CEHALETİN ÖZÜR OLUŞU HAKKINDA İLİM EHLİNDEN ALİMLERDEN ULEMADAN NAKİLLER
CEHALETİN ÖZÜR OLUŞU HAKKINDA İLİM EHLİNDEN ALİMLERDEN ULEMADAN NAKİLLER
Kadı Ebu Bekir İbnu'l-Arabî'nin Sözü
الطَّاعَاتُ كَمَا تُسَمَّى إِيمَانًا، كَذَلِكَ الْمَعَاصِي تُسَمَّى كُفْرًا، لَكِنْ حَيْثُ يُطْلَقُ عَلَيْهَا الْكُفْرُ لَا يُرَادُ عَلَيْهِ الْكُفْرُ الْمُخْرِجُ عَنِ الْمِلَّةِ، فَالْجَاهِلُ وَالْمُخْطِئُ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ وَلَوْ عَمِلَ مِنَ الْكُفْرِ وَالشِّرْكِ مَا يَكُونُ صَاحِبُهُ مُشْرِكًا أَوْ كَافِرًا، فَإِنَّهُ يُعْذَرُ بِالْجَهْلِ وَالْخَطَا حَتَّى تَتَبَيَّنَ لَهُ الْحُجَّةُ الَّتِي يَكْفُرُ تَارِكُهَا بَيَانًا وَاضِحًا، مَا يَلْتَبِسُ عَلَى مِثْلِهِ، وَيُنْكِرُ مَا هُوَ مَعْلُومٌ بِالضَّرُورَةِ مِنْ دِينِ الْإِسْلَامِ، مِمَّا أَجْمَعُوا عَلَيْهِ إِجْمَاعًا جَلِيًّا قَطْعِيًّا يَعْرِفُهُ كُلُّ مِنَ الْمُسْلِمِينَ مِنْ غَيْرِ نَظَرٍ وَتَأَمُّلٍ كَمَا يَأْتِي بَيَانُهُ إِنْ شَاءَ اللهُ تَعَالَى، وَلَمْ يُخَالِفْ فِي ذَلِكَ إِلَّا أَهْلُ الْبِدَعِ
"Taatler iman diye isimlendirildiği gibi masiyetler de küfür diye isimlendirilir. Fakat küfür lafzı mutlak olarak kullanılan her yerde bundan her zaman dinden çıkaran küfür anlamı kastedilmez.
Bu ümmetten cahil ve hata sahibi biri, kendisini müşrik veya kafir yapan küfür veya şirk ameli işlerse, o kişi cehaleti ve hatalı oluşu ile mazur olur. Tâ ki apaçık bir şekilde muhalefet edenin kafir olacağı, dinden zarureten bilinen, herkesin derin düşünmeye ihtiyaç duymadan rahatlıkla anlayabileceği ümmetin üzerinde kať'i olarak icma ettiği hüccet ikame edilinceye kadar (bu böyledir). Bunların açıklaması ileride gelecektir. Ve bu konuda bidat ehli olanlar dışında hiç kimse muhalefet etmemiştir."
(Kaynak Kasimî, Mehâsinu’t-Tevil, s. 1307)
Muhammed bin Ali eş-Şevkanî'nin Sözü
لَا اعْتِبَارَ بِمَا يَقَعُ مِنْ طَوَارِقِ عَقَائِدِ الشَّرِّ لَا سِيَّمَا مَعَ الْجَهْلِ بِمُخَالَفَتِهَا لِطَرِيقَةِ الْإِسْلَامِ، وَلَا اعْتِبَارَ بِصُدُورِ فِعْلِ كُفْرِيٌّ لَمْ يَرِدْ فَاعِلُهُ الْخُرُوجَ عَنِ الْإِسْلَامِ إِلَى مِلَّةِ الْكُفْرِ وَلَا اعْتِبَارَ بِلَفْظِ تَلَفَّظَ بِهِ الْمُسْلِمُ يَدُلُّ عَلَى الْكُفْرِ وَهُوَ لَا يَعْتَقِدُ مَعْنَاهُ
Bozuk itikada sahip tâifelerden, özellikle cehalet hâli üzereyken İslam’a muhalefetler vâki olursa bunlara itibar edilmez. Aynı şekilde kişiden, İslam’dan çıkıp küfür dinine geçmeyi murad etmeden sadır olan küfür fiillerine itibar edilmez. Yine küfre delalet eden bir sözü Müslüman biri, manasına itikat etmeden söylerse de böyledir.”
(Kaynak Seylu’l-Cerrar, 4/578)
Şeyhulislam İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
مناظرة تقطع دابر هم لم يكن أعطى الإسلام حقه ، ولا وفى بموجب العلم والإيمان ، ولا حصل بكلامه شفاء الصدور وطمأنينة النفوس ، ولا أفاد كلامه العلم واليقين
معه ، ومن وقد أوجب الله على المؤمنين الإيمان بالرسول والجهاد . الإيمان به تصديقه في كل ما أخبر به ، ومن الجهاد من عارض ما جاء به والحد في أسماء الله وآياته معه دفع كل
ومن المعلوم أنه لا بد فى كل مسألة دائرة بين النفي والإثبات من حق ثابت فى نفس الأمر ؛ أو تفصيل ، لكن من لم يكن عارفاً بآثار السلف وحقائق أقوالهم ، وحقيقة ما جاء به الكتاب والسنة ؛ وحقيقة المعقول الصريح الذي لا يتصور أن يناقض ذلك ، لم يمكنه أن يقول بمبلغ علمه : ولا يكلف الله نفساً إلا وسعها .
