emirlere düşman ile karışlaşmadan önce galibiyetin tatlığını tattırmış oldum. 


[Medaricu's Salikin,3/310]

 

Devamında ise şöyle der:


وأخبرني غير مرة بأمور باطنة تختص بي، مما عزمت عليه ولم ينطق به لساني. 
وأخبرني ببعض حوادث كبار تجري في المستقبل، ولم يعين أوقاتها. وقد رأيت بعضها وأنا أنتظر بقيتها. 

(İbni teymiyye)  kimseye söylemediğim ve bunda ısrarcı olduğum bana has olan bazı gizli durumlarımı bana bir kaç kere haber verdi.Bana ileride olacak bazı büyük olayların olacağını haber verdi.Fakat belirli bir vakit belirlemedi.(Haber vermiş olduğu şeylerin) bazısını gördüm diğerlerinin de olmasını bekliyorum.


[Medaricu's Salikin, 3/311]


Burada görüldüğü üzere İbn-i kayyım imam İbn-i teymiyye'nin "şu olay levhi mahfuzda yazıyor" dediğini aktarmıştır. Peki bu gayp değilmidir? Bu durumda İbn-i teymiyye'nin tekfir edilmesi gerekmez mi? Veya İbn-i kayyım'ın İbn-i teymiyye benim kimseye söylemediğim bazı özellerimi bana bir kaç kez haber verdi demesi,ileride olacak bazı şeyleri haber verdi bazısı gerçekleşti bazısının ise gerçekleşmesini bekliyorum demesi, ibni teymiyye ye gaybı bilme iddiası olduğu için bu durum İbn-i kayyımı da küfre sokmuş olmaz mı? El cevap tabi ki de sokmaz. İşte bunun tek sebebi burda ki herşeyin, Allah'ın izni ile olduğu inancıdır.

 

 

İbn-i Kesir(rh) şöyle demektedir: 

قلت: وإلى الآن، وقد بالغ العامة في أمرها كثيرا جدا، ويطلقون فيها عبارات بشعة فيها مجازفة تؤدي إلى الكفر والشرك، وألفاظا كثيرة ينبغي أن يعرفوا بأنها لا تجوز إطلاقها في مثل أمرها، وربما نسبها بعضهم إلى زين العابدين، وليست من سلالته، والذي ينبغي أن يعتقد فيها من الصلاح ما يليق بأمثالها من النساء الصالحات، وأصل عبادة الأصنام من المغالاة في القبور وأصحابها، وقد أمر النبي صلى الله عليه وسلم بتسوية القبور وطمسها. والمغالاة في البشر حرام. ومن زعم أنها تفك من الخشب، أو أنها تنفع أو تضر بغير مشيئة الله فهو مشرك.


Derim ki: Günümüzde avamın onun ve başkalarının hakkında edindikleri yanlış itikatları çoğalmıştır. Özellikle Mısırlılar küfre ve şirke varan çirkin lafızları çokça söylüyorlar. Onlara bunun caiz olmadığının öğretilmesi gerekir.

Bazıları o kadını Zeynel Abidine nisbet ediyorlar ama hakikatte Nefise onun sülalesinden değildir. Bu yüzden onun için diğer salih kadınlar hakkında inanılması gereken şeyler düşünülmelidir. Putlara ibadet etmenin aslı, kabir ve kabir ehli hakkında aşırı gitmek olmuştur. Nitekim Nebi (s.a.v.) kabirlerin yıkılarak tesviye edilmesini emretmiştir. Çünkü beşer hakkında aşırıya kaçmak haramdır.

Dolayısıyla her kim, onun, Allah'ın meşietine bağlı olmadan kendisini haşepten koruyacağına veya fayda ve zarar vereceğini iddia ederse müşrik olur.


[El-Bidaye Ve'n Nihaye,14/171-172]


Görüldüğü üzere İbn-i Kesir(rh) bazı kimselerin ölü hakkında fayda ve zarar verdiğine itikad ettiklerini, o ölünün kendilerini  koruduğuna itikad ettiklerini ve onu ve kabrini çokça tazim ettiklerini haber verir. Ve bu inancın ve amellerin kesinlikle caiz olmadığını kişiyi şirke ve küfre sürükleyecek bir inanç olduğunu söylemiş. Fakat bunun şirk olmasını "her kim Allah'ın İZNİNİN DIŞINDA onların fayda ve zarar verdiğine inanırsa müşrik olur demiştir. Yani sırf böyle inanıp onu tazim etmelerini haram görmüş ama bunun şirk olması için Allah'ın izni olmadan fayda ve zarar vereceklerine inanmaları gerektiğini söylemiş. İşte zaten bütün mesele buradadır. Bir ölünün veya dirinin veya kendisinde hiç bir güç olmayan taşın güneşin vs. Aklınıza ne gelirse,bunlardan her birinin fayda ve zarar verdiğine inanmak mücerret şirk değildir. Eğer delili var ise caiz, delili yok ise bidattır. Bundan öteye gitmez. Şirk olmasi için Allah'ın izninin dışında fayda ve zarar vereceğine inanmaları gerekir. Allah azze ve Celle müşrikleri tarif ederken "onlar, kendilerine fayda ve zarar vermeyeceği şeylere ibadet ediyorlar" ayetini haber vermesini bazıları şu şekilde yanlış anlıyor:"bunun şirk olmasının sebebi bunların fayda ve zarar vermeye gücü olmayıp, müşriklerin o putların fayda ve zarar vereceğine inanmaları dır" hayır illet bu değildir. Yani eğer şirk olmasının illeti fayda ve zarar vermemeleri olsa fayda ve zarar verseler yaptıkları şirk olmamış mı olacak!! Mesela Hz Ali'yi henüz hayatteyken onu ilah edinen kimseler vardı.Hz Ali hayatta olduğu için fayda ve zarar verebiliyor. Peki Hz Aliyi   nasıl ilah edinmiş oldular ki? İşte bazı kimselerin anlamadığı yer budur. Allah hiçbir yerde şirk olmasının illetini onların fayda ve zarar verememelerine bağlamıyor. Sadece İlah edinmiş olduğu şeylerin fayda ve zarar vermediklerini söylüyor. Yani diyor ki "kendisine faydası ve zararı olmayan bir taş parçası mı ilah olacak?" Bu mesele gerçekten anlaşılması gereken bir meseledir. Ehl-i sünnet Âlimlerimiz de zaten birşeyin mucerred fayda ve zarar verdiğine inanmayı şirk görmemişler.Bilakis Allah'ın dışında birşeyin fayda ve zarar vermesine inanmayı şirk görmüşlerdir.

 

 

Onunda örneğini vereyim: Peygamber sav şöyle buyurmuştur: 

Rabbinizin ne dediğini biliyor musunuz?Dediler ki:Allah ve Resulü daha iyi bilir.(Nebi sav) Dedi ki: Rabbiniz şöyle dedi : "Benim kullarımdan bana kafir ve mümin olarak sabahlayanlar oldu.Allahın rahmeti ve bereketi ile yağmurlandık diyenler bana mümin yıldıza ise kafir ölmüştür. Fakat şu yıldızla/yıldızın düşmesi ile yağmurlandık diyenler bana kafir yıldıza mümindir.

 

 

 

Peygamber sav. burada bazı kimselerin yıldız/yıldızın düşmesi ile yağmurlandığını inandığını söylüyor yani bu kimseler yıldızın fayda verdiğine inanıyor. Şimdi bakalım ehli sünnet âlimleri bu hadis hakkında ne diyorlar.

 

 

Selef alimlerin'den olan  İmam Ebu Ubeyd Kasım bin Sellam(rh) kişiyi dinden çıkarmayan küfürleri sayarken şöyle söylüyor: 


ومن النوع الذي في تسمية الكفر: قول النبي صلى الله عليه وسلم حين مطروا، فقال: "أتدرون ما قال ربكم؟ قال: أصبح من عبادي مؤمن وكافر، فأما الذي يقول: مطرنا بنجم كذا وكذا كافر بي  مؤمن بالكوكب، والذي يقول هذا رزق الله ورحمته مؤمن بي وكافر بالكوكب.

Yağmur yağdığı zaman peygamber sav'in şu sözüde:"Rabbinizin ne dediğini biliyormusunuz? Dedi ki(Allah):Benim kullarımdan kafir ve mümin olarak sabahlayanlar oldu. Şu yıldız ile yağmurlandık diyenler bana kafir yıldıza mümin olmuştur.Bu Allah'ın rızkı ve rahmeti diyenler bana mümin yıldıza kafir olmuştur." Küfür ismi olarak isimlendirilen çeşittendir.(Küfür olarak isimlendirilip dinden çıkarmayan) 


[El-İman,37]


Burada imam Ebu Ubeyd Kasım bin sellam bunun küçük küfür olduğunu söylemiştir. Fakat bu hadiste ki bahsi geçenler yıldızın fayda verdiğine inanmaktır. Buna büyük küfür değilde küçük küfür demesi Müslümanlar bunu deseler bile o yıldızı bir sebep olarak bilmelerindendir. Yoksa Allah'ın dışında yıldızı yağmur yağdıran olarak görmezler.

 

 

Keza gene imam İbn-i batta(rh) dinden çıkarmayan küfür olarak bab başlığı açmış olduğu yerde bu hadisi zikrederek bu hadisenin küçük küfür olduğuna vurgu yapmıştır.

[İbanetu'l Kubra,2/748]

 

 

Keza gene imam İbn-i Ebi Zemenin(rh) küçük küfür bab başlığı altında şöyle söyler: 


ومن ذلك قوله عليه الصلاة والسلام: إن الله ليصبح القوم بالنعمة أو يمسيهم بها، ثم يصبح قوم بها كافرين يقولون مطرنا بنوء كذا وكذا.

Sav'in:"Allah bir kavmi nimeti ile sabaha sokar veya akşama sokar,sonra insanlar o nimete karşı kafir olurlar ve biz şu yıldızla yağmurlandık derler."sözü'de bundandır(küçük küfürdendir).


[Usul-u's Sünne,242]

 

 

Hafız İbn-i Abdi'l Ber(rh) bu hadis hakkında şöyle söylemektedir: 

 

وأما قوله صلى الله عليه وسلم حاكيا عن الله عز وجل أصبح من عبادي مؤمن بي وكافر فمعناه عندي على وجهين 
(أحدهما) أن القائل مطرنا بنوء كذا أي بسقوط نجم كذا أو بطلوع نجم كذا إن كان يعتقد أن النوء هو المنزل للمطر والخالق له والمنشئ للسحاب من دون الله فهذا كافر كفرا صريحا ينقل عن الملة وإن كان من أهلها استتيب فإن رجع إلى ذلك إلى الإيمان بالله وحده وإلا قتل إلى النار 
وإن كان أراد أن الله عز وجل جعل النوء علامة للمطر ووقتا له وسببا من أسبابه كما تحيى بالأرض الماء بعد موتها وينبت به الزرع ويفعل به ما يشاء من خليفته فهذا مؤمن لا كافر.

Peygamber sav'in allah azze ve celle'den hikaye etmiş olduğu"Benim kullarımdan bazıları kafir bazıları mümin olarak sabahlar"sözünün manası benim yanımda iki vecihtir:

1.Bir kimse biz şu yıldızla, şu yıldızın düşmesi ile veya şu yıldızın doğmasıyla yağmurlandık dediği vakit o yıldızın Allah'ın dışında yağmuru yağdırdığına yarattığına inanırsa dinden çıkarıcı açık bir küfür ile kafir olur.eger müslüman ise tövbeye çağrılır.Eger Allah'a imana tekrar dönerse ne âlâ aksi halde öldürülür. 