ولا أن الخطأ في دقيق العلم مغفور للأمة وإن كان ذلك في المسائل العلمية ، ولولا ذلك لهلك أكثر فضلاء الأمة . وإذا كان الله يغفر لمن جهل تحريم الخمر لكونه نشأ بأرض جهل : مع كونه لم يطلب العلم ، فالفاضل المجتهد في طلب العلم بحسب ما أدركه في زمانه ومكانه إذا كان مقصوده متابعة الرسول بحسب إمكانه هو أحق بأن يتقبل الله حسناته ، ويثيبه على اجتهاداته، ولا يؤاخذه بما أخطأ ، تحقيقاً لقوله :
"İlmin ince meselelerinde yapılan hata bağışlanmıştır. Bu itikadi meselelerde de olsa böyledir. Eğer öyle olmasaydı ümmetin faziletlilerinin çoğu helak olmuştu."
📚Mecmuu’l-Feteva 20/165📚
İbnu'l-Kayyim derki:
Kişi ya bizzat İslami hükümlere ulaşır ya da İslami hükümler kişiye ulaştıktan sonra sorumlu sayılır. Nasıl ki İslami hükümlere ulaşmadan ona farz olmadığı gibi, İslami hükümler de ona ulaşmadığında da o sorumlu olmaz.
(Kaynak Bedaiu’l-Fevaid,4,168)
İbn Abd'il-Berr derki:
KÜL HADİSİ İÇİN YAPILAN AÇIKLAMASI
Alimler Bu hadisin anlamında ihtilafa düştüler; bazı âlimler bu adam Allah'ın bazı sıfatlarını bilmeyen biridir, o sıfat'ta "Kudret sıfatıdır." Allah'ın kuvvetinin her şeye yettiğini bilmiyordu, dolayısıyla her kim Allah'ın bir sıfatından cahil olurda diğer tüm sıfatlara iman eder ve bilirse, bilmediği bazı sıfatlarından dolayı kâfir olmaz ve derler ki: Kâfir onu tanımayan değil, hakka inat edendir. İşte bu ilk nesil ve onlara sonradan katılan âlimlerin görüşüdür.b
(Kaynak Et-Temhîd lima fil-Muwatta 18/42)
Şeyhu'l-İslam İbni Teymiyye Rahimehullah derki:
KÜL HADİSİ MESELESİ
İşte bu adam öldükten sonra tekrar dirilemeyeceğini, Allah'ın kudretinde şüphe etmiştir, hata bir daha dirilemeyeceğini inanmıştır, bu da şüphesiz küfürdür. Ancak adam cahil olduğundan bunun küfür olduğunu bilmiyordu, Allah'ın kendisini cezalandırmaktan korkan bir mümin idi, bunun için de Allah onun günahını af etti.
(Kaynak Mecmuat’l Fetava,3/231)
İbn Teymiye Rahimehullah şöyle devam etti:
KÜL HADİSİ MESELESİ
"Bu adam kendisi yakıldıktan sonra Allah'ın onu tekrar diriltemeyeceğini inanıyordu, ya da Şüphe ediyordu,bu her iki düşünce de küfürdür. Delilleri yerinde olan kişiler kâfir olurlar. Ancak o bilmediğinden veya kendisini bu cehaletten kurtaracak bilgi de yoktu. Lakin adamın Allah'ın emrine, nehyine, mükâfatına, cezasına imanı vardı, Rabbinin azabından korkmuştur Allah'ta onun bu korkusundan dolayı afetti.
İman ehlinden her kim Allah'a, Resulüne, ahiret gününe ya da salih amelde bir hata İşlerse, bu adamdan daha kötü bir durumda değildir. Yüce Allah dilerse onun hatasını af eder, ya da dini nispetince yaptığı kusurlar varsa cezalandırır. Ancak iman sahibi birinin bir hatadan dolayı tekfir etmek ise büyük bir cürümdür.
(Kaynak İbn Teymiyye,el-İstikâme,1, 164)
İmam Şafii şöyle demiştir:
Yüce Allah kitabında kendisi için bazı isim ve sıfatları zikretmiş ve peygamber sallallahu aleyhi vesellem in ümmetinden Müslüman olan kimse bunları reddedemeyeceğini bildirmiştir. Çünkü o İsimleri Kur'ân'da geçmiştir. Bu isimlerin Allah'a ait olduğunu Resulullah sallallahu aleyhi vesellem 'den sabit olmuştur. Bunları bildikten sonra muhalefet ederse o kâfir olmuştur, ancak bu muhalefet kendisine bilgi gelmeden önce olmuşsa o kişi bilmediği için mazurdur. Çünkü bu gibi ilimlere ne akıl ne hikâye, ne de fikir ve düşünceyle de ulaşılmaz. O kişiye bilgi ulaşmadığından cehalet olduğu için tekfir etmiyoruz.
(Kaynak Siyeru-A’lamin-Nubelâ,10,79 dan nakledilmiştir.)
Şeyhu'l-İslam İbn Teymiyye Rahimehullah derki:
Çoğu insanlar, peygamber sallallahu aleyhi vesellem in öğretilerinin yok olduğu memleketlerde yetişirler. Öyle ki: Allah'ın kitabını ve sünnetini tebliğ edecek kimse kalmaz, Allah Resulünün gönderildiği öğretilerin çoğu bilinmez hale gelir, ya da onları tebliğ edecek kimse kalmaz. Bunun gibileri kâfir olmaz. Bunun üzerine imamlar; yeni Müslüman olup iman ve ilim ehlinden uzak bir çölde yaşayan bir kişi İslam'ın mutevatir bir emrini inkâr ederse peygamberin emri ona ulaşıncaya kadar tekfir edilmez.
(Kaynak Mecmuat’l Fetava,11,407)
Şeyhulislam İbn Teymiye şöyle demektedir:
Tekfir, cehennemle tehdit edilen hükümlerdendir,Küfrü gerektiren söz ve davranışlar her ne kadar Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem'i yalanlamak hükmünde ise de; Bazen bu kişi İslam'a yeni girdiğinden veya uzak bir çölde yaşamakta olduğundan dolayı küfür eylemi işlemiş olabilir. Kesin şer'î delil ile ispatlanmayana kadar inkâr ettiğiyle bu kişi kâfir olmaz. Hatta bu kişi hatalı olsa dahi İslam'ın bu naslarını işitmemiş te olabilir veya işitmiş ancak o kişinin yanında muhalif başka bir delil olduğu için kabul etmez veya te'vil etmiş olabilir. Ben devamlı Buhari ve Muslim'de geçen adamın hikâyesini anlatan hadisi hatırlatırım.
Ebu Hüreyre Radiyallahu anhu 'dan rivayet edildiğine göreRasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem 'in şöyle dediğini rivayet edilir:"Bir adam nefsine zulmetmiş ve ölüm döşeğinde oğullarına şöyle vasiyet eder:
Öldüğüm zaman beni yakın, kül haline getirin ve sonra denize saçın.
Vallahi eğer rabbim beni diriltmeye güç yetirirse hiç kimseye azap etmediği şekilde bana azap eder. Sonra Rasulullah dedi ki:Oğulları adamın bu isteğini yaptılar. Allah yeryüzüne dedi ki: Aldığını geri ver. O an adam dirildi ve kalktı. Allah (Subhanehu ve Teâlâ) ona Bu yaptığın şeye seni sevk eden nedir? diye sordu. Adam: Senden korkumdur ya Rabbi dedi. Bu söylediğinden dolayı Allah onu affetti."İşte bu adam kişi öldükten sonra tekrar dirilmede Allah'ın kudretinde şüphe etmiştir, hatta bir daha dirilemeyeceğine inanmıştır, bu da şüphesiz küfürdür. Ancak adam cahil olduğundan bunun küfür olduğunu bilmiyordu, Allah'ın kendisini cezalandırmaktan korkan bir mümin idi, bunun için de Allah onun günahını af etti.
Sonuç itibariyle Allahın mağfireti, Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem'e uymak için aşırı güç sarf ederek içtihat eden kişiye bu gibi insanlardan daha evladır.
(Kaynak Mecmuat'l Fetava 3/231)
İmam Hafiz İbn Hacer Rahimehullah şöyle dedi:
İmam Gazalî "İman ve Ziındıklık arasındaki fark" adlı kitabında şöyle yazmaktadır: Kaçınılması gereken biri de edebildiğin kadar "tekfir" den kaçınmandır. Zira namaz kılıp tevhidi ikrar edenlerin kanını helal etmek yanlıştır, yanlışlıkla bin kâfiri yaşatmaktaki hata, bir Müslümanın kanını dökmekten daha basittir.
(Kaynak Fethü’l-Barî,12/300)
İbn kayyım El cevzi Derki :
İnkar Küfrü
Inkar Küfrü iki kısımdır:
1- Genel ve kayıtsız küfür.
2- Özel ve kayıtlı küfür.
Mutlak olanı, kişinin bütünüyle Allah'ın indirdiklerini ve peygamberlerin gönderilişini inkar etmesidir. Kayıtlı olan ise, Islam'ın farzlarından herhangi birini yahut da Allah'ın bildirdiği bir haberi ya kasden ya da herhangi bir sebeble buna muhalif bir görüşü öne geçirmek suretiyle inkar etmektir.
Bilmeyerek veya sahibini mazur gösterecek bir te'ville inkar etmek ise küfre sebeb olmaz. Allah'ın kudretini inkar edip, ailesine kendisini yakıp külünü rüzgarla savurmalanını vasiyet eden kişinin durumu böyledir. Buna rağmen Allah onu affet- miş ve cehaletinden dolayı merhamet etmiştir. Çünkü bu kişi bildiği şekilde davran- mış, Allah'ın tekrar dirilme kudretini inat ve yalanlama ile inkar etmemiştir.
(Kaynak MEDARICUS SALİKİN 1. Cilt sayfa 268)
İmam Mervezi rahimahullah derki
"Allah'a dair ilim, iman; O'nun hakkındaki cehalet ise küfür demektir. Bunun gibi farzlara dair bilgi, imandır; ancak bunlar hakkında farz kılınışlarından önceki cehalet ise küfür demek değildir.