2.Fakat Allah'ın o yıldızı yağmura bir alamet,vakit veya sebeplerden bir sebep kıldığına inanırsa tıpkı -Allah'ın yeri verimsiz olduktan sonra tekrar su ile canlandırıp onunla kullarından dilediğine istediğini yapması gibi- bu durumda o kimse mümindir kafir değil. 


[El-İstizkar,2/437]


Görüldüğü üzere hafız İbn-i Abdi'l Ber burada bu durumun küfür olmasını yıldızın Allah'ın dışında yani allahtan bağımsız bir şekilde yağmur yağdırmasına inanmakla olduğunu söylüyor.

 

 

Son olarak bu hadisle alakalı İbn-i Recep El-Hanbeli(rh) şöyle söyler: 

فإضافة نزول الغيث إلى الأنواء إن اعتقد أن الأنواء هي الفاعلة لذلك المدبرة له دون الله فقد كفر بالله وأشرك به كفرا ينقله عن ملة الإسلام ويصير بذلك مرتدا حكمه حكم المرتدين عن الإسلام إن كان قبل ذلك مسلما وإن لم يعتقد ذلك فظاهر الحديث يدل على أنه كفر نعمة الله

İbn Receb el-Hanbeli (رحمه الله) dedi ki:

"Yağmur yağmasını yıldızlara izafe etmeye gelince ; Eğer bu kimse bu yıldızların buna (yağmurun yağmasına hakiki) fail (ve te'sir eden) olduğuna, Allah'ın (izni) dışında onu tedbir eden olduğuna itikad ederse, o Allah'a kafir olmuş ve İslam milletinden (dininden) çıkaran bir küfürle Ona şirk koşmuştur. Bu kimse bununla (bu itikadla) mürted olur, onun hükmü eğer daha önce müslüman olan bir kimseyse, İslam'dan irtidad eden mürtedlerin hükmü gibidir. (Lakin) Eğer böyle itikad etmezse (bunu bu itikad olmaksızın yıldıza izafe ederse), hadisin zahiri bu kimsenin (kafir olmadığına ve) Allah'ın ni'metine nankörlük ettiğine delalet eder"

 

Feth'ul-Bari, li'bn Receb 9.cilt syf 260

 

 

Aslında bu konu ile alakalı daha çok örnek verilebilir.Cok nakil yapılabilir. Fakat bu risaleyi çok uzun tutar. Bu âlimlerin sadece bu hadis değil buna benzer diğer hadislerle alakalı da görüşleri aynıdır.Kahine giden kafir olur,Muska şirktir vs.tarzinda ki hadisler hakkında da menhecleri böyledir. 

Yani kısacası bakıldığı zaman ehl-i sünnet âlimleri herhangi birşeyin fayda ve zarar vermesinin şirk olmasini Allah'tan bağımsız fayda ve zarar vermeye İtikad etmek ile kayıtlamışlardır.

 

 

Biz gene istiğase hakkında ki nakillere devam edelim.


İbn-i kayyım(rh) Kadi Ebu Yaâla(rh)'dan şöyle bir nakilde bulunur: 


سئل القاضي عن مسائل عديدة وردت عليه من مكة وكان منها: 
- ما تقول في قول الإنسان إذا عثر: (محمد أو علي) ؟ فقال: إن قصد الاستعانة فهو مخطىء لأن الغوث من الله تعالى فقال وهما ميتان فلا يصح الغوث منهما ولأنه يجب تقديم الله على غيره". 


Kadi'ye Mekke'den gelen bazı sorular yöneltildi.Onlardan biri ise söyledir: 

Bir insan, ayağı kaydığı zaman Muhammed veya Ali diye seslenmesi hakkında ne diyorsun? 

(Kadı)Dedi ki:Eğer bununla istiâne(yardım)'ı kastettiyse bu kimse muhtiîdir(hatalıdır)Ve(kadı)dedi ki: çünkü o ikiside ölüdür.onlardan yardım istemek sahih olmaz.Çünkü Allah'ı diğerlerine takdim etmek gerekir. 


[Bedaiu'l Fevaid,4/40]


Burada görüldüğü gibi kadı Ebu Yaâla ölülerden yardım isteme hükmü hakkında sadece bu kimse muhtiîdir yani hatalıdır demiştir.Buna ne şirk demiş ne küfür demiştir.

 Eğer dense ki: Bir kimse şirk işlese de o kimseye hatalı denebilir? Nitekim Allah azze ve Celle kâfirlere hatalıdır demiştir? Kadı Ebu Yaâla burada hatalı derken müşrik demeyi kastetmiş olabilir?

Deriz ki: Arapça da hatalı ifadesini ifade eden iki kelime vardır. Birincisi خاطئ ifadesi diğeri ise مخطئ ifadesidir. خاطئ ifadesi her türlü hatayı yapan kimseye denilebilir. İster kafir olsun ister fasık olsun veya bidatçı olsun.Bunlara خاطئ demek Arap dili açısından uygundur. Nitekim Allah azze ve Celle kâfirlerin hata yaptığını ifade ederken خاطئ ifadesini kullanır. Fakat مخطئ ifadesi böyle değildir. Bir kâfire Müşriğe fasığa asla مخطئ denmez. مخطئ ifadesi bir kişinin yanlışlık veya hata yaptığı anlamındadır.Ama bu ibare bir Müşriğe veya kâfire asla kullanılamaz. Bu iki kelime arasında ki farkı anlamak isteyen araştırıp bulabilir. Kadı Ebu Yaâla ise burada istiğase yapan kimseler مخطئ demiştir. Yani bununla bunun küfür veya şirk olduğunu kastetmesi mümkün değildir.

 

 

Keza gene İmam Hasan El-Benna(rh) şöyle söylemektedir: 


وزيارة القبور أياً كانت مشروعة بالكيفية المأثورة، ولكن الاستعانة بالمقبورين أياً كانوا ، وندائهم لذلك، وطلب قضاء الحاجات منهم عن قرب ، أو بعد، والنذر لهم ، وتشييد القبور ، وسترها، وإضاءتها، والتمسح بها، والحلف بغير الله ، وما يلحق بذلك من المبتدعات ،

كبائر تجب محاربتها ولا نتأول لهذه الأعمال

 

Mezar ziyaretleri, ne olursa olsun, rivayet edilen şekilde yapılması caizdir. Ancak, ölülerden yardım istemek, onları çağırmak, ihtiyaçları onlardan istemek, yakın ya da uzak mesafeden onlardan yardım dilemek, onlara adaklar adamak, mezarları inşa etmek, örtmek, ışıklandırmak, onlara dokunmak, Allah dışında birine yemin etmek ve buna benzer  bidatlar büyük günahlardandır ve bunlarla savaşılması gerekir; bu tür eylemler için herhangi bir hoş görü de yapılmaz."


[Usulu'l İşriin]


Görüldüğü üzere Hasan El-Benna rh istiğase ve benzeri amellerin yapılmasını şiddetle eleştirmiş asla caiz görmemiş fakat bunu şirk veya küfür değilde büyük günahlardan olduğunu söylemiştir.

 

 

Keza gene hem Hanbeli alimi olan hemde akide'de selefi olan İmam Seffarini(rh)kendi kitabında şöyle söylemektedir: 

ولقد كنت قلت في هذا المعنى مستغيثا بالنبي - صلى الله عليه وسلم - من هول ذلك، وأشكو له من أسباب تلك المهالك:


إليك أشكو رسول الله من وجلي ... نأى شبابي سدى واحتاط بي أجلي 


Ve bu anlamda,o korkunç durumdan ötürü peygamber sav'e istiğase yaparak,ve felaketlere yol açan sebepleri peygamber sav'e şikayet ederek şöyle demiştim:


Ya rasulallah korkumu sana şikayet ediyorum-gençliğim boşa geçti ve ölümüm bana yaklaşıyor.


Bir sayfa sonrasında ise şunları söylemektedir: 


يا سيدي يا رسول الله خذ بيدي ... إني أتيت بلا علم ولا عمل 

Ya efendim Ya rasulallah elimi tut-ben ilimsiz ve amelsiz geldim 


[El-Buhur-u'z Zahire Fi Ulum'il Ahire,2/794] 

 

Görüldüğü üzere imam Seffarini rh açık bir şekilde peygamber sav ile istiğase yapmıştır fakat biz bu imamı tekfir eden kimse görmedik.

 

 

Hanbeli mezhebinde müftü olan İmam Buhuti(rh) hac babında peygamber sav'in kabrini ziyaret ederken ki adaplardan bahsederken şöyle söylüyor: 


وقد جئتك مستغفراً من ذنبي

مستشفعاً بك إلى ربي فاشفع لي يا شفيع الأمة 


(Peygamber sav'e hitaben) Seni Rabbime şefaatçı kılarak ve günahlarımdan af dileyerekten sana geldim.Ey ümmetin şefaatçısı bana şefaat et.


[Buğyetu'n Nasik Fi Ahkami'l Menasik,125] 


Burada görüldüğü gibi imam buhuti rh peygamber sav'den şefaat istemektedir. Bazı kimseler buna direk şirk demeseler de buna şirk diyenlerde çokça vardır.

 

Müfessir Alusi(rh) şunları söyler: 

 

مثل يا سيدي فلان أغثني، وليس ذلك من التوسل المباح في شيء، واللائق بحال المؤمن عدم التفوه بذلك وأن لا يحوم حول حماه، وقد عده أناس من العلماء شركا وأن لا يكنه، فهو قريب منه.


"Ey efendim falan bana yardım et" gibi.Bu asla mübah olan tevessül çeşidin'den değildir.Mümin'in haline laik olan bu gibi şeyleri ağzına almaması ve etrafında dönmemesidir.Alimlerden bazı insanlar bunu şirk saymışlardır.Her ne kadar şirk olmasada şirke yakındır. 

 

[Tefsiru'l Alusi,3/298]


Görüldüğü üzere imam alusi (rh) istiğasenin asla caiz olmadığını fakat şirk değilde en fazla şirke yakın kötü bir amel olduğunu söyledi.

 

 

İkici şüphe ise şöyledir: 

Peygamber sav duaya ibadet demiştir. Eğer dua ibadet ise o zaman Allah'tan başkasına edilen dua ibadet olmuş olur.Allahtan başkasına ibadet ise büyük şirktir.