Çünkü Resulullah'ın (Sallallâhu Aleyhi ve sellem) ashabi, Allah, elçisini onlara ilk gönderdiği sırada Allah'a imanlarını ikrar ettiler ve lakin bunun akabinde kendilerine farz kılınan hususları bilemediler. Buna rağmen gelecek olan farzlara dair bu cehaletleri, küfür olmadı. Akabinde Allah (Celle Celâluhû) onlara farzları indirdi. İşte bu farzları ikrar etmeleri ve onları yerine getirmeleri iman oldu. Mamafih onu inkâr eden ise Allah'ın haberini yalanladığı için, kâfir oldu. Şayet Allah'tan bir haber gelmemiş olsaydı sırf buna dair cehaleti sebebiyle hiç kimse kâfir olmazdı. Bu bağlamda haberin gelişinden sonra Müslümanlardan bunu duymayan olursa bu cehaleti sebebiyle gene kâfir olmamaktadır.
Ne var ki Allah'a dair bilgisizlik (cehalet) her halükarda küfürdür. Bu, ister haberin gelişinden önce olsun ister sonra.
(Tazimu Kadris Salât 294)
..
İbni Teymiyye rh Dedi ki :
“Cahillerin, Müslümanların alimlerini tekfire yeltenmeleri en büyük münkerlerdendir. Bu işin kökeni Müslümanların imamlarını din konusunda hata ettikleri gerekçesiyle tekfir eden Hariciler ve Rafızilere dayanır. Ehli sünnet ve’l cemaat Müslümanların alimlerinin mücerred hata sebebiyle tekfir edilemeyeceği hususunda ittifak ettiler. Bilakis Rasulullah (sallALLAHu aleyhi ve sellem) haricinde her bir kimsenin sözü alınır da atılır da… Fakat hata etmesinden ötürü sözü terk edilen herkes küfür ve fıskla itham edilecek değildir. Hatta böyle bir kimse günahkar dahi olmaz. Zira ALLAH Teala (Bakara’nın son ayetinde) müminlerin duası hakkında şöyle demiştir: “Rabbimiz, unutur veya hata edersek bizi bundan dolayı sorguya çekme!” Sahih’te Nebi (sallALLAHu aleyhi ve sellem)’in “ALLAHu Teala bu duaya karşılık ‘Evet ben de böyle yaptım’ demiştir” (yani bu duayı kabul etmiştir) buyurduğu nakledilmiştir. Ve Müslümanların alimleri de müslüman alimlerden peygamberlerin masumiyeti ile alakalı tartışan ve “Onların küçük günah ve hataları işlemeleri mümkündür, bununla beraber onlar bu hatada ısrar etmezler” diyen kimselerin tekfir edilmeyeceği hususunda ittifak etmişlerdir. Böyle diyenler Müslümanların ittifakıyla tekfir edilmezler.
Zira bunlar peygamberlerin hata üzerinde ısrar etmekten masum olduklarını kabul etmektedirler. Eğer böyle diyenler kafir olsaydı şu halde Şafiilerden, Malikilerden, Hanefilerden, Hanbelilerden ve de Eşariler, Hadis ehli, tefsir ehli ve sufilerden bir çoğunun tekfir edilmesi gerekirdi. Halbuki bunların kafir olmadığı Müslümanların ittifakıyla sabittir. Bilakis bu sayılan taifelerin imamlarından bir çoğu böyle düşünmektedir.”
📚Mecmuu’l Fetava, 35/100-101📚
👉Şeyhul İslam İbn Teymiyye r.h şöyle demiştir :
TEKFİR EDİLECEK BİR MESELEDE TEKFİRİN ŞARTLARI VE ENGELLERİ VARDIR …
Kur'an, Sünnet ve İcma'ya göre küfür olan söz için mutlak olarak küfür olduğu söylenir. Şer'i deliller buna delalet eder. Allah ve Rasulü'nden alınan hükümler, insanların zan ve heveslerine göre kullanacakları hükümler değildir. Ancak tekfirin şartları sabit oluncaya ve engelleri ortadan kalkıncaya kadar bu sözü söyleyen herkesin kafir olduğunun söylemesi gerekmez."
📚Mecmuu'l-Fetava : 35/101📚
Şeyhu'l-İslam ibn Teymiyye (rh) Dedi ki:
Tev'il'e düşenleri tekfir etme meselesi !!!
(Tev'il edenleri tekfir etmek hakkında) ne sahabeden,ne de tabiinden hiç bir malumat yoktur.Ne de Müslüman imamlarından böyle birşey işitilmemiştir.BU ASLINDA BİDÂT EHLİNİN SÖZLERİDİR. O, BİDAT EHLİ Kİ,DİNDE OLMAYAN BİRŞEYİ ORTAYA ATARLAR VE SONRA BU MESELEDE MUHALİF OLANLARI TEKFİR EDERLER.
-HARİCİLER
-CEHMİLER
-MÜTEZILE AKİDESİNDE OLANLAR GİBİ
(Kaynak MINHACU'S-SÜNNE: 5/239)
İbn Hacer şöyle demektedir:
"Sözü açık küfür olan ve- ya söylediği sözün gerektirdiği mananın küfür olduğu kendisi- ne açıklandığında, bu manayı kabul eden kişi hakkında küfür ile hükmedilir. Ancak sözünün gerektirdiği manayı kabul etmeyip reddeden kişi hakkında, sözünün gerektirdiği mana küfür de olsa, küfrüne hükmedilmez."
(Kaynak Tuhfetu'ul Ahvezi 6 cilt sayfa 302)
İbn-i Hacer el-Heytemi şöyle demektedir:
"Bizim yanımızda (Şafiî mezhebinde), kişi, Müslümanların beldesinden uzak ise ve gelip öğrenme hususunda kendi taksîri yoksa ya da yeni Müslüman olmuşsa, cehâleti mazeret olur; kendisine anlatılır ve nitekim bundan sonra (önceki) söylediğini tekrarlarsa kâfir olur."