Cevap: Öncelikle şunun bilinmesinde fayda var.Allah azze ve celle'ye yapılan bir amelin ibadet olması,mucerred olarak o ameli başkasına yapmanın ibadet olmasını gerektirmez. Mesela şöyle bir örnek vereyim: Yemin Allah'a yapıldığı zaman tazim'i ifade ettiği için bizim Allah'a yemin etmemiz Allah'a yaptığımız bir ibadettir. Fakat bu, Allah'a yapıldığı zaman ibadet olması,bu ameli başkasına yaptığımız zaman zorunlu olarak ona ibadet ettiğimizi gösterir mi? Tabi ki hayır. Yani Allah'a yemin ederken bu ibadet olur fakat Allah'tan başkasına yapılan yemin o kişiye ibadet edildiği anlamına gelmez. Fakat sadece Allah'a amelde bir şirk koşulmuş olunur ki,amelde olan şirk küçük şirk olarak adlandırılır. Allah'a yapılan itaatte bir ibadettir.Ve itaatte sadece Allah'ı birlememiz gerekir. Fakat Allah'dan baskına yapılan itaat her durumda o kişiye ibadet etmeyi gerektirmez.Mesela Allah bize içki içmeyin demiş. Biz içki içmediğimiz zaman Allah itaat etmiş oluruz ve ona ibadet etmiş oluruz.Fakat biri bize içki iç derse bizde o kişiye itaat edip içki içersek biz Allah'tan başkasına ibadet mi etmiş oluruz? Elbette ki hayır. Fakat amelde Allah'tan başkasına itaat ettiğimiz için bu amelde şirk olur.Amelde şirk ise küçük şirktir.Onu büyük şirk yapan şey ise itikaddır.Mesela bir kimse Allah'tan başkasına itaat etse Allah şirk koşmuş olur.Eger bu itaat sadece amelde kalırsa küçük şirk olur. Yani haram olur. Fakat bir kimse amelde kalmayıp birde itikadda itiaat ederse,mesela adamın biri ona içki iç dediği zaman, içki içmenin doğru olmasında yani itikadda ona itaat etse işte bu büyük şirk olur.Cunku haram ve helal belirlemek yalnızca Allah'ın rububiyetine has bir durumdur. Bir kimse böyle bir durumda Allah'tan başkasına helal ve haram koyma bakımından itaat ederse itikatta itaat olur ki bu büyük şirk olur. Riyanın da küçük şirk olmasının sebebi budur. Mesela bir kimse namaz kılarken riya yaparsa bu kimsenin yaptığı şirktir.Sebebi ise şudur: Bir kimse ibadet ederken yalnızca Allah için yapması gerekir yalnızca Allah'ın rızası için yapması gerekir.Yani ibadet ederken razı etmede yalnızca Allah'ı birlemesi gerekir.Bir kimse namaz kılarken,başka bir adam onu görsün ve ne kadar güzel namaz kılıyor desin diye namaz kılarsa,o kimse bu namazı sadece Allah için kılması gerekirken başkasının rızasını veya başkası onu görsün diye namaz kıldığı için Allah'a ortak koşmuş olur.Fakat bu şirk sadece amel de kaldığı için razı etmeye çalıştığı adama uluhiyetten bir özellik yüklemediği için adamın yaptığı bu şirk amelde şirk yani küçük şirk olur. O yüzden biz bu ameli Allah'a yaptığımız zaman ibadet ise bunu Allah'tan başkasına yapmak büyük şirktir demek yanlıştır. Çünkü öyle dersek küçük şirk kalmamış olur. Fakat doğrusu şöyledir:Sadece Allah'a yapılması gereken bir amel Allah'tan başkasına yapılırsa bu şirktir.Fakat yerine göre küçük şirk yerine göre büyük şirktir.Eger bu kimse sadece amelde şirk koşup amelde bulunmuş olduğu kimseye uluhiyet'ten bir cüz vermez ise bu küçük şirk olur fakat bu amel ile birlikte birde Allah'tan başkasına uluhiyetten bir cüz verirse o zaman büyük şirk olur.Mesela düşünün; Allah'tan başkasına yemin etmek,secde etmek,itaat etmek,veya Allah'tan başkasının yolunda savaşmak vs.Bu amellerin her biri Allah'a yapıldığı zaman ibadettir. Fakat bu ameller Allah'tan başkasına yapıldığı zaman ibadet sayılmaz. İşte ondan ötürü ehli sünnet âlimleri Allah'tan baskına yemin etmeyi küçük şirk görmüşler.Veya mucerred secdeyi küfür görmemişler. Veya Allah'tan başkası yolunda savaşmayı küfür görmemişler.Mesela bir adam şöhret için savaşsa bu kimse günahkar olur fakat müşrik olmaz. İşte bakınız tam bundan ötürü selef âlimlerimizden biri olan İmam Mervezi(rh) şöyle söylemektedir:


الشرك شركان شرك في التوحيد ينقل عن الملة، وشرك في العمل لا ينقل عن الملة وهو الرياء، قال الله جل وعز: {فمن كان يرجو لقاء ربه فليعمل عملا صالحا ولا يشرك بعبادة ربه أحدا}.

 

Şirk iki kısımdır. Tevhidde olan şirk ki bu dinden çıkarır.Amelde olan şirk ise dinden çıkarmaz,oda riyadır. Allah azze ve celle dedi ki:{Kim rabbi ile buluşmayı umuyorsa salih amel işlesin ibadetinde rabbine kimseyi ortak koşmasın}


[Ta'zim-u Kadr-i's Salât,2/526]

 

 

 

Bakınız, görüldüğü üzere imam Mervezi rh burada şirki, büyük şirk ve küçük şirk olmak üzere iki kısma ayırdı.Büyük şirkin tevhidde olduğunu, yani  Allah'tan başkasına uluhiyet özelliği verme olarak Küçük şirki ise amel'de şirk olarak,yani Allah'a yapılması gereken bir ameli Allah'tan başkasına yapma olarak kayıtladı.Sonra da bunun riya olduğunu söyledi. Çünkü riya bir ameli yaparken Allah için değil, başkası için yapılmasına denir.

 

 

O yüzden bir kimsenin Allah'tan başkasına ibadet etmesi ,sadece Allah'a yapılan bir ameli Allah'tan başkasına yapmasıyla olmaz.Bu amelle birlikte birde Allah'tan başkasının ilah olduğuna inanırsa veya ilah demeyip o kimseye Allah'ın uluhiyetine has bazı özellikler verirse, işte o zaman Allah'tan başkasına ibadet etmiş olur.

 

 

 

Mesela İbn-i Kayyım rh birşeyin şirk olması için belli başlı şartlar yazdığı ve bu şartlar yok olunca şirkin de yok olacağı ile alakalı şunları söylemektedir:



{قل ادعوا الذين زعمتم من دون الله لا يملكون مثقال ذرة في السماوات ولا في الأرض وما لهم فيهما من شرك وما له منهم من ظهير (٢٢) ولا تنفع الشفاعة عنده إلا لمن أذن له حتى إذا فزع عن قلوبهم قالوا ماذا قال ربكم قالوا الحق وهو العلي الكبير} [سبأ: ٢٢ - ٢٣].
فتأمل كيف  أخذت هذه الآية على المشركين مجامع (٣) الطرق التي دخلوا منها إلى الشرك، وسدتها عليهم أحكم سد وأبلغه! فإن العابد إنما يتعلق بالمعبود لما يرجو من نفعه، وإلا فلو لم يرج منه منفعة لم يتعلق قلبه به (٤)، وحينئذ فلا بد أن يكون المعبود مالكا للأسباب التي ينفع بها عابده أو شريكا لمالكها، أو ظهيرا ووزيرا ومعاونا (٥) له، أو وجيها ذا حرمة وقدر يشفع عنده. فإذا انتفت هذه الأمور الأربعة من كل وجه وبطلت انتفت أسباب الشرك وانقطعت مواده. فنفى سبحانه عن آلهتهم أن تملك مثقال ذرة في السماوات والأرض. فقد يقول المشرك: هي شريكة لمالك (١) الحق، فنفى شركتها له. فيقول المشرك: قد تكون ظهيرا ووزيرا ومعاونين (٢)، فقال: {وما له منهم من ظهير} فلم يبق إلا الشفاعة، فنفاها عن آلهتهم، وأخبر أنه لا يشفع عنده أحد إلا بإذنه فهو الذي يأذن للشافع.



{De ki Allah'ın dışında(ilah) zannettiklerinizi çağırın,onlar zerre miskalince yerde ve gökte mülk sahibi olamazlar.Onlar'ın herhangi o ikisinde(mülk olarak gökte ve yerde) ortaklığıda yoktur.Ve onun(Allah'ın) yardımcısı da değillerdir. Allah’ın huzurunda, O’nun izin verdiği kişi hakkında ve yine O’nun izin verdiği kişi tarafından yapılmadıkça şefaat de hiçbir fayda vermez. Nihâyet şefaat izni çıkıp da kalplerindeki korku ve dehşet giderildiği zaman şefaat bekleyenler, şefaat edeceklere: “Rabbiniz ne buyurdu?” diye sorarlar. Onlar da: “Gerçeği buyurdu” diye cevap verirler. Allah, pek yüce, çok büyüktür.}

Şimdi dikkatlice düşün, bu ayetin nasıl da müşriklerin şirke düştükleri tüm yolları kapatıp, onlara en sağlam ve en etkili engelleri getirdiğini göreceksin! Çünkü bir kişi, ancak fayda umduğu için taptığına yönelir. Eğer ondan bir fayda beklemeseydi, kalbi ona yönelmezdi. O zaman, ibadet edilenin, kendisini faydalandıracak sebeplerin kendisinin mülkünde olması , ya da o sebeplerin sahibiyle(allahla)ortak olması, ya da bir yardımcı, vezir veya ona(Allah'a)destek veren biri olması ya da itibarı yüksek, saygın bir kişi olup şefaatçi olması gerekir. Bu dört unsurun her birinin geçersiz kılınması ve ortadan kaldırılmasıyla şirkin sebepleri de sona erer ve tüm maddeleri kesilir. Bu nedenle Allah, ilahlarının ne göklerde ne de yerde zerre kadar bir şeye sahip olduklarını bildirdi.Müşrik, 'O zaman bu varlıklar, Hakkın sahibiyle(Allah ile)ortak olabilirler' diyebilir. Bunun üzerine,(Allah) bu ortaklıkları da reddetti. Müşrik, 'Belki(Allah'a)bir yardımcı, vezir ve destekçi olabilirler' diyebilir, ama Allah, 'O’na hiçbir yardımda bulunamazlar' diyerek bu ihtimali de ortadan kaldırdı. Son olarak, şefaat olasılığı kaldı. Ama şefaatin de  yalnızca Allah’ın izin vermesi ile geçerli olduğunu bildirdi. O, şefaatçiye izin veren tek otoritedir.


[Es'Sevaiku'l Mursele,1/230]

 

 

İbn-i kayyım rh burada birine ibadet etmenin veya birşeyin şirk olmasının sadece şu dört yol ile olacağını ve bu dört tane sebep ortadan kalktığı zaman, şirkin de ortadan kalkacağını belirtmiştir. 

1.sebep:Bir kimsenin belli sebeplerin maliği yani onun mülkünde olduğuna inanması.

2.sebep:O sebeplerin sahibi ile yani Allah ile haşa ortak olduğuna inanması.

3.Sebep:Bir kimsenin haşa Allah'a yardimci olduğuna,kralın veziri misali,Allah'ın bir veziri,Allah'ın işlerini yönetmesinde bir yardımcısı olduğuna inanması. 

4.Allahin izni olmadan kendisine şefaat edilecek birinin olduğuna inanması. 

 

İbn-i Kayyım(rh) bu sayılan her dört sebebin ortadan kalktığı takdirde şirkin kalkacağını belirtmiştir. Ve dikkat edin, İbn-i kayyım'ın bu saydığı her  dört sebep de uluhiyette has bir özellik. Yani her kim bu dört sebepten birinin başkasında var olduğuna inanırsa işte o kimseye uluhiyet'ten bir cüz vermiş olur ve böylelikle müşrik olur. 

O zaman bir kimse herhangi bir şeyhten istiğase yapsa fakat istiğase yapmış olduğu şeyhin ne herhangi bir sebebin maliği olduğuna inansa,ne o sebeplerin mülkünde Allah ile ortak olduğuna inansa,ne o kimsenin Allah'ın yardımcısı olduğuna inansa ne de Allah'ın izni olmadan şefaat etmesine inansa,sadece o kimseyi Allah'ın vesilelerinden herhangi bir vesile görmekten öteye gitmez ise, bu istiğase, İbn-i kayyım'ın yapmış olduğu şirk tanımına göre nasıl şirk olabilir? 

 

 

Bazı kimseler İbn-i kayyım'ın istiğaseye büyük şirk dediğini ifade eden şüpheler getirebilirler. Ben İbn-i teymiyye(rh)'ın istiğase ile alakalı menheci hakkında müstakil bir risale yazdım. İbn-i kayyım ve İbn-i teymiyye'nin istiğase menheci bir olduğu için,orada herşeyi anlattım. O yüzden burada tekrar etmek istemedim.

 

 

Şimdi ise Allah'a yapıldığı zaman ibadet olan,fakat o amel Allah'tan başkasına yapıldığı zaman,her durumda ibadet sayılmayan bir kaç tane amel'e örnek verelim. 

Birincisi secde. Secde Allah'a yaptığımız en büyük ibadettir. Fakat Allah'tan başkasına yapılan secde zorunlu olarak o kişiye ibadet edildiği anlamına gelmez. Mesela Melekler Adem as'a secde ettiler.Fakat bu, meleklerin adem as'a ibadet ettiği anlamına gelmez. Keza Yakub as Yusuf as'a secde etti.Fakat buda ibadet anlamına gelmez.Keza Muaz ra peygamber sav'e secde etmek istediği zaman bu,ona ibadet etmek istediği anlamına gelmez.Aksi halde peygamber sav Muaz ra'yu tekfir ederdi.Fakat bu amelin aynısı Allah'a yapıldığı zaman ibadet sayılır.Burda ki ölçü ise şudur. Bir kimse birine secde edip,ibadeti kastederse yani karşısında ki kişiyi ilah görüp veya uluhiyetten bir cüz verirse yaptığı ibadet olur. Fakat o kimseye ibadet niyeti ile secde etmez ise,yani  karşısındakini ilah görmez ve uluhiyetten bir cüz vermez ise bu ibadet olmaz.Biz Allah'a secde ettiğimiz zaman bunun ibadet olması,Allah'ı ilah olarak gördüğümüz içindir. Muaz as'ın peygamber sav'e secde etmek istediği zaman bunun ona ibadet etmek istediği anlamına gelmemesinin sebebi ise peygamber sav'i ilah olarak görmemesinden ötürüdür. İşte sadece bu örnekten bile anlaşılıyor ki Allah'a yapıldığı zaman ibadet sayılan bir amel, Allah'tan başkasına yapıldığı zaman, o amelin zorunlu olarak Allah'tan başkasına ibadet olduğu anlamına gelmez. O yüzden Allah'a yapılan istiğase ibadettir deyip Allah'tan başkasına istiğase yapan zorunlu olarak ona ibadet etmiş olur demek yanlıştır. 

Mesela İmam İbn-i Teymiyye rh secde ile alakalı şunları söyler:

 

فكيف يقال يلزم من السجود لشيء عبادته؟ وقد قال النبي صلى الله عليه وسلم. {ولو كنت آمرا أحدا أن يسجد لأحد لأمرت المرأة أن تسجد لزوجها} لعظم حقه عليها ومعلوم أنه لم يقل: لو كنت آمرا أحدا أن يعبد. 

Birşeye secde etmek ona ibadet etmeyi gerektirir sözü nasıl söylenir ki? Nebi sav şöyle demiştir: "Ben bir kimsenin bir kimseye secde etmesini emretseydim, Kadın'ın kocasına secde etmesini emrederdim."Ve malumdur ki peygamber sav"sizden birinizin diğerine ibadet etmesini emretseydim" dememiştir. 


[Mecmuu'l Fetava,4/360]

 

Görüldüğü gibi İbn-i teymiyye birşeye secde etmek ona ibadet etmeyi gerektirmez diyor. Halbuki Allah'a secde ibadettir.


Keza şunları söyler:


ولا يجوز السجود لغير الله من الأحياء والأموات ولا تقبيل القبور ويعزر فاعله.


Ölü olsun diri olsun Allah'tan başkasına secde, kabirleri öpmek caiz değildir.Bunları yapan tâzir cezasına çarptırılır.


[Mecmuu'l Fetava,4/16]

 

İbn-i teymiyye burada Allah'tan başkasına secde eden kimsenin cezasının tâzir olduğunu söyledi.Malumdur ki bu şirk veya küfür olsaydı tâzir cezası demezdi.


Gene şunları söyler:


سئل - رحمه الله -: 
عمن يبوس الأرض دائما هل يأثم؟ وعمن يفعل ذلك لسبب أخذ رزق وهو مكره كذلك؟ 
فأجاب: أما تقبيل الأرض ورفع الرأس ونحو ذلك مما فيه السجود مما يفعل قدام بعض الشيوخ وبعض الملوك: فلا يجوز؛ بل لا يجوز الانحناء كالركوع أيضا.


(İbn-i teymiyye rh)'a sürekli yeri öpen kimseden soruldu,ikrahlık durumu olup bunu herhangi bir rızık alma sebebi ile yapan kimselerden soruldu?

(İbni teymiyye rh)Cevap verdi:Yeri öpmek,kafayı kaldırmak gibi içerisinde şeyhlerin ve kralların önünde yapılan secde caiz değildir.Hatta rükû gibi eğilmekte caiz değildir.


[Mecmuu'l Fetava,1/372]


Bu nakli yapmamda ki sebep şudur. Bazı kimseler Allah'tan başkasına secde yapmayi her durumda küfür görürler. Secde lafzı ile gelen kelimenin de eğilmek olduğunu söylerler. Yoksa bildiğimiz secde değildir derler.

Burada İbn-i teymiyye önce secde'nin caiz olmadığını söyledi ve sonra rükû gibi eğilmenin de caiz olmadığını söyledi.Yani bu nakil  İbn-i teymiyye'nin  secde derken eğilmeyi değil de bildiğimiz secde'yi kastettiğini gösteriyor.Cunku nakilde secde ile rükû gibi eğilmeyi birbirinden ayırıyor.

 

 

Keza İmam Zehebi(rh)secde ile alakalı şunları söyler:


ألا ترى الصحابة في فرط حبهم للنبي صلى الله عليه وسلم، قالوا: ألا نسجد لك؟ فقال: «لا» فلو أذن لهم لسجدوا له سجود إجلال وتوقير، لا سجود المسلم لقبر النبي صلى الله عليه وسلم على سبيل التعظيم والتبجيل لا يكفر به أصلا، بل يكون عاصيا فليعرف أن هذا منهي عنه.


Görmez misin ki,Sahabe,peygamber sav'i çok sevdiği için ona "sana secde etmeyelim mi?" dedi. (Peygamber sav) dedi ki: Hayır! Peygamber sav onlara izin verseydi,sahabe peygambere (ibadet değilde) saygı secdesi yapacaklardı.Bir müslüman'nın peygamber sav'in kabrine yaptığı secde(ibadet anlamında ki)Tâzim secdesi değildir. Bununla asla kafir olmaz!Bilakis günahkar olur.Ve bunun günah olduğu öğretilir.


[Mûcem-u'ş Şuyuhu'l Kebir,1/73-74]

 

 

İmam Nevevi(rh) secde ile alakalı şunları söyler: 


وليس من هذا ما يفعله كثير من الجهلة من السجود بين يدي المشايخ بل ذلك حرام قطعا بكل حال سواء كان إلى القبلة أو غيرها وسواء قصد السجود لله تعالى أو غفل وفي بعض صوره ما يقتضي الكفر أو يقاربه.

Cahiller'in şeyhlerin önünde yapmış olduğu secde bundan değildir.Bilakis bu,ister Allah'a secde'yi kastetsin veya kastetmesin,ister kıbleye yonelsin ister yönelmesin,her durumda,kesinlikle haramdır. Bu Bazı durumlarda küfrü gerektir bazende küfre yakın olur. 


[Mecmuù Şerhu'l Muhezzeb,4/69]


Görüldüğü üzere imam Nevevi rh Allah'tan başkasına yapılan secde'nin her durum da değilde bazı durumlarda küfrü gerektireceğini söylemiştir. Buda,secdenin mücerret olarak birine ibadet etmeyi gerektirdiğini iptal eder.

 

 

İmam Ebu'l Muzaffer Es'Semâni (rh) Yakub as'ın Yusuf as'a yapmış olduğu secde hakkında şöyle söyler: 


فإن قال قائل: كيف جاز السجود لغير الله؟ وإذا جاز السجود لغير الله فلم لا تجوز العبادة لغير الله؟ والجواب: أن العبادة نهاية التعظيم، ونهاية التعظيم لا تجوز إلا لله؛ وأما السجود: نوع تذلل وخضوع بوضع الخد على الأرض وهو دون العبادة، فلم يمتنع جوازه للبشر كالانحناء. 
 


Bir kimse dese ki: Allah'dan başkasına secde yapmak nasıl caiz olur?Eğer Allah'tan başkasına secde caiz olursa, Allah'tan başkasına ibadet niye caiz olmasın?

Cevap: İbadet,Tâzimin en son noktasıdır.Tâzimin en son noktası ise Allah'tan başkasına caiz değildir.Fakat secde ise yanağı(kafayı) yere koymak suretiyle birine boyun eğmenin bir çeşididir.İbadet değildir.Buda tıpkı eğilmek gibi herhangi bir beşere yapmanın caiz oluşuna engel değildir.


[Tefsir'u's Semani,3/67]


Görüldüğü üzere İmam Semâni rh secde'nin kafayı yere koymak suretiyle olduğunu ve bunun mücerret olarak ibadet yerine geçmediğini söylemektedir.

 

 

İmam Karrafi(rh) şöyle söylemektedir:

 

اتفق الناس على أن السجود للصنم على وجه التذلل والتعظيم له كفر ولو وقع مثل ذلك في حق الولد مع والده تعظيما له وتذللا أو في حق الأولياء والعلماء لم يكن كفرا .


İnsanlar ittifak etti ki bir puta boyun eğme ve Tâzim ile secde etmek küfürdür.Fakat bu secde'nin aynısı çocuk babasını tazim niyeti ile yapsa veya bir veliye veya alime yapsa bu küfür olmaz.


[El-Furuk,1/125]

 

 

Nakilde bulunduğum alimlerin sözlerinden de gördüğünüz üzere, Allah'a olan secde ibadet olmasına rağmen Allah'tan başkasına secde etmek küfür değil haramdır. Buda bir amelin Allah'a yapıldığı zaman ibadet olması,o ameli Allah'tan başkasına yapmanın  ibadet olduğu anlamına gelmeyeceğini gösterir.

 

 

 

2.Amel ise Adak'tır. Allah'a adak adamak bir ibadettir.Fakat Allah'tan başkasına adak adamak onun her durumda ibadet olduğunu göstermez.