(Kaynak El-İ'lâm bi-Kavâtii'l İslâm, 41)
İMAM AHMED BİN HANBELİN ÖĞRENCİSİ BAKIN NE DİYOR !!!
İbnu Ebi Asım rh dedi ki :
👉Kur’an; Allah Tebareke ve Te’ala’nın kendisi vasıtasıyla konuştuğu kelamıdır, mahluk değildir. Kendisine bu hususta hüccet ikame edilmiş olanlardan herkim ona mahluktur derse Azim olan Allah’ı inkâr etmiştir. Kendisine hüccet ikame olunmadan bunu söyleyen kimseye ise bir şey lazım gelmez.”
📚 (İbnu Ebi Asım, es-Sunne, 2/645)📚
İzz bin Abdusselam Rahimehullah, "Kavaidu'l-Ahkam fi Mesalihi'l-En'am" isimli kitabında,
"Anlamını bilmediği sözden dolayı kişi cezalandırılmaz" başlığı altında şöyle der: "Arap olmayan kişi küfür, talak, iman, köle azadı, satış, alış, sulh gibi anlamını bilmediği kelimeler kullanacak olursa, onun için bağlayıcı olmaz ve cezalandırılmaz. Çünkü bu kelimelerin gereklerini kabullenmiş veya kastetmiş değildir. Aynı şekilde Arap olan bir kişi, anlamını bilmeden bu manalara delalet eden yabancı kelimeler söylerse, o da kendisi için bağlayıcı olmaz ve cezalandırılmaz. Çünkü kullanırken, bunların gereklerini kastetmemiştir. İrade, ancak bilinen veya zannedilen şeye yönelir. Arap olan bir kişi, anlamını bilerek bu kelimeleri söylüyorsa, söylediği yerine gelmiş olur. Ancak Arap olan bir kişi, karısına sünnet veya bid'at olan bir yöntem ile "sen boşsun" derse, ve her iki kelimenin anlamını da bilmiyorsa veya hul', ricat, nikah, i'tak gibi arap olduğu halde anlamını bilmediği kelimeleri kullanırsa, bunlardan hiçbiri sebebi ile sorumlu olmaz ve söylediği geçer li kabul edilmez. Çünkü manasını bilmiyor ki delalet ettiği şeyi kastetmiş sayılsın."
(Kaynak Kavaidul ahkam fi mesalihil enam 2/102)
İbn Teymiyye rahimehullah şöyle demiştir:
ليس لأحد أن يكفر أحداً من المسلمين، وإن أخطأ وغلط حتى تقام عليه الحجة، وتبين له المحجة والتكفير له شروط وموانع قد تنتفي في حق المعين، وإن تكفير المطلق لا يستلزم تكفير المعين إلا إذا وجدت الشروط، وانتفت الموانع
Hata ve yanlış yapsa bile, onun üzerine ikametul hucce yapılmadıkça, hiç kimsenin bir müslümanı tekfir etmeye hakkı yoktur. Şartlar oluşmadıkça, ve engeller kalkmadıkça mutlak tekfir muayyen tekfiri gerektirmez.
(Kaynak Mecmû el Fetêva 12/487)
İbn Teymiyye rahimehullah,Allah'ın arşın üstünde olduğunu inkar eden Cehmiyyelere şöyle dedi:
انا لو وافقتكم كنت كافرا لاني اعلم ان قولكم كفر،
وانتم عندي لاتكفرون لانكم جهال
Eğer sizinle aynı fikirde olsaydım, sizin söylediğinizin küfür olduğunu bildiğim için kâfir olurdum. Siz ise cahil olduğunuz için bana göre kâfir değilsiniz.
(Kaynak El-istigâse 253)
İbn Hazm diyor ki :
Aynı şekilde hadiste belirtildiği üzere dinin gereklerini yapacak durumda olmayanlar mazur kabul edilirler ve bundan dolayı kınanmazlar. Nitekim Ca'fer b. Ebû Tâlib ve arkadaşları (r.a.), onunla beraber Habe- şistan'da bulunuyorlardı ve Hz. Peygamber (s.a.) de Medine'deydi. Kur'ân nazil olmaya devam ediyor ve yeni hükümler konuluyordu. Bu hükümler, Ca fer ve onunla beraber bulunanlara, Medine'den Habeşistan'a irtibat ol- madığı için ulaşmıyordu. Bu hal üzere altı yıl kaldılar. Bu süreçte onlar, ha- ramları işlemiş, farzları terk etmiş olsalar da bu durum onlara dinî açıdan bir zarar vermemiştir
(Kaynak EL FASL 3 cilt sayfa 66)
İmam İbn Teymiyye derki :
خَيْرُ الْكَلَامِ كَلامُ الله وَخَيْرُ الْهَدْي هَدْي مُحَمَّدٍ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّم وشر الْأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلُّ بِدْعَةٍ ضَلَالَةٌ
"Sözlerin en hayırlısı Allah'ın kelamı, yolların en hayırlısı Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü sonradan uydurulanlardır. Her bid'at ise dalalettir."