Bakalım İmam İbn-i Teymiyye(rh) Allah'tan başkasına adanan adak hakkında ne diyor?:


وكذلك النذر للقبور أو لأحد من أهل القبور: كالنذر لإبراهيم الخليل أو للشيخ فلان أو فلان أو لبعض أهل البيت أو غيرهم: نذر معصية لا يجب الوفاء به باتفاق أئمة الدين؛ بل ولا يجوز الوفاء به فإنه قد ثبت في الصحيح عن النبي صلى الله عليه وسلم أنه قال {من نذر أن يطيع الله فليطعه ومن نذر أن يعصي الله فلا يعصه} وفي السنن عنه صلى الله عليه وسلم أنه قال: " {لعن الله زوارات القبور والمتخذين عليها المساجد والسرج} فقد لعن رسول الله صلى الله عليه وسلم من يبني على القبور المساجد ويسرج فيها السرج.كالقناديل والشمع وغير ذلك. وإذا كان هذا ملعونا فالذي يضع فيها قناديل الذهب والفضة وشمعدان الذهب والفضة ويضعها عند القبور أولى باللعنة. فمن نذر زيتا أو شمعا أو ذهبا أو فضة أو سترا أو غير ذلك ليجعل عند قبر نبي من الأنبياء أو بعض الصحابة أو القرابة أو المشايخ: فهو نذر معصية لا يجوز الوفاء به وهل عليه كفارة يمين؟ فيه قولان للعلماء. وإن تصدق بما نذره على من يستحق ذلك من أهل بيت النبي صلى الله عليه وسلم وغيرهم من الفقراء الصالحين كان خيرا له عند الله وأنفع له؛ فإن هذا عمل صالح يثيبه الله عليه فإن الله يجزي المتصدقين ولا يضيع أجر المحسنين.

 

Aynı şekilde kabirlere adak adamak ve ya kabir ehlinden birine adak adamak,Halil İbrahim(as)'a,Falanca şeyhe veya ehli beytten falanca kimseye veya başkasına adak adamak günah olan bir Adak'tır.Din imamlarının ittifakı ile o adağı yerine getirmek vacip değildir.Hatta o adağı yerine getirmek caiz Çünkü sahih bir haberde peygamber sav'in şöyle dediği sabit olmuştur: "Kim Allah'a itaat etmek için adak adarsa,itaat etsin.Kim Allah'a isyan etmek için adak adarsa,isyan etmesin." Peygamber sav sünen'de şöyle demiştir:"Allah,kabirleri mescid edinip çaput yeri edinen kabir ziyaretçilerine  lanet etmiştir."  Peygamber sav kabirlere mescid inşa edip oraya kandil,mum gibi şeyleri çaput bağlayanlara lanet etmiştir.Eger bunlara lanet edilmiş ise,Kabrin yanına altın ve gümüş kandiller, altın ve gümüş şamdanlar koyan,lanete daha hak sahibidir.Her kim yağı,mum'u, altını, gümüşü örtüyü ve bunların dışında ki birşeyi peygamberlerden bir peygamberin veya bazı sahabenin veya bir şeyhin kabrine adamak için adarsa,bu günah olan bir adaktır.O adağı yerine getirmek caiz değildir.Peki o kimsenin üzerine yemin kefareti var mıdır?Burada âlimlerin iki görüşü vardır.Fakat o adamış olduğu şeyi, peygamber sav'in ehli beytine veya Salih fakirlere sadaka olarak verirse,kendisi için Allah katında bir hayır ve fayda olur.Cünkü bu Salih bir ameldir ve Allah ona sevab Çünkü Allah sadaka verenlerin mükâfatını verir ve iyilik yapan kimselerin ecrini zai etmez.


[Mecmuu'l Fetava,27/146-147] 

 

Görüldüğü üzere İbn-i teymiyye rh Allah'tan başkasına adak adama'nın günah olduğunu söylüyor.Ve sonra bu kimse adadığı şeyi fakirlere verirse Allah ona ecir verir diyor.Fakat eğer Allah'tan başkasına adak adamak şirkse Allah nasıl bu kimseye sevap verir? Allah kâfirlerden asla amel kabul etmez? Demek ki İbn-i teymiyye rh bu ameli yapanı müşrik görmüyor ki,sevap alacağını söylüyor.

 

 

 

Keza gene İmam İbn-i Recep El-Hanbeli (rh) Allah'tan başkasına adanan adak hakkında şöyle söylüyor:


وأما توحيد الإلهية، فالشرك فيه تارة يوجب الكفر والخروج من الملة والخلود في النار، ومنه ما هو أصغر كالحلف بغير الله والنذر له، وخشية غير الله ورجائه، والتوكل عليه والذل له، وقول القائل: ما شاء الله وشئت. 

Uluhiyet tevhidine gelince, orda ki şirk bazen küfrü,dinden çıkmayı ve ebedi ateşte kalmayı gerektirir.Bazen de bundan daha aşağı olur(küçük şirk olur) Allah'tan başkasına yemin etmek gibi,adak adamak gibi, Allah'tan başkasından korkmak, ummak gibi, tevekkül etmek, boyun eğmek ve birinin "Allah ve sen ne güzel istediniz"demesi gibi.


[Tefsir'u Sureti'l İhlas,2/549]


Görüldüğü üzere İbn-i Recep rh Allah'tan başkasına adak adama'nın küçük şirk olduğunu söylemektedir. Bunun küçük şirk olmasının sebebi ise,itikadda değilde sadece amelde Allah'a ortak koşmasıdır.

 

İbn-i Muflih(rh) İbn-i Razin El-Hanbeli (rh)'dan şöyle bir nakilde bulunur: 


قال: ونذره لغير الله تعالى كنذره لشيخ معين حي للاستعانة وقضاء الحاجة منه كحلفه بغيره

Dedi ki(İbn-i razin):Allah'tan başkasına adak adamak,bir kimsenin muayyen Diri bir şeyh'e kendisine yardım etmesi ve ihtiyacını gidermesi için, adadığı adaması gibi, Allah'tan başkasına yemin etmek gibidir.


[El-Furuû,11/78]

 

Görüldüğü üzere İbn-i Razin El-Hanbeli(rh) Allah'tan başkasına adak adamak ile yemin etmenin aynı şey olduğunu söylüyor.Allahtan başkasına yemin küçük şirkse adak'da küçük şirk olmuş olur. 


Birde şuraya deyineyim.Orada Bir şeyh kendisine yardım etsin diye adak adamadan bahsederken, İbarede diri olan şeyh diye geçiyor.Halbu ki o diri ifadesi nüsha'nın aslında yok. Sonradan eklenmiştir.Yani burada istiğase'nin büyük şirk olmadığına dair delil var.

 

 

3.Amel:Kurban kesmek 


Bilindiği üzere Allah azze ve celle'ye kestiğimiz kurban Allah'a yaptığımız bir ibadettir.Fakat Allah'ın dışında biri için kesilen kurban her durumda şirki gerektirmez. Mesela bir kisme, sırf evine gelen bir misafir için kurban kesse,veya herhangi birine "şu koyun sana kurban olsun" deyip onu kesse,fakat bununla hiçbir şekilde ibadeti kastetmese,bu büyük şirk olmaz.Tıpkı secde gibi,yemin gibi veya adak gibi.Bunların her biri Allah için birer ibadetken Allah'tan başkasına yapıldığı taktirde her durumda ibadeti gerektirmiyorsa,Allah için Kurban kesmek Allah için bir ibadetken, Başkasına  kurban kesmek,her durumda ona ibadeti gerektirmez.


Mesela bu konu ile alakalı Şafi mezhebi'nin müftüsü İmam Nevevi(rh) şöyle demektedir:

 

وأما لذبح لغير الله فالمراد به أن يذبح باسم غير الله تعالى كمن ذبح للصنم أو الصليب أو لموسى أولعيسى صلى الله عليهما أو للكعبة ونحو ذلك فكل هذا حرام ولاتحل هذه الذبيحة سواء كان الذابح مسلما أو نصرانيا أو يهوديا نص عليه الشافعي واتفق عليه أصحابنا فإن قصد مع ذلك تعظيم المذبوح له غير الله تعالى والعبادة له كان ذلك كفرا.


Allah'tan başkasına kurban kesmekten kasıt,Allah'ın isminin dışında başkasının ismine kesmektir.Bir kişinin put'a,hac'a,Musa ve isa as'a veya kabeye kesmesi gibi.Bunların hepsi haramdır ve yenmesi de caiz değildir.İster kesen müslüman olsun ister Hristiyan ister Yahudi olsun. İmam şafi de bunu söylemiştir ve bizim bütün ashabımız bunda ittifak etmiştir.Eğer bununla beraber birde kurban kestiği kişiye tazim'i ve ibadeti kastederse işte bu küfür olur. 


[Şerhu'l Müslim,13/141]


Görüldüğü üzere iman Nevevi rh burada Allah'tan başkasına kesilen kurbanın haram olduğunu bununla beraber birde ibadeti kastederse küfür olacağını söyledi.Fakat ibadeti kastetmeyip sadece amel olarak bunu yapsa küfür olmaz.

 

 

Gene aynı şekilde İmam Nevevi (rh) şafi mezhebi'nin müftüsü olan İmam Rafiî(rh)'dan kurban kesmek ile alâkalı şöyle nakilde bulunur:

 

 قال الرافعي واعلم أن الذبح للمعبود وباسمه نازل منزلة السجود وكل واحد منهما من أنواع التعظيم والعبادة المخصوصة بالله تعالى الذي هو المستحق للعبادة فمن ذبح لغيره من حيوان أو جماد كالصنم على وجه التعظيم والعبادة لم تحل ذبيحته وكان فعله كفرا كمن يسجد لغير الله تعالى سجدة عبادة فكذا لو ذبح له أو لغيره على هذا الوجه (فأما) إذا ذبح لغيره لا على هذا الوجه بأن ضحى أو ذبح للكعبة تعظيما لها لكونها بيت الله تعالى أو لرسول الله صلى الله عليه وسلم لكونه رسول الله فهو لا يجوز أن يمنع حل الذبيحة.


Rafiî dedi ki: Bil ki maabuda ve onun ismine kurban kesmek,secde yerine geçer.Bu ikisinden(kurban ve secde) her biri,ibadeti hakeden Allah'a hastır,ibadet ve tâzim'in çeşididir. Kim Allah'tan başka bir hayvan'a veya put gibi cansız birşeye Tâzim ve ibadet kastı ile kurban keserse, kestiği et helal olmaz ve yaptığı fiil küfür Tıpkı bir kişinin Allah'tan başkasına ibadet secdesi etmesi gibi.İşte, Allah'tan başkasına da bu şekilde kurban kesmek de böyledir. 

Fakat Allah'tan başkasına kurban kesip bu kasıtla(ibadet kastıyla) kesmez ise,mesela kabeye Tâzim için kurban kesse fakat Kabe Allah'ın evi olduğu için bunu yapsa,ve peygamber sav Allah'ın Resulü olduğu için ona kurban kesse,bu Kurban'nın helal oluşunu engellemek,caiz değildir.


Sonra devamında şöyle der: 

وكذا السجود للغير تذللا وخضوعا لا يوجب الكفر وإن كان ممنوعا 

Aynı şekilde Allah'tan başkasına (ibadet kastının dışında)tezellül secdesi yapmakta küfrü gerektirmez.Her ne kadar haram olsada!