O "her dalalet cehennemdedir" dememiştir. Bilakis hakkı kasteden kimse haktan sapabilir ve onu elde etmek için gayret ettiği halde bundan aciz düşebilir. Bu nedenle o cezalandırılmaz. O, emredilen bazı şeyleri yapabilir ve onun içtihadı sebebiyle ecri olur. İşin hakikatinden kendisiyle saptığı hatası ise onun için bağışlanır.
Seleften ve haleften birçok müçtehit, bid'at olduğunu bilmeden bid'at olan şeyi söylemiş ve yapmışlardır. Bunu ise ya sahih zannettikleri zayıf hadisten, ya âyetlerden kastedilmeyen şeyleri anlamalarından, ya da uygun gördükleri görüşlerinden dolayı yapmışlardır.
Eğer kişi Rabbinden güç yetirebildiği kadar korkarsa, O'nun şu buyruğuna dâhil olur:
رَبَّنَا لَا تُؤَاخِذْنَا إِنْ نَسِينَا أَوْ أَخْطَأْنَا
"Rabbimiz! Unutursak veya hataya düşersek bizi sorumlu tutma.
Sahih'te geçtiği üzere Allah azze ve celle bu dua üzerine: "Bunu yaptım buyurmuştur
(Kaynak Mecmuul fetava 16 cilt sayfa 536)
İman İbn Teymiyye derki :
"Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz -Allah'a ve âhirete gerçekten inanıyorsanız onu, Allah'a ve peygambere götürün. Bu, elde edilecek sonuç bakımından hem hayırlıdır hem de en güzelidir.
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِن شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ
"Ayrılığa düştüğünüz bütün konularda hüküm Allah'a aittir. Bilakis insanların, ümmetin selefinin ve imamlarının üzerinde ittifak ettikleri külli ve kapsayıcı esaslara bağlı kalmaları, buna göre Allah'ın kendisini ve Rasûlü'nün onu vasfettiği sıfatlara tahrif ve tatil, tekyif ve temsil yapmaksızın iman etmeleri gerekir. Hiç kimsenin, yanlışlık yapıp hataya düşse bile herhangi bir Müslümanı kendisine hüccet ikame edilmeden ve yol kendisine açıklanmadan önce tekfir etmeye hakkı yoktur. Müslüman olduğu kesin bir şekilde sabit olan bir kimsenin, şüphe sebebiyle Müslümanlığı ortadan kalkmaz. Bilakis kişinin Müslümanlığı, ancak hüccetin ikame edilmesinden ve şüphenin giderilmesinden sonra ortadan kalkabilir.
(Kaynak Fetava 12. Cilt sayfa 182)
İbn Hazm Leysiler hadisi şerhinde şöyle demektedir:
وَفِي هَذَا الْخَبَرِ عُذْرُ الْجَاهِلِ، وَأَنَّهُ لَا يَخْرُجُ مِنَ الْإِسْلَامِ بِمَا لَوْ فَعَلَهُ الْعَالِمُ وَتَكْذِيبُهُ صلى الله الَّذِي قَامَتْ عَلَيْهِ الْحُجَّةُ لَكَانَ كَافِرًا، وسلم لأَنَّ هَؤُلَاءِ اللَّيشِين كَذَّبُوا النَّبِئ كَفَرُ مُجَرَّدِ بلا خِلَافِ، لَكِنْهُمْ بِجَهْلِهِمْ وَأَعْرَابِيَتِهِمْ عُذِرُوا بِالْجَهَالَةِ، فَلَمْ يَكْفُرُوا
"Bu rivayette cehalet özrüne delil vardır. Çünkü hadiste, hüccet ikamesi yapıldıktan sonra bilerek yaptığı için kafir olanın aksine, bilmeden cahil olarak yapanın İslam'dan çıkmadığı ifade edilmektedir. Nitekim Leysîler burada Nebi'yi (s.a.v.) yalandılar. Oysa onun tekzip edilmesi ihtilafsız mücerret bir küfürdür.
Ne var ki cehaletleri ve bedevi oluşları sebebiyle mazur görülerek tekfir edilmediler."
(Kaynak Muhalla, 10/410)
İbn Hazm (r.a.) şöyle der:
فَصَحُ بِمَا قُلْنَا: إِنَّ كُلَّ مَنْ كَانَ عَلَى غَيْرِ الْإِسْلَامِ وَقَدْ بَلَغَهُ أَمْرُ الْإِسْلَامِ فَهُوَ كَافِرُ وَمَنْ تَأَوَّلَ مِنْ أَهْلِ الْإِسْلَامِ فَأَخْطَأَ فَإِنْ كَانَ لَمْ تَقُمْ عَلَيْهِ الْحُجَّةُ وَلَا تَبَيَّنَ لَهُ الْحَقُّ فَهُوَ مَعْذُورٌ مَأْجُورٌ أَجْرًا وَاحِدًا لِطَلَبِهِ الْحَقَّ وَقَصْدِهِ إِلَيْهِ مَغْفُورٌ لَهُ خَطَؤُهُ إِذْ لَمْ يَعْتَمِدُهُ لِقَوْلِ اللهِ تَعَالَى: وَلَيْسَ عَلَيْكُمْ جُنَاحٌ فِيمَا أَخْطَأْتُم بِهِ وَلَكِن مَا تَعَمَّدَتْ قُلُوبُكُمْ
"Anlattıklarımızdan anlaşılmaktadır ki İslam dini dışında başka bir din üzere olan kişiye İslam ulaşır da iman etmezse ba- ğışlanmaz bir kafir olur. Fakat İslam'a iman etmiş biri tevil yapıp hata ederse ve hatalı olduğu konuda hüccet de ikame edilmemişse, hakkı arama kasti sebebiyle birlikte muhalefet kasti olmadığı için bu kişi mazur olur ve bir sevap alır.
Delil ise Allah Teala'nın şu ayetidir:
'Kalplerinizin bile bile muhalefeti kastetmesi durumları hariç, hata ettiklerinizde size günah yoktur." (Ahzab, 5)
İbn Teymiyye bu hakikate şu sözüyle değinmektedir:
وَقَدْ ثَبَتَ بِالْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ وَالْإِجْمَاع أَنْ مَنْ بَلَغَتْهُ رِسَالَةُ النَّبِيُّ فَلَمْ يُؤْمِنُ بِهِ فَهُوَ كَافِرٌ لَا يُقْبَلُ مِنْهُ الاِعْتِدَارُ بِالاجْتِهَادِ لِظُهُورٍ أَدِلَّةِ الرِّسَالَةِ وَأَعْلَامِ النُّبُوَّةِ، وَلِأَنَّ الْعُذَرَ بِالْخَطَا حُكُمْ شَرْعِيٌّ فَكَمَا أَنَّ الذُّنُوبَ تَنقَسِمُ إِلَى كَبَائِرَ وَصَغَائِرَ، وَالْوَاجِبَاتُ تَنقَسِمُ إلى أزكان وَوَاجِبَاتٍ لَيسَتْ أَرْكَانًا، فَكَذَلِكَ الْخَطأَ يَنْقَسِمُ إِلَى مَغْفُورٍ وَغَيْرِ مَغْفُورٍ، وَالنُّصُوصُ إِنَّمَا أَوْجَبَتْ رَفْعَ الْمُؤَاخَذَةِ بِالْخَطَا لِهَذِهِ الْأُمَّةِ
"Kitap, Sünnet ve icmâ ile sabit olmuştur ki bir kimseye Allah Rasûlünün (s.a.v.) risâleti ulaşır da buna rağmen iman etmezse, Nübüvvetin alâmet ve delillerinin açık olmasından dolayı böyle biri için içtihat etme hatası asla kabul olmaz. Çünkü hata özrü şer'i bir hükümdür. Nasıl ki günahlar büyük ve küçük olmak üze- re ayrılıyorlarsa, dinin vacipleri de rükünler ve rükün olmayan- lar şeklinde ayrılmaktadırlar. Buna göre hata da aynı şekilde bağışlanan ve bağışlanmayan hata olarak ikiye ayrılmaktadır. Naslar ise hata sebebiyle içine düştüğü günahlardaki sorumluluğun bu ümmetten kalkmasını gerektirmektedir."
(Kaynak Fetava, 12/266)
İbn Teymiyye Bir yerde ise şöyle der:
فالصواب أنه من اجْتَهَدَ مِن أمة محمد ا و و و و و و و قَصَدَ الحَقُّ، فَأَخْطأ لم وسلم أُمَّةٍ يَكْفُرْ بَلْ
يُغْفَر لَهُ خَطوه
"İşin doğrusu şudur ki: Ümmet-i Muhammed'den her kim hakkı kastederek çabalarsa ve sonuçta hata ederse kafir olmaz, bilakis böyle birinin hatası bağışlanır."
(Kaynak Mecmuul fetava )
İbn Teymiyye bir başka yerde ise şöyle der:
وَإِذَا ثَبَتَ بِالْكِتَابِ الْمُفَسَّرِ بِالسُّنةِ أن الله قَد غَفَرَ لِهَذِهِ الْأُمَّةِ الْخَطَأ وَالنَّسْيَانَ فَهَذَا عَامٌ عُمُومًا مَحْفُوظًا وَلَيسَ فِي الدَّلَالَةِ الشَّرْعِيَّةِ مَا يُوجِبُ أَنَّ اللهَ يُعَذِّبُ مِنْ هَذِهِ الْأُمَّةِ مُخْطِئًا عَلَى خَطَيْهِ وَإِنْ عَذَّبَ الْمُخْطِيَ مِنْ غَيْرِ هَذِهِ الْأُمَّةِ
"Madem Sünnetle tefsir edilmiş Kitap ile Allah Teala'nın unutma ve hata sonucu işlediklerinde bu ümmeti bağışlaması sabit olmuştur, o halde bu umumi delâletin, hükmü daima korunarak her meseleye şâmil olan, mahfuz bir delâletle sâbit olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim her ne kadar başka ümmetlere mensup olan hatalılara azap ettiyse de, bu ümmetten olup da hata işleyene, hatası sebebiyle Allah Teala'nın azap edeceğine delâlet eden hiçbir delil yoktur."
(Kaynak Fetava, 12/489)
İbnu'l-Vezir el-Yemâni (r.a.) şöyle demektedir:
وَقَدْ أَجْمَعَتِ الْأمَّةُ عَلَى الْعَمَلِ بِمُقْتَضَى النُّصُوصِ فِي الْإِكْرَاءِ وَالنِّسْيَانِ فَكَذَلِكَ أخُوهُمَا وَثَالِتُهُمَا وَهُوَ الْخَطأَ إِنْ شَاءَ اللهُ تَعَالَى بَلْ هُوَ أَكْثَرُ مِنْهُمَا ذِكْرًا وَشَوَاهِدَ فِي الْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ وَالْبَلْوَى بِهِ أَشَدُّ وَالرَّحْصَةُ إِنَّمَا تَكُونُ عَلَى قَدَر شِدَّةِ الْبَلْوَى.