[El'Mecmuù Şerhi'l Muhezzeb,8/409]

 

Burada da görüldüğü üzere imam rafii (rh) Allah'tan başkasına kurban kesmek ibadet kastı ile olursa küfürdür fakat bu kasıt olmaz ise durum böyle değildir diyor.Ve sonra bunun tıpkı secde gibi,ibadet kastı olursa küfür,ibadet kastı olmaz ise küfür olmadığını söylüyor.

 

 

Gene şafi mezhebi'nin büyük fakihlerinden olan Hatib Eş-Şirbini(rh) şunları söylemektedir.


لا تحل ذبيحة  مسلم ولا غيره لغير الله؛ لأنه مما أهل به لغير الله، بل إن ذبح المسلم لذلك تعظيما وعبادة كفر كما لو سجد له لذلك.


Ne Müslüman'ın ne de başkası'nın Allah'tan başkasına kurban kesmesi caiz değildir.Çünkü o Allah'tan başkasına kesilmiş olur.Hatta bir müslüman, Allah'tan başkasına kurban kestiği kişiye tazim ve ibadeti kast ederse,kafir olur.Tıpkı bu şekilde Allah'a secde etmesi gibi.

 

[Muğni'l Muhtac,6/107]


Görüldüğü üzere Hatib Eş-Şirbini (rh)'da aynı şekilde Allah'tan başkasına kesilen kurbanın küfür olmasını,ibadet kastına bağladı ve tıpkı secde gibi dedi.

 

 

Keza Hatip Eş-Şirbini (rh) mezhebin büyük fakihlerinden olan Bahru'l Mezheb adlı kitabın müellifi İmam Ruuyani(rh)'dan şöyle nakilde bulunur:

وإن ذبح للكعبة أو للرسل تعظيما لكونها بيت الله أو لكونهم رسل الله جاز. 


Eğer kabeye Allah'ın evi olduğu için,veya rasullere Allah'ın rasulleri olduğu için kurban keserse,(yenmesi) caizdir. 

 

[Muğni'l Muhtac, 6/107]

 

 

Velhasıl kelam,Az önce yaptığımız bütün nakillere göre bir kişinin Allah'tan başkasına secde etmesi,adak adaması ve kurban kesmesi,bunun dışında yemin etmesi vs. Her ne kadar bunlar Allah'a yapıldığı zaman ibadet olsa'da, Bunlar Allah'tan gayrısına yapıldığı zaman her durumda ibadet olması gerekmez. 
 
 
O yüzden bir kimse'nin istiğaseye şirk derken ki delili,"İstiğase ibadettir, Allah'tan gayrısına istiğase yapan'da ona ibadet etmiş olur" kaziyyesi, usule uygun bir kaziyye değildir.

 

 

Son olarak bir şüphe'ye cevap verelim: 

 

İmam Berbehari(rh) şöyle demektedir: 


 ولا نخرج أحدا من أهل القبلة من الإسلام حتى يرد آية من كتاب الله، أو يرد شيئا من آثار رسول الله صلى الله عليه وسلم، أو يذبح لغير   الله، أو يصلي لغير   الله، فإذا فعل شيئا من ذلك فقد وجب عليك أن تخرجه من الإسلام.


Biz hiçbir ehli kıbleyi İslam'dan çıkarmayız.Ta ki Allah'ın kitabın'dan bir ayeti veya peygamber sav'in sözünden birşeyi reddedene kadar,ve ta ki Allah'tan başkasına namaz ve kurban kestiği zaman.Eğer bir kimse bunlardan birini yaparsa,Onu İslam dinin'den çıkarman vacip olur.

 

[Şerhu-s'Sunne,64

 

İmam Berbehari(rh) burada Allah'tan başkasına kurban kesmenin küfür olduğunu söylüyor.Bu az önce söylemiş olduğun şeyler ile çelişir? 

 

Cevap: Bunu daha iyi açıklamak için bir örnek vereyim: Eğer bir kimseye sorarsanız "Allah'tan başkasına tövbe etmenin hükmü nedir"diye,herkes buna bu şirktir der. Ki bana da normal bir durumda sorulsa bende öyle derim. Fakat bu soru yani "Allah'tan başkasına tövbe etmenin hükmü" sorusu akla ilk başta"sanki Allah'tan başka bir ilah var ve ona tövbe ediyor"düşüncesini getirdiği için küfür deriz. Fakat şöyle düşünün: Bir baba oğluna bir daha içki içme dese ve oğlu da tamam içmeyecem dese,sonra babası bunu içki içerken yakalasa ve onu dövse,sonra da oğlu babasına şöyle dese "Baba lütfen beni affet pişmanım bir daha içmeyecegim" daha sonra bu oğlu Allah'a tövbe etmezse, bu kimsenin hükmü nedir? Buna kimse küfür der mi? Tabi ki de demez. Fakat bu kişi Allah'tan başkasına tövbe etmiştir.Tovbe Allah'a karşı olan pişmanlığını dile getirmektir. Ve bu kimse içki içip Allah'a karşı pişmanlığını dile getirmek yerine, babasına karşı olan pişmanlığını dile getirmiş, Allah'a edeceği tövbeyi babasına etmiştir. Fakat biz ilk başta bu soruya maruz kaldığımız zaman bu küfür demiştik. Ama bu örnekte küfür olan birşey yoktur dedik.Bunun sebebi ise şudur: 

Allah'tan başkasına tövbe etmenin hükmü sorusu akla Allah'tan başka ilah var mı ki tövbe etsin Allah'tan başkasına tövbe eden Allah'tan başka ilah olduğunu düşündüğü için tövbe etmiştir sözünü getirdiği için küfür dedik.Ama bir kimse bunu ibadet niyeti ile yapmadığı zaman az önce örnekte verdiğim gibi buna küfür değil dedik. 


Aynı bunun gibide Allah'tan başkasına kurban kesmek te akla ilk böyle birşey getirdiği için buna küfürdür demek,Her cüzüne küfür demeyi gerektirmez. He bir kimse "ibadet niyeti olmazsa da bu gene küfürdür" gibi bir tafsilata girerse o ayrı. Fakat İmam Berbehari'den böyle bir tafsilat yok. Yani İmam Berbehari rh'ın buna küfür demesi ibadet niyeti olsa bile küfürdür demesini gerektirmez.En azından nakilde bunu ifade edecek birşey yoktur. Allah en doğrusunu bilendir.

 

 

Bazı kimseler bize şunu diyebilirler: 


O zaman size göre bir insan hangi ameli işlerse işlesin o kimse asla dinden çıkmaz.Birine Uluhiyetten bir cüz vermeyinceye kadar hangi ameli işlerse işlesin ne yaparsa yapsın o hep dinde kalır?


Cevap: 

Öncelikle,bu soruyu sormak muhalifin bizim kastımızı anlamamasından gelir. Biz asla bir insan hiçbir amelle dinden çıkmaz demiyoruz. Bir kimsenin kafir olması ayrı bir konu, Allah'tan başkasına ibadet etmesi ayrı bir konu.Biz,bir kimse Allah'tan başkasının ilah olduğuna inanmazsa veya uluhiyetten bir cüz vermez ise ona İbadet edemez diyoruz.İbadet itikadsız olmaz diyoruz.Fakat bir insan amel ile küfre girebilir tabi ki de.Mesela bir adam haşa Allah'a sövse, Kur'an'ı çöpe atsa vs. Bu adam yaptığı fiillerin haram olduğuna inansa bile kafir olur. İşte bu kimse amel ile kâfir olmuştur.Fakat bu kimse Allah'a küfür ederek veya kuranı çöpe atarak, Allah'tan başkasına ibadet etmiş olmaz. 


Yani kısacası biz bir adam amelle dinden çıkamaz demiyoruz.Mucerret amel Allah'tan başkasına İbadet için yeterli değildir diyoruz. Her kafir olan kimse, Allah'tan başkasına ibadet etmek zorunda değildir.Kuranı inkar eden kimse gibi.

 

 

 

Şimdi ise 3.şüpheye gelelim.


Eğer dense ki:

Allah'tan başkasına ibadet mücerret amel ile olmaz ise,o zaman mekkeli müşrikler nasıl müşrik oldular.Çünkü onlar Allah'tan başkasının rububiyetine inanmıyorlardı? Nitekim Allah azze ve Celle Kuran'da "Onlara yeri göğü kim yarattı diye sorsanız Allah diyecekler" dediğini haber veriyor. Demek ki bunlar rububiyette Allah'ı birliyorlar.Müşrik olmalarının sebebi ise Allah'a yapılması gereken bir ameli Allah'tan başkasına yapmalarıdır? 

 

Deriz ki: 


Öncelikle mekkeli müşrikler hiçbir şekilde Allah'ı rububiyette birlemiyorlardı. Onlar kendi putlarında da rububiyetten bir cüz'e sahip olduğuna inanıyorlardı.Aksi halde nasıl onları ilah edinmiş olacaklar?Zaten muhalifin en büyük kaçırdığı şey uluhiyet ve rububiyeti birbirinden müstakil ayrı görmesidir. Hâlbuki rububiyet ve uluhiyet birbirini gerektirirler. Biri olmadan diğeri olmaz. O yüzden mekkeli müşrikler uluhiyette şirk koştukları zaman,zaten rububiyette şirk koşmuş olduğu için bunu yaparlar. 


İstidlal edilen ayete gelince.Ayet,mekkeli müşriklerin rububiyette Allah'a şirk koşmadığını ifade etmiyor. Ayet,mekkeli müşriklerin Allah'tan başka yeri göğü yaratan birine inanmadığını gösterir sadece.Ve bu ikisi arasında da fark vardır. Yani mekkeli müşrikler tek yaratıcının Allah olduğuna inanıyorlardı.Fakat tek yaratıcının Allah olduğuna inanmaları, rububiyette Allah'a şirk koşmadıklarını göstermez.Mesela Allah azze ve celle'nin de haber verdiği gibi Hristiyan ve Yahudiler hahamlarını ve papazlarını Allah'ın dışında birer rabler edindiler.Yani Allah'a rububiyette şirk koştular. Fakat onlar kendi hahamlarının yaratıcı olduğuna inanmadılar.Onların yaratıcı olduklarına inanmalarına rağmen onlara rububiyetten bir cüz verdiler. O da haram ve helal hakkını onlara vermeleriydi.Yani bir kimse birine rububiyet vermesi için illaki ona herşeyi yaratan demesine gerek yok.O yüzden Mekkeli müşriklerin kendi putlarının yeri göğü yarattıklarına inanmamaları,onlara rububiyet vermediği anlamına gelmez. 


Mekkeli müşriklerin rububiyet şirkini kısaca özetleyelim ve sonra âlimlerden nakillerde bulunalım.