وَأَمَا كَفَّارُ التَّصْرِيح فَلَا تُسَلَّمُ أنَّ كفَرَهُمْ خَطَأَ لِوَجْهَيْنِ، أَحَدُهُمَا أَنَّ مُرَادَنَا بِالْخَطَأَ هُوَ خَطَأَ مَخصُوصُ وَهُوَ الْخَطَأَ فِي تَحَرِّي مُرَادِ اللهِ تَعَالَى وَرَسُولِهِ فِيمَا ظَاهِرُهُ التَّعَارُضُ وَالتَّشَابُهُ، وَكَفَّارُ التَّصْرِيحِ تَعَمَّدُوا تَكْذِيبَ اللهِ تَعَالَى اللهِ عَنْ ذَلِكَ وَتَكْذِيبَ رُسُلِهِ وَلَمْ يَقَعُوا فِي ذَلِكَ خَطَنَا مِنْ غَيْرِ اعْتِمَادِ
"Ümmet, nasların gereği olarak ikrah ve unutma konusunda ve üçüncüleri olan hatanın özür olarak kabul edilmesi konusunda icma etmiştir. Hatta hata özrü, Kitap ve Sünnette diğerlerine oranla daha çok delili olan ve zikri geçen özürdür. (Bu açıdaninkar edilemez.) Nitekim ruhsatların geçerli oluşunun sıhhat ve kuvveti, naslardaki yaygınlık ve şöhretinin oranına göredir. Tasrih, yani açıktan küfür İşleyenlerin hatasına gelince, onların küfrünün hataya dayandığını iki yönden kabul etmeyiz. Birinci yön: Bizim özür olan hata ile kastettiğimiz, hususi bir hatadır. Ki o, Allah Teala'nın ve Rasûlünün (s.a.v.) muradının ne olduğunu arama konusunda yapılan bilinçsiz hatadır. Bu tür hatalar, genelde zahirleri çatışıyormuş gibi görünen ve kişiye müteşâbih kalan naslar üzerinde olur. Açıktan küfür işleyen kafirler ise -Allahı tenzih ederek söylüyorum- Allah'ı ve Rasûllerini tekzip etmeyi bilerek kastederler. Bu açıdan kasıtsız bir hataya düştükleri söylenemez."
(Kaynak Isâru'l-Hak, 1/397)
Şeyh Abdurrahnan es sadi der ki: فَكُلُّ مَنْ كَانَ مُؤْمِنًا بِاللهِ وَرَسُولِهِ، مُصَدِّقًا لَهُمَا، مُلْتَزِمًا طَاعَتَهُمَا، وَأَنْكَرَ بَعْضُ مَا جَاءَ بِهِ الرَّسُولُ جَهْلًا أَوْ عَدَمَ عِلْمٍ أَنَّ الرَّسُولَ جَاءَ بِهِ، فَإِنَّهُ وَإِنْ كَانَ ذَلِكَ كُفْرًا، وَمَنْ فَعَلَهُ فَهُوَ كَافِرٌ، إِلَّا أَنَّ الْجَهْلَ بِمَا جَاءَ بِهِ الرَّسُولُ يَمْنَعُ مِنْ تَكْفِيرِ
ذَلِكَ الشَّخْصِ الْمُعَيَّنِ مِنْ غَيْرِ فَرْقٍ بَيْنَ الْمَسَائِلِ الْأُصُولِيَّةِ وَالْفَرْعِيَّةِ، لأَنَّ الْكُفْرَ جَحْدُ مَا جَاءَ بِهِ الرَّسُولُ أَوْ جَحْدُ بَعْضِهِ مَعَ الْعِلْمِ بِذَلِكَ، وَبِهَذَا عَرَفْتَ الْفَرْقَ بَيْنَ الْمُقَلَّدِينَ مِنَ الْكَفَّارِ بِالرَّسُولِ، وَبَيْنَ الْمُؤْمِنِ الْجَاحِدِ لِبَعْضِ مَا جَاءَ بهِ جَهْلًا وَضَلَالًا، لَا عِلْمًا وَعِنَادًا
"Allaha ve Rasûlüne (s.a.v.) iman etmiş, onları tasdik etmiş ve onlara itaâte iltizam etmiş kim olursa olsun; eğer Rasûl'ün (s.a.v.) getirdiklerini cehaletle veya Rasûl'ün (s.a.v.) getirdiğinden habersiz olarak inkar ederse, her ne kadar amel küfür, yapan ise kafir olsa da; cehalet, bu kişinin muayyen olarak tekfir edilmesini engellemektedir.
Bu konuda inkar edilen söz konusu meselenin fürû veya usûl meselesi olması arasında da fark yoktur. Çünkü küfür olması için; Rasûl'ün (s.a.v.) getirdiklerini küllîyen veya bir kısmını bile- rek inkar etmesi gerekmektedir.
"İşte ancak bu suretle Rasûlü (s.a.v.) inkar eden kafir mukal- litlerle, onun (s.a.v.) getirdiğinin bazısını bilmeden ve inat etme- den, aksine cehalet ve dalalet sebebiyle inkar eden iman etmiş bir müminin arasındaki farkı anlamış olursun."
(Kaynak Fetava-i Sa'diyye, s. 445)
Yorumlar
Yorum Gönder