Mekkeli müşrikler en büyük ilahın Allah olduğuna inanıyorlardı.Diğer putların da küçük ilahlar olduğuna inanıyorlardı.Allah'ın en büyük ilah olduğuna inandıkları için yeri ve göğü yaratanın Allah olduğuna inanıyorlardı.Fakat onlar kendi putlarının da rububiyetten bir cüz sahibi olduğuna inanıyorlardı.Onlar Allah'ı haşa bir ülkenin kralı diğer küçük putlarıda o kralın Veziri gibi görüyorlardı.O yüzden tıpkı bir krala "sen her sahibisin herşey senindir" dendiği gibi mekkeli müşrikler de Allah'a bunu söylüyorlardı.Allahin herşeyin sahibi olduğunu yaratıcısı olduğunu vs.Fakat mekkeli müşriklerin şirki tam da şu noktadaydı;


Onlar Allah her ne kadar en büyük ilah olsada herşeye gücünün yetmeyeceğini söylüyorlardı.Bundan ötürü başka diğer ilahlar da olacak ki işler tam düzene otursun diye inanıyorlardı.Dua ettikleri zaman bütün duaları sadece bir ilahın duyacağına inanmıyorlardı.Tek ilah duyamaz diğer ilahlar olması lazım diye inanıyorlardı. Yani onlar Allah'ı  tıpkı bir krala benzetiyordu.Kral her ne kadar ülkenin sahibi olsada tek başına her yere hükmedemez.O yüzden vezirlere ihtiyacı vardır.İste mekkeli müşriklerin kafasında ki Allah tasavvuru da böyledir.Her ne kadar Allah en büyük olsada tek başına alemi yönetemez o yüzden diğer ilahlar da olması lazım. İşte tam da bundan ötürü mekkeli müşrikler kendi ilahlarına ibadet edip şefaatlerini umarlardı.Yani Allah'tan kendilerine eğer bir bela gelirse nasıl olsa biz diğer ilahlara ibadet ediyoruz,onlar bizi bir şekilde Allah'ın izni olmasa bile kurtarır,diye inanıyorlardı. O yüzden dikkat edin Allah azze ve celle Kuran'da mekkeli müşriklerden bahsederken, Allah'ın izni olmadan kimse şefaat edemez diyor.Peki neden allah azze ve Celle sürekli burayı vurguluyor? çünkü mekkeli müşrikler kendi ilahlarının Allah'ın izni olmasa bile şefaat edeceklerine inanıyorlardı.

 

 

İşte bu mekkeli müşriklerin ilah tasavvurudur. Bu inançların hepside rububiyette/itikadda birer şirktir.İşte onlar kendi ilah edinmiş olduğu şeylere böyle inandıkları için,onlar için yapmış olduğu ameller ibadet sayılır.


Mekkeli müşriklerin rububiyette şirki olduğunan dair Kuran'dan bir kaç örnek verelim ondan sonra ulemanın kavillerine geçelim;

 

 

Mesela Allah azze ve celle Kur'an'da şöyle buyurur;


"Eğer yerde ve gökte Allah'ın dışında ilahlar olsaydı,yer ve gök fesada uğrardı"


Bu ayet gerçekten dakik bir şekilde düşünülmesi lazım. Allah'ın dışında ilah olsaydı yer ve gök fesada uğrardı demek, dünyanın düzeni karmaşık olurdu demektir. Bir kaç ilah olsaydı biri birşeyi yapmak isterken,diğeri başka birşey yapmak ister,ve böylece karmaşa olurdu diyor Allah azze ve celle. 


Peki eğer muhaliflerin iddia ettiği gibi ilah yani uluhiyyet sadece amelde şirk koşmak olup itikadda şirk olmasa, rububiyetten tamamen bağımsız olsa, dünyada bir kaç ilah olması neden yerin ve göğün fesad'a uğramasına sebep olsun? Yerin ve göğün fesad'a uğraması için,o ilahlarin birbirinden bağımsız olması lazım ki yer ve gök fesada uğrasın.Allah'ın dışında başka bir kimse'nin Allah'tan bağımsız olduğunu söylemek rububiyette şirktir zaten.Ama Allah bunu ilah/uluhiyyet olarak vasıflıyor. İşte buda demek oluyor ki uluhiyet ve rububiyet birbirinden müstakil birşey değildir.Yani birşey ilah olursa,onda zorunlu olarak rububiyetten bir cüz olmuş oluyor. O yüzden bir kimse, Allah'ın dışında birinin ilah olduğunu söylediği zaman zaten ona zorunlu olarak rububiyetten bir parça vermiş oluyor. 


Eğer gerçekten mekkeli müşrikler rububiyette şirk koşmuş olmasalardı,bu ayet müşriklere delil olmazdı ve müşrikler şöyle bir itiraz getirirdi; 


"Biz Allah'ın dışında ilah olduğunu söylüyoruz fakat Allah'ın dışında rab vardır demiyoruz ki yerde ve gökte fesad olmuş olsun.Biz bütün ilahlar Allah'ın izniyle hareket ederler diyoruz.Allah'ın izni ile fayda ve zarar verirler diyoruz, Allah'tan bağımsız olmadıklarına inanıyoruz. Eğer bir ilah Allah'tan bağımsız değilse yerde ve gökte fesad çıkamaz ki? Çünkü yerde ve gökte fesad çıkması için ilahlarin birbirinin izni olmadan fayda ve zarar vermeleri gerekir ve birbirinden bağımsız olmaları gerekir."


O zaman haşa Allah burada gereksiz bir istidlalde bulunmuş olurdu. 

İşte bu ayet, mekkeli müşriklerin rububiyette Allah'a ortak koştuklarını Allah'ın izni olmasada fayda ve zarar verip şefaat edeceklerine inandıklarının en büyük delilidir.

 

 

Onların rububiyette'de  müşrik olduğunu ifade eden başka bir ayet ise şudur.Allah azze ve celle şöyle buyurdu;


"Lat'ı ve Uzza'yı ve üçüncüleri olan Menat'ı gördünüz mü? Erkekler sizinde dişiler onun mu?(Allah'ın mı?) İşte bu insafsız bir taksimdir!" 


Bu ayet ve bunun gibi çokça ayet,mekkeli müşriklerin kendi putlarının Allah'ın kızları olduğuna inandıklarını gösteriyor.Zaten mekkeli müşriklerin bu inancı herkes tarafından malumdur.Allah'ın kızı olduğuna inanmak amelde bir şirk mi yoksa İtikad da yani rububiyet'te bir şirk mi? Tabi ki bu itikad yani rububiyet şirkidir. 

 

Bunun gibi bir çok ayet var. Fakat biz bu kadarını kâfi gördük. 


Şimdi ise mekkeli müşriklerin rububiyette şirk koştuklarına dair seleften ve haleften nakiller getirelim;

 

 

Selef alimlerin'den İmam Katade(rh)

 "o(Muhammed) bütün ilahları bir ilah mı yaptı? Bu acayip bir şeydir!" 

Ayeti'ni tefsir ederken şöyle söylüyor: 

 

عجب المشركون أن دُعوا إلى الله وحده، وقالوا: يسمع لحاجاتنا جميعا إله واحد! ما سمعنا بهذا في الملة الآخرة.

Müşrikler tek olan Allah'a dua etmeye şaşırdılar ve dediler ki: bizim bütün ihtiyaçlarımızı bir ilah mı duyacak?Biz bunu hiçbir milletten duymadık.


Bakın, görüldüğü gibi Mekkeli müşrikler bütün duaları Allah'ın duyamayacağına inandıkları için birden fazla ilah ediniyorlar. Buda rububiyet/itikad şirkidir. 


Devamında ise İmam Taberi(rh) şöyle söylüyor:


وقال هؤلاء الكافرون الذين قالوا: محمد ساحر كذاب: أجعل محمد المعبودات كلها واحدا، يسمع دعاءنا جميعنا، ويعلم عبادة كل عابد عبدَه منا.

Muhammed sav'e kafir sihirbaz ve yalancı diyen kâfirler dediler ki: Muhammed bütün ilahları bir mi yaptı? Hepsini bir ilah mı duyacak? Bizim bütün ibadetlerimizi bir ilah mı bilecek? 

 

Bakın görüldüğü gibi Mekkeli müşrikler duaların'nın ve ibadetlerinin sadece Allah tarafından bilinemiyeceğine inandıkları için,birden fazla ilah ediniyorlar. Yani onların kendi ilahlarını aracı edinmesinin sebebi, Allah'ın herşeye gücünün yetmediğine inandıkları içindir. 


[Tefsir-u't Taberi]

 

Gene İmam Taberi(rh) müşriklerin "Allah kız çocuk edindi" iddiasına karşılık şunları söylüyor: 


يقول تعالى ذكره: قال هؤلاء المشركون بالله من قومك، يا محمد: ﴿اتخذ الله ولدًا﴾ ، وذلك قولهم: "الملائكة بنات الله". يقول الله منزهًا نفسه عما قالوا وافتروا عليه من ذلك: "سبحان الله"، تنزيهًا لله عما قالوا وادَّعوا على ربهم(١) = "هو الغني" يقول: الله غنيٌّ عن خلقه جميعًا، فلا حاجة به إلى ولد،(٢) لأن الولد إنما يَطْلُبه من يطلبه، ليكون عونًا له في حياته وذكرًا له بعد وفاته، والله عن كل ذلك غنيٌّ، فلا حاجة به إلى معين يعينه على تدبيره، ولا يبيدُ فيكون به حاجة إلى خلف بعده.


Allahu Teala diyor ki: Ey Muhammed Senin kavminden Allah'a şirk koşanlar diyor ki: "Allah çocuk edindi" bu onların "Melekler Allah'ın kızlarıdır" demesidir. Allah'u Teâlâ kendisini onların dediği ve iftira etmiş olduğu şeylerden tenzih ederek dedi ki: "Sübhanallah" Bu,Rablerine karşı demiş ve iddia etmiş olduğu şeyden tenzih etmedir. "O Zengindir(İhtiyacı yoktur)" Yani Allah bütün mahlukatından Zengindir/Onlara ihtiyacı yoktur. Her hangi bir çocuğa da ihtiyacı yoktur. Çünkü o çocuktan isteyen kimse,kendisine hayatta iken yardımcı olsun, öldükten sonra ise hatırlama olsun Allah'ın ise bunlardan hiçbirine ihtiyacı yoktur.Allah işini düzenlerken herhangi bir yardımcıya ihtiyaç duymaz.Veya Allah yok olmaz ki kendisinden sonra birine ihtiyacı olsun.


[Tefsir-u't Taberi] 

 

Görüldüğü üzere İmam Taberî(rh) mekkeli müşriklerin Allah'ın kızı olduğuna inandığını söyledi.Bununda  manasının Allah'a yardımcı olmak olduğunu söyledi. Bir kimse'nin Allah'ın tedbirinde yardımcısı olduğunu Allah'a yardım etmeden tek başına yapamıyacağını iddia etmek rububiyette/itikadda şirktir.


İmam Taberî(rh) "Kim tağutu inkar edip Allah'a iman ederse" ayeti hakkında şunları söyler: 

 

فتأويل الكلام إذا: فمن يجحد ربوبية كل معبود من دون الله، فيكفر به"ويؤمن بالله"، يقول: ويصدق بالله أنه إلهه وربه ومعبوده"فقد استمسك بالعروة الوثقى"


O zaman kelam'ın tefsiri şöyledir: Her kim Allah'ın dışında ki bütün inadet edilen mabudların rububiyyetini inkar edip Allah'a iman ederse,Yani Allah'ın ilahı rabbi ve maabudu olduğunu kabul ederse,Kopması mümkün olmayan kulpa tutunmuş olur.


[Tefsir-u't Taberi]

 

Burada imam Taberî(rh) tağutu inkar etmenin Allah'ın dışında ki herkesin rububiyyetini inkar etmek olduğunu söylüyor. Eğer muhaliflerin dediği gibi Mekkeli müşrikler rububiyyette Allah'ı birleşmiş olsalardı o zaman bizim imam Taberî ye şunu dememiz gerekirdi: 


" Ey Taberi! Sen "kim Allah'ın dışında ki herkesin rububiyyetini inkar edip Allah'a iman ederse" mümin olur diyorsun da mekkeli müşrikler de Allah'ın dışında ki herkesin rububiyyetini inkar edip sadece Allah'ın rububiyetini ikrar ediyorlardı."

Yani İmam taberi tevhidi anlamamış mı? Demek ki imam Taberî(rh) da mekkeli müşriklerin rububiyette de müşrik olduğunu inanıyor ki bu kelamı söylüyor.

 

 

İmam İbn-i Ebi'l İzz (rh) şöyle söyler: 

 

وكثير من مشركي العرب وغيرهم قد يظن في آلهته شيئا  من نفع أو ضر،  بدون أن يخلق الله ذلك. 


Arap ve diğer müşriklerden çok kimse,Allah yaratmadan,kendi ilahlarında fayda ve zarar olduğuna inanıyorlardı.


[Şerhu'l Akidetu't Tahaviyye,1/38]

 

Malum olduğu üzere bu inanç rububiyet şirkidir.


İmam  İbn-i  Teymiyye (rh) mekkeli müşriklerin şefaat inancı hakkında şunları söyler: 

 

وهم كانوا يقولون إنهم يشفعون لهم ويتقربون بهم. لكن كانوا يثبتون الشفاعة بدون إذنه فيجعلون المخلوق يملك الشفاعة وهذا نوع من الشرك.


Onlar(mekkeli müşrikler) kendi putlarının kendilerine şefaat edeceklerini söylüyorlardı ve bununla onlara yaklaşıyorlardı(ibadet  ediyorlardı) Fakat onlar Allah'ın izni olmadan bir şefaat ispat ediyorlardı. Yani mahlukun şefaati mülk edineceğini söylüyorlardı. Buda şirkin bir çeşididir. 


[Mecmuu'l Fetava,16,122] 

 

Ve başka bir yerde şöyle söyler:

 

فالمشركون كانوا يتخذون من دون الله شفعاء من الملائكة والأنبياء والصالحين ويصورون تماثيلهم فيستشفعون بها ويقولون: هؤلاء خواص الله فنحن نتوسل إلى الله بدعائهم وعبادتهم ليشفعوا لنا كما يتوسل إلى الملوك بخواصهم لكونهم أقرب إلى الملوك من غيرهم فيشفعون عند الملوك بغير إذن الملوك وقد يشفع أحدهم عند الملك فيما لا يختاره فيحتاج إلى إجابة شفاعته رغبة ورهبة. فأنكر الله هذه الشفاعة.

 

Müşrikler Allah'ın dışında melekleri salihleri ve peygamberleri şefaatçi ediniyorlardı.Onların heykellerini tasvir ediyor ve onlarla istişfada bulunuyorlardı.Ve diyorlardı ki: 

"Onlar Allah'ın özel seçtiği kimselerdir.Onlar bize şefaat etsinler diye biz onlara ibadet edip dua etmekle onları Allah'a karşı vesile ediniyoruz"


Tıpkı bir krala, kralın yanındaki özel kimseler ile  onlar krala yakın olduğu için  tevessül de bulunulması gibi.Onlar yani özel kimseler kralın izni olmasa da kralın yanında şefaatçi olabileceğine inanırlar. Bazen krala yakın kimseler kralın yanında kralın tercihte bulunmadığı kimseye isteyerek veya istemeyerek şefaat edebilir. İşte Allah bu şefaati inkar etmiştir.

 

[Mecmuu'l Fetava,1/150] 


Görüldüğü gibi İmam İbn-i Teymiyye (rh) mekkeli müşriklerin Allah'ın izni olmadan da kendi ilahlarının kendilerine şefaat edeceklerine inandıklarını,Allah'ı tıpkı bir kral, kendi ilahlarınıda bir vezir gibi,Allah istemsede bazen kendi ilahlarının kendilerine şefaat edebileceklerine inandığını söyler. İşte bu tam olarak rububiyette şirktir.


İbn-i Kesir(rh) 

"Yoksa onların kendilerini bizim dışımızda engelleyip koruyan ilahları mı var ?" 

Ayeti hakkında şunları söyler: 

 

اسْتِفْهَامُ إِنْكَارٍ وَتَقْرِيعٍ وَتَوْبِيخٍ، أَيْ: أَلَهُمْ آلِهَةٌ تَمْنَعُهُمْ وَتَكْلَؤُهُمْ غَيْرُنَا؟ لَيْسَ الْأَمْرُ كَمَا تَوَهَّمُوا وَلَا كَمَا زَعَمُوا

Burada ki soru inkar etmek, kınamak içindir. Yani; Onların bizim dışımızda onları engelleyip koruyacak ilahları mı var? Durum onların zannettiği ve tevehhüm ettiği gibi değildir.


[Tefsir'u İbn-i Kesir] 


Görüldüğü gibi İbn-i kesir(rh) durum onların sandığı gibi değildir diyor. Yani demek ki mekkeli müşrikler o ilahların Allah'ın dışında kendilerini koruyacaklarına inanıyorlar. Ve Allah'tan engelleyeceklerine inanıyorlar. Yani Allah'tan kendilerine bir azap gelirse,Allah'ın izni olmadan kendilerine şefaat edeceklerine inanıyorlar. Zaten ondan ötürü onlara ibadet ediyorlar. İşte buda rububiyet şirkinde zirvedir!

 

 

Keza Gene Fahreddin Er'Razi(rh) 

"O bütün ilahları bire mi indirdi?" 


Ayeti hakkında şunları söylemektedir: 

 

هو أنَّ القَوْمَ ما كانُوا مِن أصْحابِ النَّظَرِ والِاسْتِدْلالِ، بَلْ كانَتْ أوْهامُهم تابِعَةً لِلْمَحْسُوساتِ، فَلَمّا وجَدُوا في الشّاهِدِ أنَّ الفاعِلَ الواحِدَ لا تَفِي قُدْرَتُهُ وعِلْمُهُ بِحِفْظِ الخَلْقِ العَظِيمِ قاسُوا الغائِبَ عَلى الشّاهِدِ، فَقالُوا: لا بُدَّ في حِفْظِ هَذا العالَمِ الكَثِيرِ مِن آلِهَةٍ كَثِيرَةٍ يَتَكَفَّلُ كُلُّ واحِدٍ مِنهم بِحِفْظِ نَوْعٍ آخَرَ.


O kavim(mekkeli müşrikler) Nazar ve İstidlal ehli kimseler değillerdi. Onların vehimleri hissetmiş olduğu şeylere tabiydi. Onlar şahid'de(görünen dünyada) sadece bir kişinin ilminin ve gücünün bütün mahlukatı koruyamayacağını gördükleri için,Gaibi'de Şahid'e kıyas edip şöyle dediler; 

"Bu alemi korumak için bir çok ilah lazım,her birinin bir yeri koruyup hükmü altına alması lazım"


[Tefsir-u'r Razi] 

 

Görüldüğü gibi Razi(rh) mekkeli müşriklerin inancında Allah'ın tek başına herşeyi bilip koruyamayacağı inancı olduğunu bundan ötürü Allah'tan başka ilahların olması gerektiğini söyler. Buda zaten rububiyet şirkidir.


İmam Beğavi(rh) bu ayet hakkında şöyle söylemektedir: 


أَجَعَلَ الْآلِهَةَ إِلَهًا وَاحِدًا؟ كَيْفَ يَسَعُ الْخَلْقَ كُلَّهُمْ إِلَهٌ وَاحِدٌ.

Bütün ilahları bir ilah mı yaptı? Bütün mahlukatı(yönetmeye) bir ilah mı yetecek? 


[Tefsru'l Beğavi] 


Gördüğünü gibi İmam Beğavi(rh) da mekkeli müşriklerin inancında Allah'ın tek başına bütün mahlukatı yönetmeye gücünün yetmeyeceğini ondan ötürü ilahlar edindiğini söylüyor. Buda rububiyet şirkidir.


Keza İmam Maverdi(rh) bu ayet hakkında şunu söyler: 

 

أيَسَعُ لِحاجاتِنا جَمِيعًا إلَهٌ واحِدٌ إنَّ هَذا لَشَيْءٌ عُجابٌ.


Bizim bütün ihtiyacınızı bir ilahın mı (gücü) yetecek? Bu çok garip bir şeydir.


[Tefsiru'l Maverdi]


İmam Maverdi de aynı şekilde mekkeli müşriklerin bu şekilde rububiyette şirki olduğunu açıklamış oldu.


Kadi Beydavi(rh) bu ayet hakkında şunları söyler: 

 

فَإنَّهُ خِلافُ ما أطْبَقَ عَلَيْهِ آباؤُنا، وما نُشاهِدُهُ مِن أنَّ الواحِدَ لا يَفِي عِلْمُهُ وقُدْرَتُهُ بِالأشْياءِ الكَثِيرَةِ.


(Müşrikler dedi ki) Çünkü bu babalarımızın bize uyguladığı şeye terstir. Biz hiçbir zaman sadece birşeyin ilminin ve kudretinin çok şeye yettiğini görmedik.


[Tefsiru'l Beydavi] 

 

Yani bir ilahın sadece Allah'ın gücü ve ilmi bütün dünyayı yönetmeye yetmez. O yüzden başka ilahlarda gerekir. Buda rububiyet şirkidir.


İmam Şevkani(rh) 

"Allah'ın mülkünde ortağı yoktur,İsra/111" ayetini tefsir ederken şöyle diyor: 

 

مُشارِكٌ لَهُ في مُلْكِهِ ورُبُوبِيَّتِهِ كَما تَزْعُمُهُ الثَّنَوِيَّةُ ونَحْوُهم مِنَ الفِرَقِ القائِلِينَ بِتَعَدُّدِ الآلِهَةِ.


Allah'ın mülkünde ve rububiyetinde ortağı olması.Tıpkı puta tapan ve Allah'tan başka ilahlar olduğunu söyleyen toplulukların zannettiği gibi.


[Tefsir-u'ş Şevkani] 


Görüldüğü gibi İmam Şevkani(rh) puta tapan(müşriklerin) ve Allah'ın  Dışında ilah olduğunu söyleyen kimselerin rububiyette şirke düştüğünü söylüyor.


Keza gene İz bin Abdüsselam(rh) 

"O bütün ilahları bir ilah mı yaptı" 


Ayeti hakkında şunları söyler: 


لما أمرهم بكلمة التوحيد قالوا أيسع لحاجتنا جميعاً إله واحد.


(Nebi sav) Onlara kelime-i tevhidi emrettiği zaman onlar,bizim bütün ihtiyaçlarımızı bir ilah mı görecek dediler. 


[Tefsiru İz Bin Abdüsselam] 


Görüldüğü gibi İz Bin Abdüsselam (rh) da onların inancında,Allah'ın bütün ihtiyaçlarına yetişemeyeceğini ondan ötürü Allah'tan başka ilahlar edindiğini, inancı olduğunu söylüyor.

 

Görüldüğü üzere bütün bu nakilde bulunmuş olduğum alimler mekkeli müşriklerin rububiyette şirk koştuğunu söylemektedirler. 

 

Allah en doğrusunu bilendir.


-Usame

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Cengiz Han'ın "El-Yasek" adlı kanun kitabı ile hükmedip tekfir edilişi'nin tahlili

İbn Teymiyye Uyanık Olduğu Halde Nebi (S.A.V, ) in yanına geldiğini söyleyenler Hakkında Dedi Ki ;